03

335 77 29
                                    

Yang Jeongin'in geri dönmesinin üzerinden iki gün geçmişti. Her ikisi de birbirleriyle herhangi bir münasebet içine girememişti. Aslında münasebette bulunmak da istemiyordu Jeongin. Onu özlediğini içten içe kendine yediremese de özlediği ortadaydı. Hyunjin'e oldukça sinirliydi ve bu sinir kolayca kaybolacak bir sinir de değildi, yılların öfkesi ve gözyaşları ile yoğurulmuştu.

Yang Jeongin'in bu okula ikinci gelişiydi. Birinci sınıftayken Busan'da yaşamak istemediğine karar vererek uzaklaşmıştı evinden. Başlarda yalnızca Hyunjin için buradayken Hyunjin'i bir daha görememesi ile daha fazla dayanamamıştı bu şehre.

Seoul'den döndüğünde ise eski okuluna geri gelmek istemesinin sebebi Hyunjin'in burada olmadığını bilmesiydi. Ancak birinci sınıfta Hyunjin'in psikolojik tedavi aldığından habersizdi. Üçüncü sınıfta geri döndüğünde onun burada olduğunu görmek onu şoka uğratmıştı.

Hyunjin'in neden ondan uzaklaştığını bilemiyordu. Oysa hayatı boyunca kötü hiçbir şey yapmamıştı ona karşı. Hatta yaptığı her iyilik yalnızca onun iyi olması içindi. Karşılığını böyle almayı hiç planlamıyordu.

Hyunjin'in büyüdüğünü gördüğünde duygulanmadan edemiyordu. Utangaç ve zayıf Hyunjin gitmiş; yerine gururlu, kendine güvenen, güçlü bir genç gelmişti. Hyunjin için çok uğraşmıştı ve uğraşlarının boşa olmadığını görmek hoştu. Bu hale gelene kadar neler yaşadığını sormak istiyordu. Merak ettiği çok fazla şey vardı. Kısacası onunla konuşmak istiyordu. Ama bunu kabullenebilecek ne fedakarlığı ne de cesareti vardı.

Hyunjin ise artık yorulmuştu. Günlerdir onun yüzüne bakarken tek kelime edememek ağır geliyordu kalbine. Jeongin'den fazla cesarete sahipti. Onunla konuşmakta kararlıydı, canı ne kadar yanacak olsa da onunla konuşmak için can atıyordu.

Bugün her ikisi için de yorucu olsa da Jeongin için daha yorucuydu. O, bildi bileli ezdirmezdi kimseye kendini. Şimdi ise Jeongin'le münasebeti olan bir avuç insan yeniden takılmıştı ona. Jeongin, bunlarla uğraşmak istemiyordu. Yine de peşini bırakacak gibi durmuyorlardı.

Okul çıkışı saati gelmişti, Jeongin sırt çantasını takmış ağır ağır ilerliyordu çıkışa doğru. Öylece yürürken kulaklarına ulaşan ıslık sesini umursamadı başta. Ancak ıslık sesi ısrarlı bir şekilde sürdükçe merakını bastıramadı, başını sesin geldiği yöne çevirdiğinde Choi Taemin ve arkadaşları ile karşılaşmıştı. 'Doğru ya..' dedi, 'başka kim olabilir ki?'

Adımlarını onlara yönlendirmişti. "Ne var? Ne istiyorsunuz?" diye sordu kaşları çatılıyken. Taemin arkadaşlarına bakarak kıkırdadı, ardından Jeongin'e dönmüştü. "Lan sevmiyoruz seni, girmiyor mu pembe kafana?" Taemin gitgide Jeongin'e yaklaşırken Jeongin dimdik duruyor, hareket etmiyordu. "Sevmediğiniz herkese bulaşıyor musunuz siz?" dedi ve sorusunun ardından sırıttı Jeongin. Taemin'in dişlerini sıktığını görebiliyordu, sinirini bozmak hoşuna gitmişti, umursamadan devam etti, "Çocuk musunuz? İki yıl geçti, ben de biraz büyüdünüz sanırdım." Taemin'in gerilen suratı ile Jeongin'de ciddileşmişti. Arkadaşları da sinirlenmişe benziyordu, Taemin ve Jeongin'in yanına daha çok yaklaşmışlardı.

'Nasıl sıvışacağım? Yaklaşıyorlar amına koyayım.' Jeongin Taemin'in yumruğunu sıktığını görmüştü. O yumruğu yüzünde hissetmeden kaçması gerekiyordu. O bunları düşünürken Taemin yumruğunu indirmek için bir hamle yapmıştı. Jeongin ise hiç düşünmeden yumruğunu eliyle kavramış, bir diğer eliyle kendi yumruğunu onun suratına indirmişti. Taemin sendelediğinde odakları bir süreliğine ona kaymıştı. Jeongin bu saniyeleri kullanması gerektiğini düşünerek aniden bağırdı.

"Bay Lee; özür dilerim, ama yemin ederim kavgayı ben başlatmadım!"

Herkesin bakışları Jeongin'in baktığı noktaya kayarken o, son hız koşmaya başlamıştı. Spor salonunun çevresinde oldukları için arkadan tüymüş, salonun içine girmişti. Şu an içeride kim vardı kestiremiyordu ancak umursayacak hali de yoktu.

Tribünlerde oturan ve oynayan birer kişi vardı. Soyunma odasına doğru koşarken işaret parmağını dudaklarının üzerine koyarken bakmıştı tribündeki çocuğa, o ise kibarca gülümsemişti. Jeongin bunun için sonrasında teşekkür edeceğini aklının bir köşesine not almıştı.

Soyunma odasına girdiğinde saklanacak hiçbir yer bulamamıştı. Yalnızca dolap vardı ve daha çok dolap... odanın içinde turlarken sahadan gelen bağırış seslerini duyabiliyordu. Tedirgin olmuştu, ama yine de hala karşısında olsalar onlarla kavga edebileceğini düşünüyordu.

Banyonun kapısı açıldığında kafasını hemen oraya çevirmişti. Üstsüz çıkacak bir Hyunjin beklemese de sonraya sakladı tepkisini. Şu an yardım alabileceği hiç kimse yoktu, ondan başka.

"Hwang! Beni hemen bir yere sakla." hemen koşmuştu yanına. Hyunjin onun endişeli tepkisini fark ettiğinde telaş yapmış, etrafa baktığında hiçbir yer bulamamıştı. Gözleri açık duran dolabına kaydığında ise hiç düşünmeden tuttu Jeongin'in bileğinden. Dolabına hızla yürüdüğünde Jeongin sürüklenmişti peşinden. "Dolaba gir." dediğinde tereddüt bile etmeden girdi dar dolaba. Hyunjin'in dolabı kitlediği anda girmişlerdi soyunma odasına.

Üç kişi hızla soyunma odasında Jeongin'i ararken Hyunjin hiçbir şey olmamış gibi saçlarını kurutuyordu. Soru bile sormadan kısa süre içinde gitmişlerdi. Hyunjin derin bir nefes verdi, sonunda rahatladığını hissediyordu. Jeongin'le konuşmak için günlerdir fırsat kollarken Jeongin'in bir anda yanında belirmesi şanslı hissetmesine neden olmuştu. Ne konuşacaklarını bile bilmiyordu ancak heyecan kalbini basmıştı.

Dolabın kilidini açtığında karşılaştığı pembe çocuk, bacaklarını kendine çekip oturmuştu. Dar dolaba hiçbir zorluk olmadan sığması gülümsetmişti Hyunjin'i. İnatla gözlerinin içine bakmıyordu pembe çocuk. Oturduğu yerden kalktığında Hyunjin geriye bir adım atmadı. Jeongin, geri gitmeye çalışsa da başını dolaba çarpmıştı. Çekingen bakışlarını Hyunjin'in emin bakışlarıyla birleştirdi. Hyunjin'in gerçekten değiştiğine tekrar kanaat getirmişti.

Hyunjin'in ise aniden gözleri dolmuştu. Söylemek istediği her sözcük boğazında dizilmişti. Onun yüzüne böyle yakından bakarken tutamamıştı kendini. Pembe saçlarında oyalandı gözleri. Parmakları usulca saç tellerinin arasında dolanmaya başladı. Gözyaşları ağır ağır akarken dudaklarını birbirine bastırdı, yine de gizleyememişti hıçkırığını. Yakınlıktan dolayı duyabildiği kokusu rüyada olmadığını hissetmesine yetmişti. Bu onun için en büyük hediyeydi. Birazdan hızlı kalp ritimlerinde boğularak uyanmayacağını bildiğinden kıkırdadı. Hala inanamıyordu saçlarına dokunabildiğine. Parmaklarını yanağına indirdi, derin gamzesinde dolaştırdı. Gözyaşları hızını artırırken Jeongin de kapılmıştı Hyunjin'in seline. Gözleri dolarken tuttu kendini. Her zaman tutardı kendini, düşüncelerini, duygularını.. sessizce izledi bedeninde gezinen parmakları. Tek kelime etmedi, özlememiş gibi davranmayı tercih etti.

Jeongin için gözyaşları zayıflıktı. Bedeninin direncini kaybettiğinde açığa vurduğu şeydi. Ancak Jeongin, hayatı boyunca yalnızca Hyunjin için ağlamıştı. Her gözyaşında da daha çok güçlenmişti. Bir şeyleri kabul etmesi gerektiğinin farkındaydı artık. İçinden söyledi o an kendine, 'ağlamak zayıflık değildir, çünkü sen onunlayken hiç zayıf olmadın. o seninleyken hep güçlendi.'

Hyunjin konuşabilecek gücü kendinde hissettiğinde geri durmadı, "Seni çok özledim." diyebildi. Jeongin sessizdi, artık güçlü olduğunu düşündüğü Hyunjin'in gözlerinin önünde erimesi şaşırtmıştı onu. Hyunjin karşılık olarak bir şey alamadığında korkuyla sordu sorusunu. "Sen de beni özledin mi?" dedi titrek sesiyle. Jeongin tek bir kelime dahi etmedi. Hyunjin daha çok ağlamak istedi. Yıllarca özlemi adına hayatından vazgeçmeyi bile düşünmüştü, ancak özleminden tutuştuğu genç onu özlememişti.

Hyunjin, bir süre bakamadı o gözlere.
Ona hiçbir şey yapmamıştı bile, neden özleminden bile mahrum kalmıştı? Ayaklarına değdirdi bakışlarını, kalbinin acısını hiçbir şeyin söndüremeyeceğini düşündü. Çaresizce titrek sesiyle "Sana sarılabilir miyim?" dediğinde Jeongin birkaç saniye baktı karşısındaki yüze.

Belki de en büyük sınavıydı Hyunjin'in titrek sesine karşı koymak. Dolu gözlerine bakmak gardını indirmesine sebep olacaktı. Bunu istemiyordu, kendine verdiği sözlere karşı çıkmak kendisine olan saygısını azaltırdı. Madem Hyunjin onu bu kadar çok özlemişti; neden yıllarca bir kez bile gelmemişti yanına, neden sarmamıştı kollarını boynuna? En çok ihtiyacı olduğu anda, sadece onu istediği anlarda neden yoktu yanında? Hayatını ona adamasına rağmen neden kaybolmuştu birden bilinmezlik kuyusunda?

dolaba yaslama klişesinden kurtulamıyorum help.

strangerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin