DÖRDÜNCÜ BÖLÜM. "KORKU."

67.1K 4.6K 4K
                                    

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
"Korku."

🎭

Kuru kar taneleri saçlarımla buluşuyordu, gecenin karanlığında evime doğru gidiyordum. İçi artık boş olan çantamı ileri geri savururken, ileri bakıyor gibi görünerek yürüyordum; aklım o adamdaydı hâlâ. Saat on birde evde olmam, oraya gitmem gerekiyordu. Paranında bir kısmını harcadım üstelik, bu, geriye dönüş yolu kalmadı demektir. Kapıyı anahtarımla açıp sessizce içeriye adımladım. Ayşe koltukta uyuya kalmıştı, bir battaniye ile üzerini örttüm. Sadece paltomu çıkarıp biraz onun yanında oturdum ve izledim. Yaptıkların, söylediklerin gerçek duyguların değil, biliyorum kafan yerinde değil. Seni hiç üzmek istemedim. Ben de senden yana üzülmek istemedim. Umarım beni güzel hatırlarsın, Ayşe'm. Umarım kurtulursun da, bu yaptığım bir işe yarar en azından.

Elimi başına doğru götürdüm, onu sayılı zamanımda biraz daha sevmek istedim ancak uyanır diye kıyamadım. Hem bana kırgın idi zaten.

Şu an bir sorgu yapılsa ve tüm dünyaya şu soru yönetilse: "Sevdiğiniz için ölür müsünüz?" Eminim ki, büyük bir kesim "hayır" diye cevap verecek. Çünkü akıllarına hemen eşleri, sevgilileri, ya da hoşlandıkları insan gelecektir. Diğer bir kısmı da "evet" diyecek kadar seviyordur eşini, sevgilisini. Ancak ben o geriye kalan kesimden biriyim. Aynı soru bana sorulsa aklıma sadece Ayşe gelirdi ve tereddütsüzce "evet" derdim. Bir abla veya abi elbette küçük kardeşlerden daha güçlü ve dayanıklı olur. Hele ki, genç yaşında kardeşine, anne - baba olmak zorunda kaldı ise.

Bazen varoluş nedenim onu yaşatmak gibi hissediyorum. Tüm iplerin ucunu birbirine dolayıp, sonra elimde kalan iki ucu kadere bağlıyorum. Çember tamamlandığında dizlerimin üzerine çöküp saygıyla baş eğiyor, kaderime teslim oluyorum. Müdahale edemeyeceğim şeyler var, işte onların hepsine kader diyip kabullendim.

Odama geçtim. Üzerimi değişip gri bir kazak ve koyu mavi bir kot pantolon giydim. Saat on bire geliyordu. Telefonumu ve anahtarımı aldıktan sonra her ihtimale karşılık cebime bir miktar para ve çakı koydum. İçimdeki paranoyak kişiyi susturamıyordum. Ses çıkarmadan açtığım kapı eşiğinden salonda melekler gibi uyuyan Ayşem'e baktım. Parmak uçlarında salondan geçip koridorda ayakkabılarımı giydim ve bir hayli uğraş ile çıt çıkarmadan evden çıkmayı başardım. Arkamı dönüp karşı kaldırıma baktığımda, yağmurun altında beni bekleyen o siyah aracı gördüm yine. Sert bir soluk verdim. Şüphelerle örülmüş bir dairenin ortasında, tehlikeyi iliklerime kadar hissederken onu bir an bile yalnız bırakıp gitmek içime sinmiyor olsa da, her şey onun içindi.

Paltomun kapişonunu kafama geçirdikten sonra hızlı adımlarla karşı tarafa doğru yürüdüm. Şoför beni görünce arabadan indi ve arka kapıyı açtı. Fazla bekletmeden geçip oturdum. İkinci gece yolculuğum başladı. Buz gibi soğuk ve renksiz ellerime baktım. Ovuşturdum ve dizlerimin arasına koydum. Aklım karmakarışıktı. "Ölmeden de halledebilir miydim bu konuyu?" Soruları dolanıyordu kafamda. Zaten çaresizlikten başvurmamış mıydım bu yola? Fazla vaktim yoktu ki. Düşünmeye çalıştığım her an biraz daha tükeniyordu kızım ve bunu bile bile kafamı toparlamak ta çok zordu.

Yine Beykoz ormanına geldik ve şoför yine bir göz bandını arkaya doğru uzattı. Bu defa sorgulamadan alıp gözlerimi bağladım. Olmaz da, hani olursa, kaçmak istersem oradan, yolu bulamayayım diye gözlerimi bağlatıyorlar. Ya da anlaşmak istememe ve parayı onlara geri iade edip vazgeçtiğimi söyleme ihtimalimi düşünerek te kim olduklarını, nerede yaşadıklarını gizlemek istiyor olabilirler. Bu iki fikir üzerine bir hayli düşünmüştüm.

KELEK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin