"Size yapmam dedim."
Yeosang'ı dinlemeyen grup son hızla elbise seçme işine geri dönmüştü. Karen pembe rengi uygun görürken Kwan ve Jun mavide karar kılmıştı çünkü sarışın bir bedende mavi daha güzel görünürdü. Oysa Seonghwa beyaz bir şey istiyordu tıpkı melekler gibi görünsün diye. Kanatlarının da olmasını isterdi ama ailesi anlardı o zaman ne olduğunu. Bu yüzden de sadece beyaz bir şeyler olsa kabulüydü.
"Çocuklar sevgili benim sevgilim bu yüzden beyaz giysin istiyorum." Uyarır bir sesle Jun'a baktığında Jun hiç umursamamış ve Yeosang için hazırlamakta olduğu kombine mavi taşlı takılar seçmeye başlamıştı. Yeosang'a gelince, göz ucu ile baktığında onun dizlerine direklerini ve çenesini yaslamış, düşünceli olduğunu görmüştüm. Eh tabii, nasıl davranmasını düşünmesi gerekirdi bu akşam için.
"Salak düğüne değil akşam yemeğine hazırlık yapıyoruz. Ne yapacaksın kıskandırır kıskandırmaz imam nikahımı kıyacaksın çocuğa?" Karen kendi yaptığı espriye gülerken Seonghwa gözlerini kısmıştı.
"Nikahıma gel bari. Soran olursa eski nişanlım derim." Genç kız onunla dalga geçerken Jun da onun ne kadar eğlenceli bir insan olduğunu düşünmekle meşguldü, çünkü istediği kombini bitirmişti. Yeosang'ın önüne getirip gösterdi. Hafif erkeksi bir tınısı da olduğu için eminim diğerlerine göre daha fazla tercih edilme ihtimali vardı mavi kombinin.
"Ne dersin Sang-ie? Diğerlerinin çöpten alınma kıyafetlerinden daha güzel değil mi?" Gururla konuşunca kafasına bir çift ayakkabı yemişti. Karen topukluları vurmuştu kafasına tabii ki. Acıyla inleyip kafasını okşarken Seonghwa fırsatı değerlendirip kendi beğendiği şeyleri getirdi perinin önüne bu sefer.
"Güzelim, beyaz bence hoş durur üstünde." Anlayacağınız üzere Yeosang'ı bir kadın gibi giydirmek istiyorlardı akşam yemeği için. Bu fikir Jun'un aklına gelmişti ve diğerlerine sunduğunda Yeosang hariç herkes fikri beğenmişti. Yeosang beğenmiyordu çünkü o bir kız değil gayet de erkeksi bir erkekti. Üstelik narin elbiseler hiç de rahat görünmüyordu gözüne. Başını iki yana sallayıp geriye kaçtığı sırada Seonghwa onu tutmuştu.
"Bizim için yapamaz mısın? Yeosang çok harika bir fırsat bu. Yapman gereken tek şey kız gibi davranmak bir süre. Sonra her şeyi açıklarız." Yavru köpek bakışı atmak ne zamandan beri avcıların hobisiydi şuan onu sorguluyordu Yeosang. Üçü birden yalvarır gibi bakınca dayanamamış ve kabul etmişti.
"Bizim için değil Seonghwa, Karen ve kız arkadaşı için. Senden hala burnu havada havası alıyorum." Seonghwa bozulmuş olsa da tamam demişti. Perisi.. o hala fazlasıyla inatçıydı. Bu biraz da zevk veriyordu Seonghwa'ya çünkü eğlence çıkıyordu. Onun kaçması, Seonghwa'nın kovalaması, buluşunca gözleri kısacık ana yansıyan milyonlarca güzel duygu. Hepsi özel yapıyordu onu. Yeosang da biliyordu onun değerini.
"O zaman hangi kombini giymek istersin? Pembe en iyisi değil mi? Zarif ama güçlü." Karen heyecanla yakası süslü, derin dekolteli, pembe, saten bluzu ve beyaz şortu göstermişti. Beyaz uzun elbise ya da mavi kot ceket artı beyaz tişört, kot etek kombinlerine nazaran çok daha göze hitap ediyor gibi duruyordu Yeosang için. Sonuçta kız olacaksa hakkını vermesi gerekirdi öyle değil mi? Bu arada kıyafetlerin nereden geldiği sorulacak olursa, Karen'ın kız arkadaşı da yaklaşık Yeosang ile aynı yapıdaydı ve bu işte o da gönüllü olmuştu. Oyun bitene kadar Isis'ın dolabı Yeosang'ın dolabıydı.
"Siz iki aptal göz zevkinden anlamıyorsunuz bana kalırsa. Karen lütfen bırakma beni bunların eline. Yoksa bir savaşçıdan çok prenses yaparlar beni." Jun'un dil çıkarmasını göz devirerek karşılamış ve Karen'ın elindeki kıyafetlerle köşedeki kabine ilerlemişti.
"Yaklaşanı öldürürüm." İki gözüm üzerinizde dercesine iki parmağı ile onları işaret etmiş ve ardından gözlerine yaklaştırmıştı. Kabinin arkasında kaybolunca geride kalan grup gülüşmeye başlamış ama bu Yeosang'ı sadece bir fazla sinir etmişti.
Üzgün bir şekilde bluz ile boğuşmaya devam edip yanakları daha onlara gözükmeden kırmızı rengini alırken sadece doğal olmak için ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Kavga ederken birlikte tamı tamına iki saat harcamışlardı. Bu yüzdendir ki kısacık vakit içinde makyaj ve Kwan'ın göz yanıltma büyüsünü yapmak ve akşam yemeğine hazırlanmak zorundaydılar. Çıkmaya hazır olduğunda derin bir nefes almış ve dışarıya bir adım atmıştı. Çoktan kulaklarına Jun'un 'o' sesleri ve yeni gelmiş olan Kwan'ın ıslığı ulaşmıştı. Karen hayranlıkla süzerken Seonghwa hala bir tepki vermemişti.
Acaba çok mu kötüydü görünüşü onun için? Sonunda ağzı bir şeyler söylemek için açılmış ama yüz ifadesinden de anlaşılacağı üzere toparlayamadığı kelimeler yüzünden kapanmıştı tekrar. Bu yüzden en iyi yaptığını yapmış ve kelimelerini küçüğünün gözlerine bakışları ile fısıldamıştı. Sen başıma gelmişti harikulade bir ahvalsin. Ne de güzeldir aşkı iki saniyelik bakışa sığdırmak. Kalp titreten, kanı damardan çıkarcasına hızlandıran, cehennemi bedenle buluşturan bakışlar şüphesiz her türlü cinsellikten daha zevk verir insana. İşte o anlardan biriydi. Yeosang tüm şüphesini giderip derin, kara gözlere odaklanmışken bir yüz yıl kadar kalabilirdi o anda eğer diğerleri dürtüp uyarmasaydı.
"Bakın çocuklar gerçekten önemli bir yemek ve acele etmeliyiz. Kwan büyünü yap ve Karen, tek hazırlanması gereken kız Yeosang değildi. Seonghwa çuval giyse sorun olmaz zaten sözde aldatan taraf ama siz iyi giyinmek zorundasınız."
Jun hızlıca açıklama yapıp kendi için bir şeyler bulmaya gider gitmez, Seonghwa da çıkmış ve Jun'un peşinden gidip üstüne siyah bir takım giymeye karar vermişti. Karen ise içten içe beğendiği için Jun'un hazırlamış olduğu kombini kapmış ve Yeosang'ın biraz önceki kaybolduğu kabine gidip değişmişti üstünü. Geriye geldiğinde tek bir şey kalmıştı.
Makyaj.
Hafif tonlarda bir şeyler yaparken Yeosang'a kendine daha ağır bir makyaj tercih etmişti yine mavi ağırlıklı. Yeosang'ın gözlerine ön plana çıkarken o dudaklarını tercih etmişti öne çıkarmak için. İkisi de şuan görülmeye değer bir güzelliğe sahipti. Erkekleri baştan çıkaracak, tıpkı birer tanrıça.
"Yeosang fotoğrafımı çeksene. Isis'a atmam gerekiyor." Ojeleri kurusun diye ellerini sallarken köşedeki çantayı işaret etmişti. Biraz arama sonucu telefonu bulan Yeosang gülerek karşısına geçti kızın.
"Isis ölecek senin yüzünden hain kadın." Hızlı bir kaç poz vermiş ve galerisi yarısını silmek üzere olduğu yirmi kadar fotoğrafla doldurmuştu. Karen atacağı fotoğrafa karar vere dursun, Jun ve Seonghwa takımlarını giyip geriye gelmişti kızların odasına. Bu arada ortamdan hiç çıkmayan Kwan yaptığı büyü sayesinde şimdi bu küçük grup hariç Yeosang'a bakan herkes güzel bir kız görüyordu sadece. Köşede kızların laklaklarına kulak asmadan kedisi San'ı okşuyordu. Yanına gelen Jun'un kucağına bırakmış ve kedi için mama getirmeye gitmişti. Kıvırta kıvırta yürürken Jun'un aklı çoktan uçmuştu.
"Hayırlı olsun kardeşim. Ama geceye daha var." Aklındaki düşünceleri tellendiren Seonghwa'ya baktı gözlerini kısarak.Kediyi koltuğa geri bırakmış ve dalaşmak için yanaşmıştı siyah saçlı olana. Omzuna vurduktan sonra karşılık olarak ensesinden çekilmiş ve kafası sıkışmıştı Seonghwa'nın kolunun altına. Klasik erkek şakalaşmasıydı işte.
"Tamam gençler oyununuza sonra devam edin. Sadece on beş dakika kaldı. Kwan hariç gitmemiz gerekiyor. Yeosang sen sonradan geleceksin. Oyun için daha uygun düşer böylesi ve sakın gerilme. İfşa olur kız olmadığın yoksa." Bu biraz zor olacaktı çünkü Yeosang kolay parlayan biriydi her zaman. Hislerine çoğu zaman hakim olamazdı. Eğer biri damarına basarsa bu akşam net biterdi ki oyun gereğince bolca linç yiyecekti.
"Gidelim o zaman. Sen de yemek bitmeden ama hazır olur olmaz gel. Güven bana Yeosang, her şey güzel olacak."
Bu söz aslında en büyük yalandı ama Yeosang sadece onu söyleyen Seonghwa olduğu için bile inanabilirdi. Gerçekten her şey güzel olacak mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲
FanfictionShadowhunters / Seonghwa x Yeosang / Fantastik, Macera, Romantik / Genel Okuyucu / 13.060 Kelime