07

277 54 37
                                    

Biri bir salıncakta, bir diğeri diğer salıncakta oturmaktaydı. Jeongin, üzerindeki kendisine bol gelen paltonun içindeyken ısınmıştı, mutluydu ve yüzünde aptal bir sırıtış vardı. Hyunjin'in kokusunun bedenine sinmesini istiyor, derince çekiyordu yoğun kokuyu. Hyunjin'de fark etmeden başını yana eğmiş, gülümseyerek pembe genci izliyordu. Çekik gözler kendi yüzünü bulduğunda afallamış, eğik başını düzeltmişti. Kendisi de üşüyordu hafiften, ama bunu umursamıyordu. Üzerindeki kazak kalındı, Jeongin'in bu sevimliliğini sonsuza kadar izleyebilecekse sonsuza kadar üşümeyi kabullenebilirdi.

Jeongin, Hyunjin'e bakışlarını getirdiğinde peşpeşe hapşırmaya başlamıştı. Hyunjin, bir kedi gibi hapşıran çocuğa odaklanmadan edememişti tabii ki. sonunda rahatlayan Jeongin çantasından bir peçete çıkarıp burnunu silip tekrar çöpe atmıştı peçetesini.

"Küçükken.." aralarındaki sessizliği bozduğunda gülümseyen gözleri ile devam etti lafına, "hasta olduğum gün, sadece sen beni affet diye hasta etmiştim kendimi." şimdi Jeongin gülümseyerek taş zeminde dolaştırıyordu bakışlarını, Hyunjin'in ise kaşları havalanmıştı. Sözlerinin devamını merak ettiğinden daha iyi odaklandı pembe saçlı gence. "Gece çok soğuktu ve ben incecik giyinmiştim. Evden çıktım ve saatlerce dışarıda dondurma yedim. Sabah uyandığımda ise gerçekten hastalanmıştım." hafifçe kıkırdamıştı, Hyunjin merakla sordu sorusunu, "Şimdi de bilerek mi hasta oldun yoksa?" dediğinde Jeongin başını her iki yana salladı gülerek. "Hayır tabii ki, çocuk muyum ben?" dedi.

Hyunjin salıncaktan kalktığında Jeongin'in yüzünden gülümsemesi hafifçe silinmeye başlamıştı. Hyunjin tam karşısında durduğunda merakla gözlerini açmış ona bakıyordu. Genç adam belini hafifçe öne büküp Jeongin'in salıncağın demirlerini sardığı ellerinin üzerine ellerini koymuştu. Jeongin paniklemeden edememiş, kalbinin hızlanışını umursamamaya çalışmıştı. Ancak umursanmayacak bir kalp atışı da değildi bu. Salıncakta hala otururken adımlayarak geri geri gidiyordu. Ancak Hyunjin aynı şekilde ona yaklaşıyor, hatta her adımında daha çok yaklaşıyordu. Hızlı nefes alışverişlerinin farkındaydı Hyunjin, yüzünde bir sırıtış belirmişti. Sonunda salıncağın daha geri gitmediğini fark eden Jeongin, burnunun dibinde duran gence odaklanmıştı. Yutkunmadan edemedi. Hyunjin, bir elini Jeongin'in elinin üzerinden çekip yumuşak saçlara götürmüştü. Kulağının üzerine düşen kısa pembe saçları parmağıyla geriye iteledi, kıpkırmızı kulağın dibine girdiğinde Jeongin nefesini tutmuştu.

"Belki de.. benim gözümde hala o küçük sakurasındır."

Jeongin, dudaklarının arasından çıkan hıçkırık ile dudaklarına geçirmişti dişlerini. Hyunjin'in bıraktığı elini hızla ağzına kapattı. O kadar kasılmıştı ki hıçkırık tutmasını engelleyememişti. Hyunjin duyduğu hıçkırıkla kocaman gülümsedi. Hafifçe geri çekildi Jeongin'in kulağından. Hyunjin gözlerine baksa da Jeongin bulabildiği her köşeye kaçırıyordu bakışlarını. Hyunjin alnını Jeongin'in alnına yasladığında fısıldayarak devam etti. "Sadece gözlerime bak, sadece bana odaklan." pembe saçlı cümleleri duymanın ardından gözlerine bakmıştı, kırpmadan baktı gözlerinin derinliklerine.

"Konuşalım mı sakura? Çözelim mi sorunlarımızı?" Jeongin başını sallarken elini çekmişti dudaklarından, bir hıçkırık daha kaçırdığında sinirle gözlerini kapattı ve derin bir nefes verdi. Hyunjin kıkırdayarak ayrıldı Jeongin'den. Kendisi utanmamış mıydı? Utanmıştı tabii ki, elleri tir tir titrerken kendisine nasıl sakin kaldığı söylenirdi ki? Jeongin, siyah saçlarının kapattığı kırmızının tonlarında gezinen kulaklarını görecek olsaydı nasıl bu ciddiyetle yakınlaşabilirdi ki ona?

Beraber kamelyaya oturduklarında Jeongin üzerindeki geniş paltoyu çıkarmış, her ikisinin de omuzlarını saracak şekilde giydirebilmişti. Tabii paltonun her ikisine de yetebilmesi için çok yakın oturmaları gerekiyordu ve bu yakınlık aralarındaki sıcaklığı daha çok arttırıyordu.

strangerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin