05

284 62 35
                                    

Sırtlarında çantaları ile öğretmenler odasına ağır ağır yürüyorlardı. Tek bir kelime bile etmiyor, boş koridorda adım seslerinden başka bir şey yankılanmıyordu.

Hyunjin ağır adımlarını sürdürürken yanındaki bedenden de çekmiyordu bakışlarını. Onu izlemek büyük bir zevk veriyordu ona. Yalnızca kalbi değil, gözleri de özlemişti pembe saçlı bedeni. Yeniden yumuşak pembe saçlara dokunmayı umut ediyordu. Gözleri, kısa çocuğun renk değiştiren kulaklarına kaydığında gülümsemişti. Hyunjin'in ona bakmasından çekindiği ortadaydı.

Jeongin, kulaklarındaki ısının arttığını hissettiğinde içinden lanetler okudu. Kaşları istemsizce çatılmıştı ve Hyunjin hala bakışlarını çekmemişti. Onun daha fazla eğlenmesini istemedi, bir şey demeden adımlarını hızlandırdı.

Hyunjin kıkırdayarak ardından ilerledi. Öğretmenler odasına ulaştıklarında Jeongin kapıyı tıklattı ve içeri girdiler. Bayan Kang kahvesini yudumluyordu, yüzünde intikamcı bir ifade vardı. Jeongin ifadesizce öğretmene bakarken Hyunjin, önce Jeongin'in duruşuna baktı ve onu taklit etti. Jeongin bunu fark ettiğinde saniyelik olarak Hyunjin'in gözlerine bakmıştı.

"Cezanız biyoloji laboratuvarını temizlemek." elindeki anahtarlığı masada sürükleyerek fırlattı masanın karşısındaki iki gence. Suratında anlamsız bir sırıtış vardı. Jeongin de anahtarı cebine atıp sahte gülümsemesini gösterdi öğretmene. Hyunjin ise Jeongin öyle gülümsedi diye aynısını yapmıştı. Jeongin kıkırdamak istemiyordu, ama Hyunjin'in onu taklit etmesi komiğine gitmişti. Sahte gülümsemesinin ardından arkasını döndü ve gülmemek için dudaklarını ısırdı. Kapı kolunu çevirip çıktılar ve temizlik eşyalarının bulunduğu depoya doğru ilerlediler.

Bir sürenin ardından laboratuvara gelmiş, temizlemeye başlamışlardı. Gün içinde her ikisinin de beyninde dolanan hiçbir şey gerçekleşmiyordu. Yalnızca sessizlik hakimdi, herhangi bir konuşma olmadıkça Hyunjin daha çok üzüldüğünü hissediyordu. Jeongin'in hızlıca bitirip gitmekten başka bir amacı olmadığını gördüğünde kalbi daha çok kırılmıştı. Gözleri dolmuştu, konu Jeongin olduğunda çok daha fazla hassaslaşabiliyordu. Jeongin okula geldiğinden beri doğru düzgün bir iletişimleri olmamıştı. Sebepsiz yere suçlu muamelesi görmekten sıkılmıştı, canı çok yanıyordu.

Gözünden süzülen yaşı hızlıca elinin tersiyle sildi. Jeongin ona bakmıyordu bile, işini çabucak bitirmişti ve sandalyeye oturmuş, masanın üzerine ayaklarını atmış telefonla oynuyordu. Onun tarafından bir yabancı gibi görülmek kalbinde fırtınalara sebep oluyordu. Oysa Jeongin'i gördüğü an yalnızca güneşin açacağını hayal etmişti. Yıllarca süren sonbaharın son bulduğunu hayal etmişti, şimdi çok daha kötü hissediyordu. Onun yokluğuna ağır ağır alışırken birden hayatına yeniden girmesiyle dengesi bozulmuştu. Alıştığı hayat düzeni tepetaklak olmuştu.

Burnunu çekti sessizce, ancak çıkan ses Jeongin'in bakışlarının Hyunjin'i bulmasına yetmişti. Artık hiçbir yeri temizlemek istemiyordu. Elindeki toz bezini su dolu kovanın içine bırakmasının ardından çantasını taktı. Jeongin, oturduğu yerden kalkıp sandalyesini düzeltmişti. Bakışlarını bir saniye bile çekmeden Hyunjin'in kızarık gözlerine baktı. Gitmek için hamle yaptığında Jeongin beklemeden seslendi ona, "Sen iyi misin?" diye sordu. Neden ağladığını merak ediyordu, dün gece uyumadığı açıktı. Normalde kendisiyle konuşmaya çalışacağını düşünen Jeongin, konuşmadıysa kötü bir şeyler vardır diye düşünmeden edememişti.

Hyunjin sinirle bedenini pembe saçlı gence döndürdü. Kaşlarını çatarak, "Çok iyiyim." dedi sert ses tonuyla. Jeongin beklemediği davranışla kendi kaşlarını çatmıştı. "Alt tarafı soru sorduk, ne bağırıyorsun?" diye çıkıştı ona. Peki Jeongin iyi miydi? Daha iyi olabilirdi, ancak bir Hyunjin kadar da kötü değildi.

Ona doğru iki adım attı Hyunjin. "Çok umrunda sanki. Sikine taktığın mı var beni?" dudağının sol yanı kıvrılmıştı sinirle, kalp atışları hiç normal değildi. Jeongin, Hyunjin'in bu davranışlarıyla ilk kez karşılaşıyordu. Şu ana kadar küçük Hwang'ının değiştiğini düşünmüştü, ancak sanki karşısında şimdi farklı bir insan vardı. Hyunjin işte o an ilk kez sesini yükseltmişti Jeongin'e, pembe saçlının elleri hafifçe titremeye başladığında yumruğunu sıktı. Ne hissettiğini kestiremiyordu. Hyunjin'i çok umursuyordu; onunla herhangi bir şey konuşmasa da, halini hiçbir zaman sormasa da, ondan başka birinin Hyunjin'i kendisi kadar düşündüğünü asla düşünemezdi. Ancak umursadığını belli etmezse umursadığının ne anlamı kalırdı ki?

"Umursuyorum." dedi kısık tondaki sesiyle. Hyunjin kısa bir kahkaha attı bunun üzerine, kahkahası sona doğru kıkırtıya büründüğünde alaycı konuşmasını sürdürdü. "Siktir oradan." şimdi hissediyordu işte Hyunjin'in kalp kırıklıklarını. Onun kırıkları kendi kalbinde yaralar açarken gözleri doldu. Çünkü Hyunjin'in alaycı gülüşlerinin ardında nasıl kırıldığını anlayabiliyordu.

Hyunjin tekrar gitmeye yeltendiğinde "Hwang." dedi yalnızca, göz kapakları düşmüştü, diyecek bir şeyi yoktu ancak gitmesini istemiyordu.

Hyunjin, Jeongin'in dudaklarından soyadını duyduğunda arkasını döndü yeniden. "Bana hala nasıl öyle seslenebiliyorsun?" dedi. Sesi titremiş, gözleri dolmuştu. Jeongin bu yüzü görmek yerine ölmeyi yeğlerdi. Canını bile verebileceği insanın canını yakmak onu mahveden en büyük şeydi. Cevap veremedi sorusuna, yorgun, dolu gözleriyle baktı yalnızca kızarık gözlere.

"Bana neden bir yabancıymışım gibi davranıyorsun sakura?" ona doğru bir adım attı Hyunjin, Jeongin olduğu yerde duruyordu. Ona sakura demeyeli yıllar oluyordu, dudaklarının arasından çıkan bir sözcük gözyaşlarını serbest bırakmasına yetmişti. Yutkundu, içindeki her şeyi söylemek istedi o an, ama yapamadı. "Ben sana hiçbir şey yapmadım ki." Hyunjin'in kadife gibi sesine karşı gelmek çok zor geldi ona. Diyemezdi ki şimdi sen neden beni yıllarca aramadın diye.

"Ben senin için bir yabancı değilim sakura. Ben senin çocukluğunum, gençliğinim, belki en büyük pişmanlığın, belki de en büyük mutluluğunum. Ama bir yabancı değilim."

Kollarını hızlıca dolamıştı Hyunjin'in beline. Burnunu gencin boyun girintisine yerleştirdi, sanki tanrı bilerek onu öyle yaratmışçasına yetişmişti boynuna. "Sana hiçbir zaman bir yabancıymışsın gibi bakmadım, bakamadım." demişti titrek sesiyle. Hyunjin duymazdan geldi sözlerini, bir süre öylece kalmasına izin verdi, çok uzun değildi. Sarılmasına karşılık da vermedi, saçlarından fark ettirmeden koku çalmasının ardından Jeongin'in bileklerinden nazikçe tutup kendinden uzaklaştırdı onu. Ardından tek bir kelime dahi etmeden çıktı laboratuvardan.

Anıları unutmuş gibi davranıp ona eskiyi hatırlatması canını yakıyordu. Jeongin'in ona iyi davranmasını istiyordu. Bir iyi, bir kötü -daha çok kötü- olmak ağlama isteğinden başka bir şey getirmiyordu Hyunjin'e.

İlk başta o denemişti Jeongin'e gitmeyi, reddedilmişti. Şimdi ise Jeongin'e ters davrandığında onun kendiliğinden çabaladığını fark ediyordu. Yaptıklarından, hissettirdiklerinden pişman olsun; kendisine hissettirdiğini hissetsin istiyordu Hyunjin. Ancak nereden bilebilirdi ki Jeongin'in aklından neler geçtiğini? Onun kafasında yaşamıyor, onun kafa karışıklığını çözemiyordu ki.

Jeongin de çözemiyordu yaptıklarını, neden Hyunjin'in dolu gözlerine dayanamadığını, neden ona sarıldığını, neden o yanından ayrıldıktan sonra dakikalarca ağladığını. Onunla olmayı istiyordu, öncesinde kendisine direttiği geçmişi yüzünden uzaklaşmıştı ondan. Ama gerek yoktu ki buna. Yalnızca anlaşabilmek için konuşmaları gerekiyordu.

Böylece geçerdi belki de tüm kırgınlıklar, erirdi buzlar. Onlarınki; belki bir geçmiş olarak kalmaz, geleceğe dönüşürdü. Ama önce, kırılması gereken bir inat ve bir korku vardı.

kitabın şarkısı her ne kadar 'all of me' olsa da 'dolu kadehi ters tut - gizemli gizem' dinleyerek kurguyu buldum, şşh.

çabucak bölümleri atmak istiyorum ama aynı zamanda yazamıyorum, taslaklar bitecek diye çok korkuyorum. :(

strangerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin