9

89 19 0
                                    

"Bunu hayatta yapmam. Ölümü çıkarın kapıdan yine de yapmam." Ne Karen ne Seonghwa ne de Jun'un kandırıkçı sözleri ikna etmişti onu. Yapmam deyip başka bir şey demiyordu resmen.

Öncesini özet geçmek gerekirse; Karen ve Seonghwa Yeosang'ın sadece birini beklediği kafeye birlikte girince neredeyse kıyamet kopmuştu ama durumu kurtaran üç manyaktan sadece şu anlık daha zeki olan Jun'du.

*Flashback*

İçeri adım atan çifti görünce Yeosang'ın yüzü düşmüş ve elindeki mesaja bakmıştı. Seonghwa ona güzel bir haberi olduğunu söylemişti oysa. Güzel haberi Karen ile artan mutlulukları mıydı yani? Çünkü ikisinin de yüzünden güneşi bile geçecek kadar parlak bir gülümseme vardı ki bu Yeosang'ı hem imrendirmiş hem de deli gibi kıskandırmıştı. Yanlarına gelince kızı olabildiğince iğrenti ile süzmüş ve bardağı belki su dökerim diye eline almıştı.

"Ne oldu Park? Bana mutlu haberini vermek için mi geldin?" Yanındaki kızı işaret etmişti. Seonghwa ise kıskandığı için bundan keyif almış ve daha da yaklaşmıştı Karen'a. Kızaran yüzünü görmeyen değerdi ne de olsa. Yine de sonu kötü de bitebilirdi çünkü o bir periydi ne yapacağı belli olmazdı.

"Hmhm evet ikimizin de çok iyi haberleri var sana Yeosang-ssi. Emin ol duyunca bizim adımıza çok sevineceksin." Kolunu omzuna atması ise son damlaydı Yeosang için. Ağzını açmış ve o an aklına ne gelirse sıralamıştı. Gözleri minik bir şokla büyürken perinin de yeri geldiğinde dişli olabileceğini fark etmişti. Bu bir yandan iyi bir şeydi çünkü ömrü onunla eğlenceli geçecek demekti. Evine renk getirecekti eminim bu tavırları.

Söyleyecek sözü kalmayan Yeosang son bir hamle olarak elini kaldırmıştı bir tokat atmak için. Hazırlıksız yakalanan Seonghwa eliyle kızarmaya başlayan yanağını tutmuş ve gözleri dolan Yeosang'ın yeni kelimelerini dinlemeye başlamıştı. "Sen Park Seonghwa, hayatımda gördüğüm en büyük hainsin. Seni hayatımdan çıkarıyorum." Kırılmış bir bakış daha atmış ve yanından geçip dışarı çıkmak için hareketlenmişti.

O sırada Karen tarafından durdurulup genç kızın tiz kahkahalarına da ev sahipliği yapmıştı peri kulakları. Hunharca gülerken hala ağlamak üzere olan periye bakıyordu açabildiği kadarıyla mavi gözleriyle. Durum onlar açısından komikken Yeosang sadece gururu kırılmış, üstelik bağlandığını hissettiği biri tarafından da terk edilmiş hissediyordu. Daha fazla dayanamayıp bu hislerini de dile getirdi.

"Ne o Park? Hoşuna mı gitti duygularım ile oynayıp beni nişanlına rezil etmek?" İkili hala gülerken Seonghwa yine gitmek için fırsat kollayan Yeosang'ı kolundan tutmuş ve kendine
çekmişti. Yeosang ağlar gibi bir ses çıkarken bulduğu her şekilde Seonghwa'ya vurmayı deniyordu. Sonunda gülmeyi durdurup açıklama yapma fikri gelmişti Seonghwa'nın aklına.

"Yeosang bir saniye beni dinle güzelim."

"Güzelim? Ben kimsenin bir şeyi değilim Seonghwa. Hele senin hiç." Araya karışan üçüncü bir ses onların hararetli kavgalarını bilmelerine engel değildi bile.

"Seonghwa ve Karen nişanı bozmanın yolunu bulmuşlardı..." Sessizce mırıldanmış ama perinin keskin kulaklarına ulaşmamıştı Jun'un sesi.

"Öylesin. Güzelimsin."

"Değilim."

"Öylesin."

"Deği-"

Boşluk.

Yeosang'ın şuan kafasında hissettiği şey tamı tamına buydu. Sanki beynini bir arada tutan halatlar kopmuş, gemileri tersaneden suya indirilmişti ondan habersiz. Erik ağaçları bahar gelmeden açmıştı kalbinde. Seonghwa kollarının çevresinden tutup onu sarmaya devam ederken bir tarafı anın güzelliği nedeniyle secdeye bile gidebilirdi inanmadığı tanrı için. O kadar sıcak ve rahatlatıcı bir histi ki demin kavga ederken niye fark etmediğini sorguluyordu. Hele minik pembe dudakları diğerinin kırmızıları ile kısa bir süreliğine buluştuğunda renkleri palette kaybolmuş resmi ruhu ile boyamaya devam eden bir ressam gibi hissetmişti. Seonghwa için diğerinin inadı dünya üzerindeki belki en tatlı şeydi. Onu kırıp buzlarla çevrili kalbine ulaşmak ise Everest'in zirvesi ile buluşmaya bedeldi.

"Tamam çocuklar bu kadar romantizm yeter midem bulandı." Jun ikiliyi ayırmış ve masaya oturmuştu. Hongjoong da geldiğinde Yeosang hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir grup olarak toplanıp tam olarak neyi konuşacaklardı ki? "Şimdi planım oldukça basit. En büyük ve en etkili rol Yeosang'a ait. Bir de adının yeni Isis olduğunu öğrendiğim Karen'ın kız arkadaşına."

Yeosang kafasını yaslandığı Seonghwa'nın kolundan kaldırmış ve düz bir şekilde Karen'a bakmıştı. Çünkü şaşırmıştı kız arkadaş lafından sonra. Ayrıca Isis ismi de tanıdık gelmişti kulağına.

"Ah sen de mi öylesin?" Kız başını sallarken içine biraz daha su serpilmiş gibi hissediyordu. Öte yandan saatlerdir sessiz oturup onu izleyen Hongjoong yüzünden de tedirgin oluyordu. Ne zaman gözlerini ona çevirse kahverengi irisleri ile karşı karşıya geliyordu ve o çekene kadar Hongjoong bakışlarını çekmiyordu bile.

"Hyung sorun ne?" Gerginliğin dağılmasını istiyordu yeni tanışmış olsa bile Hongjoong ile. Kibarca sormuştu bu yüzden kahvesine koyması için şeker uzatırken.

"Öncelikle şekerli içmiyorum, ikinci olarak sorun yok." Yine sessizce izlemeye koyulmuştu. Tabii aradaki tuhaf elektriği hisseden sadece Yeosang ve Hongjoong değildi. Seonghwa da fark etmişti. Bu yüzden Yeosang'a doğru eğilip bir kaç şey fısıldamıştı ardından da kaldığı yerden Jun ile plan yapmaya devam etmişti.Fakat Jun plan hakkında konuşmak yerine şimdi Yeosang'a bakmayı tercih ediyordu.

"Hongjoong'un kusuruna bakma. Ömründe ilk defa peri gördü yazık. İki kanat çırp da gözü gönlü açılsın." Karen ve Seonghwa ayarlı gibi aynı anda kahkaha atarken Yeosang ve Hongjoong ölümcül bakışlar atmakla meşguldü Jun'a. Çıkışta halledelim meseleyi der gibi bir tavırla önüne dönmüştü Yeosang. Fakat Hongjoong hala gözünü ondan ayırmamak konusunda ısrarcıydı. Sonunda dayanamamış ve konuşmaya başlamıştı. "Daha önceden peri gördüm. Sen farklısın. Melezsin değil mi?"

Seonghwa'nın bile aklına gelmeyen bir şeydi bu.

Hongjoong'a şüpheli gözlerle bakmıştı.

Ağzını kapatmayı öğrenmezse Yeosang'ı rahatsız edip kaçmasına neden olacaktı yanlarından koşarak. Öte yandan Yeosang gözlerini kaçırıp nereden anladığını bilmediği çocuğu başını sallayarak onaylamıştı. Şimdiden bir çok kişi öğrenmeye başlamıştı bile işte. Bir gölge avcısı ile yakınlık kurmak bu yüzden tehlikeliydi.

"Nereden anladın? Lütfen kimseye söylemeyin." Ardı arkasına söylediği kelimeleri bir tur da tekrar etmişti. Korkuyordu ne de olsa. Elinden gelse hepsinin hafızasını silerdi tek hamle ile.

"Görünüş ve farklısın. Bilmiyorum gıcık peri hissiyatı yok. Gereğinden daha güzelsin." Aniden gelen soru ve gözlerinin içine bakılması bu defa Hongjoong'u utandırmıştı. Yanakları al al olurken neden iltifat ettiğini soruyordu kendine.

Yine masaya sessizlik çöktüğü zaman konuşmaya Jun devam etmişti. "Onlara yarı gölge avcısı olduğunu söylesen, daha kolay olmaz mı Seonghwa'yla kavuşmanız? Tüm bu aklımdaki oyun yerine daha mantıklı gibi geliyor kulağa." Düşünceli bir sesle sormuştu. Çünkü plan sadece belli bir süre idare ederdi onları. Elbet fark edilecekti gerçekler.

"O zaman sürekli bir gölge avcısı gibi yaşamak zorunda kalırım. Üzgünüm ama türünüzü hala sevmiyorum." Seonghwa hala ağzını şaşkınlıkla açıp kapıyordu. Ne yani perisi Raziel'in çocuklarından mıydı? Dahası.. hangi aile ile karışmıştı onun soyu? Ve daha bir çok soru. "Özgür olmayı seviyorum bu halim ile. Belki gözünüzde narin, zayıf bir şeyim ama mutluyum bu halimle." Konuşmanın kapandığından emin olmak istiyordu. Herkese göz ucuyla baktığında kimsenin konuşmak istemediğini anlamıştı. Bu yüzden Jun herkese hitaben ayağa kalktı ve saatlerdir Seonghwa ile ölçüp biçtiği planı anlatmaya karar verdi. Konuşmacı edası ile boğazını temizleyip üstünü temizlerken diğerleri 'şov yapma' der gibi bakıyordu yüzüne.

"Yeosang'ı aile yemeğine kız gibi götüreceğiz." Gülümseyip söylediği kelimelerin ardından Yeosang'dan bir çığlık yükselmişti. Kelimeleri hece hece ayırarak dikkat çekici bir şekilde söylemişti.

"Bunu asla yapmam."

𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin