Uzun süre koştukları için yorulan ikili sonunda durup soluklandı. Seonghwa her ne kadar uzun koşulara alışkın olsa da peri değildi bu yüzden dizlerine yaslanıp iki büklüm olmuştu. Birbirlerine bir süre sessizce bakmışlar ardından sokağı inletecek bir kahkaha salmışlardı. İki deli gibi hunharca gülüyorlar, gelen geçenin ilgisini çekiyorlardı.
"Bu delilik. Onlara meydan okumak tam bir delilikti." Siyah saçlı olan kahkahasına hakim olduktan sonra küçük olana baktı. Hala nefesini düzene sokmak için uğraşıyor, ara ara tiz sesler çıkarıyordu.
"Ne yani? Bunca zaman söylemek istediklerimi içimde mi tutsaydım güzellik meraklısı manyaklar için?" Sakinleşip doğruluğunda Seonghwa sade bir gülümseme ile yaklaşmış ve Yeosang'ın etrafına kollarını sarmak istemişti. Yeosang ise geri çekilip kollarını çapraz yapmış ve kafasını hayır anlamında sallamıştı.
"Olmaz Park, gitme vakti. Sen evine gitme vaktin ve benim de."
"Pff.. pekala. Ama gitmeden bir veda öpücüğü verirsin değil mi?" Umutla sorup dudaklarını öne uzattığında peri yüzünü buruşturup kafasını iki yana sallamıştı. Fazla pembe hayaller kurmuştu anlaşılan gölge avcısı.
"Saçmalama. Seni öpmem. Ayrıca aramızda hiçbir şey yok. Bir kez. Eğlendik bitti, şimdi sen yabancı ben yabancı."
Seonghwa'yı geride bırakıp yürümeye başladığında siyah saçlı çocuk bir kaç saniye olduğu yerde dönüp afallamış, ardındansa hareketlenip küçük olana yetişmişti. Ne demek eğlendik bitti?
"Bir saniye." Durup alaycı bir kahkaha attı. "Sahnede bana karşılık verdin. Benimle manyaklık yaptın ve şimdi beni kendine bağlayıp öylece kaçmak mı istiyorsun?"
Yeosang kafasını yana eğip göz devirmişti sadece. Oysa Seonghwa hala bir cevap bekliyordu ondan. Boş boş baktığını fark ettiğinde ona doğru bir adım atıp yüzüne doğru bir nefes verdi.
"Yoksa bana aşık mı oldun avcı?"
"H-hayır." Eğer sesi titremeseydi bu cümle daha inandırıcı durabilirdi ve eğer Yeosang onu öptüğünde sessizce karşılık vermeseydi yeterince inandırıcı olabilirdi.
Ayrıldıklarında Yeosang bal rengi de olsa koyulaşmış gözlerle ona bakmıştı. Seonghwa içinin titrediğinj hisetti.
"Belli ki öyle olmuş Park." Arkasını dönmüş bu sefer uzun olanın onu durdurmasına izin vermeden ortadan kaybolmuştu.
Seonghwa ise bir süre daha orada kalmış, arından bu gece fazlaca yorulduğunu düşünüp geri enstitüye dönmüştü. Ses çıkarmadan içeri girmiş, kalbindeki ve zihnindeki yoğunluk ile kendini yatağa bırakmıştı. Peri onu büyülemişti. Bunun gayet farkındaydı. Fakat istese buna engel olabilirdi çünkü herhangi fiziksel bir büyü kullanmamıştı. Aslında Yeosang Seonghwa'nın ondan etkilenmesini istememişti bile. Çünkü biraz değil baya yanlıştı. Fakat burası sınav değildi ki yanlışlar bizi başarıdan uzak tutsun?
Acıyan gözleri sonunda uykusuzluğa dayanamayıp kapanınca Seonghwa rüyalar aleminde rahat bir gezintiye çıktı. Sabah ilk iş olarak kuzeninin neden bu kadar erken uyduğunu
sorgulayacaktı. Bu aralar sadece kendi hayatı değil, çevresindeki kişilerin hayatı da rayından çıkıyor gibi hissediyordu. Sanki o trenin başı ve diğerleri de vagonuydu ve yoldan çıkıp yeni girdikleri yol Yeosang ile tıka basa doluydu.*
Güneş ışınları göz kapaklarından içeri sızıp gözlerini açmaya zorlandığında pes edip uyandı. Uyuyalı henüz iki saat olsa da gündüz vakti uyuma ona işkence gibi geliyordu. Odasının eşyaları gibi beyaz olan duvarında asılı duran saate baktı. Sabah sekizdi ve tüm enstitü sanki uyku ilacı içmiş de uyuya kalmış gibi hala sessizdi. Tuhaf bir sessizlik.
Ayağa kalkıp dün değiştirmeye üşendiği üzerinde peri tozu olan kıyafetlerini değiştirdi. Normalde asla bu şekilde yatıp yatağını kirletme riskine girmezdi. Dedik ya, özgür ruhuna rağmen sınırları ve kuralları olan Park Seonghwa, hayatını yönetmekte zorluk çekiyordu artık.
Elini yüzünü yıkayıp temiz bir duş aldıktan sonra bir melek gibi görünmesini sağlayacak kadar göz alıcı beyaz olan bir takım giymiş ve dışarı çıkmıştı. Karşısındaki odadan gelen soluk sesleri şüphe duymasına neden olduğu için tıklama gereği duymadan açtı. Beklediği manzara yerine çok daha farklı bir şey çıkmıştı karşısına. Ne olmuştu da yaramaz kuzeni uslanıp, erken uyur ve sabah erken kalkar olmuş üstelik bir de spor yapıyordu?
"Jun, oynaştığın dişi vampirlerden biri kafanı mı ısırdı?" Koşu bandını durdurup kuzenine baktı. Hayır anlamında başını sallamış ve koşmaya kaldığı yerden devam etmişti.
"Sana ters şeyler bunlar." Nefes nefese kalmış olan çocuk bu sefer gerçekten makineyi kapatmış ve kendini kirli beyaz tek koltuğa atmıştı. Aşağıdan uzun boylu siyah saçlı çocuğa bakıp gülümsedi.
"Daima yaramaz olamam ya. Ben bu sefer fena boku yedim. Bu yüzden de düzeltmeye çalışıyorum." Su şişesine uzanıp bir kaç yudum almıştı. Eminim bunu görse kızlar kudururdu. Anlından ter akan, sıfır kol ve aldığı her yudum ile adem elması hareket eden Park JunHee her kız ve erkeğin kuşkusuz ilgisini çekebilecek biriydi.
"Anlaşılan karşına çıkan kız seni fena dize getirmiş. Var mıydı o kadar dominant biri ya?" Alayla konuştuğu sırada Jun bir kahkaha atmıştı. Seonghwa aniden yanıldığı hissine kapıldı.
"Kız mı? O bir erkek ve büyücü. Doğru çıkan tek şey dominant olması. Daha fazla yaramazlık yaparsam diğer insanlar karşı, bana sağlam bir ceza vereceğini söyledi. Ben de hayatımı düzene sokup uslu olmaya karar verdim."
Ağzından bir şaşkınlık nidası çıkmasına engel olamamıştı. Tebrik eder gibi elini sıktı ve kuzeninin yanına oturdu. Sır verir gibi, kimse duymasın diye eğildi. İçindekileri, Hongjoong'a anlatmadığı kısımları, ona anlatsa sorun olmazdı sanırım?
"Junhee" dediği sırada ismini tam söylediği için ortada bir sorun olduğunu sinyalini almıştı kuzeni. Ciddi bir moda bürünüp dik oturdu koltukta. Gözüyle devam etmesini söylediğinde yutkunmuş ve devam etmişti.
"Kaçtığım gün yer altına inip bir peri ile tanıştım. Onlar için çok güzel olduklarını duymuştum şimdiye kadar ama onun Seelie dünyası için bile fazla güzel olduğuna eminim." Jun onaylarcasına mırıldandığı vakit olayı yavaş yavaş çözmeye başlamıştı. Aklında doğrulaması için Seonghwa devam etti.
"Onunla bolca vakit geçirdik. Kahve içtik, dans ettik ve dahası. Sonra onu öptüm. Ama gerçekten ondan etkilenmek gibi bir amacım yoktu. Sadece çok farklı ve ben baya kapıldım ona ama aramızda bir şey olmadığını söyledi."Jun yine bir kahkaha atmıştı küçümseyen. Kuzeni, oldukça aptaldı. Sonra eğilip sır verir gibi fısıldadı. "Seonghwa ailemiz avcılar için bile fazla kuralcı. Çocuk senin ailene benzediğini düşünüp başından savmak istemiştir."
Anlamaz gözlerle baktığında Jun geri çekilip koltuğa sırtını yasladı ve bacaklarını çaprazladı. Yüzüne kız tavlarken taktığı çekici gülümsemeyi oturttu. "Peşinden koş ama cesurca. Senden etkilenecektir çünkü fazla yakışıklı birisin. Unutma periler nazlı ve zarif. Aileni umursama Park." Park kelimesini özellikle bastırmıştı. "Onun sana bir çok insandan daha faydalı olacağına eminim. Sen lüks seversin ve periler için bile güzel olan biri fazlaca lüks demek. Tam da sana uygun." Sırıttı. Kuzenini yoldan çıkarıyordu.
Kendisi zaten yoldan çıkmıştı o büyücü sayesinde ve kuzeni de yanlış yola girerse kendine bir ortak çıkmış olurdu. Gölgeler dünyasının bağnaz fikirlerini yıkmasına yardım edecek bir ortak.
O sırada kapı açılmış ve mavi saçları ile Hongjoong aralıktan eğilip ikisine bakmıştı. Yüzünde kızgın, istediğini çocuklara yaptırmak isteyen bir hizmetli bakışı vardı. "Siz iki aptal ne yapıyorsunuz bilmiyorum ama iki dakika içinde açıklamanın imkansız olduğu bir tören için giyinmezseniz Bayan Park ikinizi de duvara melek bıçakları ile sabitleyeceğini söyledi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲
FanfictionShadowhunters / Seonghwa x Yeosang / Fantastik, Macera, Romantik / Genel Okuyucu / 13.060 Kelime