Dokuzuncu Bölüm

981 150 70
                                    

Yav 500 kişiden 80 kişi oy verme tenezzülünde bulunuyor. Hani beğenmediniz diyeceğim ama 9. bölüme kadar gelmişsiniz 🤡🤡🤡🤠🤠🤠

Bahçedeki geniş salıncakta Seokjin ile birlikte sallanırken ikisi de susmuş, gecenin içinden onlara ulaşan sesleri dinliyorlardı. Ateşböcekleri bir belirip bir kayboluyor, onlarca kanatlı minik böcek bahçeyi turluyordu. Jungkook'un altı ay önce diktiği çiçekler iyice serpilmişti, neredeyse boyunları bükülecek kadar diriydiler. Kokuları hafiften burunlarına geliyordu.

"Seokjin." diye girdi söze Jungkook. Genç Alfa ona döndü ve bacaklarına serdiği kalın örtüyü düzeltirken bakışlarını ileride Heesun hala ile konuşan kocasından çekti. "Efendim?"

"Sana bir şey söylemem lazım."

"Dökül bakalım." Seokjin neşeyle kıpraştı. Şimdi ilgisini tamamen çekebilmişti Omega.

"Öncelikle soruma yanıt vermelisin ama."

"Tamam."

"Sen Namjoon ile... Yani aranızda bir bağ vardır mutlaka... Bu bağın nasıl oluştuğunu hatırlıyor musun?"

"Hatırlamaz olur muyum Jungkook... Hayatımın en mükemmel anıydı." dedi Seokjin gülümserken. Onun gülüşü Jungkook'un içine hem müthiş bir sıcaklık hem de ağır bir keder yaymıştı. Bu gülüşün kendi yüzünde de aynı sebepten belirmesi için neler feda etmezdi...

"On dokuz yaşında, bana evlenme teklifi ettiği anda aramızda bağ oluştuğunu hatırlıyorum."

"Peki nasıl bir histi, birine bağlanmak?

Seokjin bir süre durup düşündü. Gözleri kısılırken o anlara dönüp nasıl hissettiğini hatırlamaya çalışıyordu.

Alfalar çok zor unutur ya da hiç unutmazlardı yaşadıklarını. Geçmişleri ve şimdileri ölene dek onların bir parçası olarak zihinlerinde kalırdı. Bu nedenle hatırlamak zor olmamıştı. Her şey zihninde su kadar berraktı:

Hong Kong'da, Namjoon'un kabul törenindeydiler. Büyük sarayın merdivenleri bordo halılar ile kaplanmış, içerideki yüzlerce davetli hem sohbet ediyor hem de şampanyalarını yudumluyordu. Seokjin kendisini bir yırtığa yamanmış uyumsuz bir parça gibi hissediyordu. Herkesin aksine siyah bir takım giymiş, kendini iyice ortaya atmıştı. Sanki burada olmaması gereken bir fazlalıktı. Ya da bembeyaz bir tuvalin ortasına kondurulmuş zifir kadar siyah bir nokta. Bir türlü bu ağır histen sıyrılıp da ortamdan keyif alamamıştı. Üstüne bir de Namjoon ortalıkta görünmüyordu. Babası ve annesi, büyükannesinin hemen iki yanında durup yanlarına gelen insanları selamlıyordu. Fakat asıl oğlan yer yarılmış da içine girmişti sanki.

Elindeki ince, uzun kadehi dudaklarına götürdü ve küçük bir yudum alıp son bir kez etrafına bakındı abartmamaya çalışarak. Sevgilisini göremediğinde başını tamamen önüne çevirdi ve kimseyle göz göze gelmemek için masanın üzerini incelemeye başladı.

Neyse ki bu uzun sürmedi.

An sonra fısıltılar kesildi. Kafasını kaldırdığında merdivenlerin başında duran Namjoon'a çevirdi gözlerini. Boğazını saran bir kuruluk, yanında ateş gibi keskin bir sıcaklık ile sarmaladı bedenini. Takımının içinde buhar olacağını zannetti.

Namjoon öylesine güzel, öylesine yakışıklı duruyordu ki... Bordo ve siyah karışımı takımı, geriye yatırdığı gür, güneş gibi saçları ile gözleri hemen üzerine çekiyordu. Onun sevgilisi. Onun Alfa'sı...

Namjoon'un, ona bakarken dudakları yukarı kıvrıldı ve bu Seokjin'in de tebessüm etmesine sebep oldu.

"Sonunda..." diye iç geçirdi genç adam, sevgilisi yanına gelince. Kollarını ona uzattı, elleri sabırsızca ensesini buldu ve dudakları birleşti. Kalbi hızla atarken onun yumuşak saçlarını okşadı. Birkaç kişinin iç çekişleri ile gülümseyerek ayrıldılar birbirlerinden fakat Namjoon'un elleri hâlâ beline sarılıydı ve vücutları arasında az bir mesafe vardı.

SEALED FATE (devam etmeyecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin