"Hyunjin, hala çıkmadın mı duştan?"
Jeongin, Hyunjin'in sorusunu yanıtlamadan ellerini göğsüne yerleştirip sertçe itti. Geri sendeleyen Hyunjin'in elinden hiçbir şey gelmiyordu. Jeongin hızlıca yürüyerek soyunma odasından çıkmıştı, Felix hızla yürüyen bedene bir bakış atıp yeniden Hyunjin'e yöneldi. Felix ona yaklaşırken arkadaşının ağladığını anlamıştı. Adımlarını hızlandırıp yanına ulaştı, endişeli bakışları yüzünün her noktasına değiyordu. "Hey, senin neyin var?" dedi. Hyunjin ise başını hafifçe her iki yana salladı, dudaklarının arasından titrekçe "Bir şey yok." diyebilmişti. Dolabından sırt çantasını çıkarıp kilitledi ve hızlı adımlarla kendisi de çıktı. Felix'i beynindeki soru işaretleri ile yalnız bırakmıştı.
Jeongin'in aklından tüm olanlar geçiyordu. Hyunjin'e sert davrandığı için kötü hissetse de bunu hak ettiğini düşünüyordu. Başı ağrımaya başlamıştı ve bu düşüncelerden sıyrılmaktan başka hiçbir şey istemiyordu. Yıllarca yanına yaklaşmayan Hyunjin ile karşısında 'seni çok özledim' diye haykıran Hyunjin'in aynı kişi olup olmadığını merak ettiği bir gerçekti. Onun için yaptığı her şeye rağmen kendisinden uzaklaşan Hyunjin'di, kendi için bile yapmadığı fedakarlıkları Hyunjin için yapmıştı. Onsuz kaldığı her an onu düşündü, unutamadı asla. Unutmakta istemedi, eğer isteseydi yüzünü hafızasından silmemek için onun yüzüyle doldurmazdı kağıtlarını. Kızgınlığına rağmen özlediğini kabul edemezdi, sadece onun için ağlayamazdı.
Ona yalnızca sınıf arkadaşı gözüyle bakmalıydı. Böyle yapamazsa eğer Jeongin'in daha çok canı yanacaktı ve artık Hyunjin yüzünden kendi canını yakmak istemiyordu.
Tüm bunları düşünürken sonunda evine ulaşabilmişti. Anahtarı deliğine sokup çevirdi ve boş eve girdi. Çantasını kapının kenarına fırlatıp odasına yönelmişti. Kısa bir duş alıp rahatlamayı düşünüyordu, oldukça yorucu bir gün geçirmişti ve yorgunluğunu atması gerekiyordu.
Bir sürenin ardından duştan çıkmış, üzerini değiştirmiş ve yatağına uzanmıştı. Gelen bildirim sesi ile derin bir nefes verip telefonuna uzandı, yabancı bir numaradan gelen bildirime tıkladı merakla.
*****
Ses dosyası (4.35)
GörüldüSes dosyasına tıkladığında çalmaya başlayan şarkının ilk saniyelerinde kapattı telefonun ekranını. Bu şarkı, Hyunjin'le ikisinin şarkısıydı ve bu mesaj kesinlikle Hyunjin'den gelmişti. Eğer bu şarkıyı dinlerse kalbindeki acı derinleşirdi, dinlerse açılırdı yaraları. Pişman olurdu ona 'ben de seni özledim' diyemediği için, pişman olurdu ona sarılmadığı için.
Avuçlarını gözlerine bastırdı, ağlamayacaktı. Bu işin içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Hyunjin'in peşini bırakacağını düşünürken Hyunjin daha çok koşuyordu peşinden. Kaçmaktan başka yoktu çaresi, Hyunjin'e her ne kadar çok öfkeli olsa da ona kötü davranmak isteyeceği en son şeydi. Sadece uzak duracaktı, Hyunjin de onu böylece unutacaktı.
Hyunjin attığı mesajın ardından herhangi bir cevap alamayınca daha çok yıkılmıştı. Jeongin'in onu gerçekten özlemediğine inanmak istemiyordu. Aklının köşelerinde hala inanç kırıntıları vardı ve onlar da Jeongin'in davranışları yüzünden kaybolmak üzereydi. Bacaklarını kendine çekti ve dizlerinin üzerine başını koydu. Ağladı. Sadece ağladı; umutsuzca, can kırıklarını yüreğinden atma çabasıyla,
rahatlamayı bekleyene kadar ağladı.Onunla konuşmaya ihtiyacı vardı. Canını o yakarken bile onu iyileştirebilecek tek kişi ondan başkası değildi. Nedenini öğrenmek istiyordu, ondan bu kadar kaçmasına neden olacak ne yapmıştı? Yalnızca Jeongin'in ölü bedeninin ardından matemini sürdürmüştü. Her noktasını, her dakikasını, her anısını özlemişti. Yokluğunu en derinlerinde hissetmişti. Jeongin'in kendinden gitmesine neden olacak hiçbir şey onun suçu değildi. Ancak kaçıp giden de Jeongin'den başkası değildi.
Biri birinden kaçsa da, birinin yüreği özlemle parçalansa da eski komodinlerinin en alt çekmecesinden mp3 çalarlarını çıkardılar. Birbirlerine aldıkları mp3 çalarlardı bunlar, üzerinden yıllar geçmişti. Ancak her ikisi de gözü gibi bakmıştı hediyelerine. Kulaklarına takmalarının ardından yataklarına uzandılar ve uyuyuncaya kadar gözyaşlarıyla bu şarkıyı dinlediler.
Güneş, gökyüzünde belirmeye başladığında Jeongin acıyan gözlerini araladı. Penceresinden gelen ışık gözlerine vuruyordu, dudaklarının arasından bir küfür fırlatıp yatakta yavaşça doğruldu. Çok az uyuyabilmişti, hala kulağında kulaklığı, hala çalan o müzik ve hala uykusu vardı.
Geçen uzun saatlerin ardından okuldaydı. Birinci ders saati geçmişti, Hwang Hyunjin uyuyordu. Yang Jeongin ise ön çaprazında oturan çocuğu izliyordu. Okula geldiğinden beri Hyunjin'in derslerde uyuduğunu nadiren görmüştü, içten içe ne olduğunu merak etse de umursamadığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Kaşlarını çattı ve hocaya odaklanmayı denedi. Yine de kendisi de çok dayanamamış başını yaslamıştı sırasına.
Jeongin sırasına tıklatılan tok kalem sesiyle başını sırasından kaldırdı. Gözlerini kısarak başında duran insanın simasının netleşmesini bekledi, bu öğretmeniydi, Bayan Kang. Duruşunu düzelterek hocasının suratına bakmaya devam ediyordu. "Duymadın mı beni?" dedi öğretmen. Jeongin başını her iki yana salladı ve dinlemeye çalıştı öğretmenini. "Neden dersimde bu kadar çok uyudun? Dersimde uyumaman gerektiğini bilmiyor muydun?" kadının sinirli bakışları yüzünde gezinirken Jeongin ses tonunu yumuşatarak sorusunu cevapladı. "Özür dilerim hocam, dün gece pek uyuya-" sözünün kesileceğini tahmin edemezdi, elini sertçe sırasına vurup sert tondaki sesiyle "Kes!" diyen öğretmenine kaşlarını çatarak baktı. "Kendi problemlerim beni uykusuz bırakırken sizin bana hiçbir şey katmayan dersinizi dinleyemezdim hocam, kusuruma bakmayın." dedi ses tonunu düzelterek. Bütün sınıf pür dikkat bu ikiliyi izlerken Hyunjin; Jeongin'e hayranlıkla bakıyordu, tıpkı tüm sınıf gibi. Dudaklarının arasından istemsizce fısıldayarak "Bravo." dediğinde öğretmenin sert bakışları saniyelik olarak üzerine dönmüştü, ardından Jeongin'e döndü ve "Yang Jeongin bugün cezalısın!" dedi Bayan Kang bağırarak. Jeongin ise omuz silkip arkasına yasladı, kollarını kavuşturmuştu. Sinirden bir anda deliye dönen öğretmen hızlıca Hyunjin'e döndü. Hyunjin yutkunarak baktı Bayan Kang'a, kadın yüksek ses tonunu koruyarak kaşlarını çattı. "Sen de cezalısın Hwang Hyunjin! Dersimde uyuma hakkını size kimse vermiyor, çıkışta öğretmenler odasında olun!"
Hyunjin şaşkınlıkla bir öğretmene, bir Jeongin'e bakıyordu. Jeongin tepki vermemeye çalışarak öylece karşısındaki tahtada dolaştırıyordu bakışlarını. Hyunjin'in bedeninde çeşitli patlamalar oluşuyordu, Jeongin'le beraber yalnız olacaktı. Bundan daha önemli bir şey olması imkansızdı. Beyninde istemsizce kurduğu tüm olumlu düşünceler tekrar filizleniyordu ve o bundan pek memnun değildi. Yeniden umutlanıp kendi kalbini paramparça etmek istemiyordu, sonuçta Jeongin ona en ufak bir umut tanesi bile bahşetmemişti.
Jeongin, Hyunjin'in bakışlarını üzerinde hissettiğinden sesini çıkarmadı, mimiklerini oynatmadı. Ancak o da heyecanlıydı, çünkü Hyunjin'le yalnızken Hyunjin'in bir şeyler yapacağından emindi. Her ne kadar deli gibi ondan kaçmak istese de, arzularına karşı gelmek istese de Hyunjin peşini bıraksa mahvolurdu.
Alacakları ceza her ikisinin de umrunda değildi. Sadece yalnız kalacakları için bundan memnunlardı ve bu durumdan şikayetçi değillerdi. Saatlerin ağır ağır işlemesini, yaşayacakları dakikaları, biraz isteksizlik ve isteksizlikten çok yüreklerinde barınan istekleriyle beklediler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stranger
Fanfiction[ hwang hyunjin × yang jeongin ] hwang hyunjin'in yıllar önce küllerini savurduğu çocukluk arkadaşı yang jeongin bir gün ansızın ortaya çıkmıştı. devam ediyor.