İki günden uzun süredir hapis kaldığı bu oda güya aklını başına toplamasına neden olacaktı. Sapkın düşüncelerinden kurtulacak, iyi ve temiz bir akla sahip olup onun için en temiz seçeneğin Yeosang değil Karen olduğunu kavrayacaktı. Fakat bir şeyler tersti ki onların fikri her seferinde Seonghwa'nın aklında bir yalandan öteye geçemiyordu. Yeosang en iyi seçenekti çünkü. Kalbi en doğruyu seviyordu tüm herkes hayalden ibaret dese de. Rüya bile olsa onunla olan bakışmaları yine de peşinden koşardı her gece ve her gündüz. Yakalamak için varını yoğunu harcar, bilinmezliğe adım atardı onunla korkusuzca. Ruh eşine sahip olmak ne güzel şeydi. Herkesi bir kenara bırakıp onun hayaline tutunmak ise hepsinden güzel olanıydı. Sahte yansımasına bile onu anlatmak... Aşkın en uç noktası olsa gerekti.
Bu gece gitme...
Burada bir kez daha kal.
Seonghwa sadece bir kaç saniye daha yaşamak istiyordu Yeosang'ın hayali ile kendi dünyasında. Karşısındaki aynaya arada yansıyan görüntünün hayalden ibaret olmamasını ve biraz daha kalmasını. Gün batarken, yansıyan turuncu-altın ışıklar ile gözlerine şölen olmasını.
Bana neye benzediğini hatırlat...
Çünkü gözlerini kapattığında siliniyordu hayalindeki beyaz kanatları. Bunu istemiyordu. Başına gelmesi dünyanın en korkutucu olayı, sonu en hüzünlü biten hikâyeydi bir nevi.
Ve aşık olalım...
Küçük ihtimallerin peşinden koşmak bile güzeldi onun için. Aniden birbirine değen gözler, eriyen iki kalp. Bundan daha iyi kanıt mı vardı aşık olduklarında dair? Şarkının devamı zihninde yankılanırken kendince ondan özür diliyordu. Hem gereksiz ithamlar, hem de ailesinden red yemesini sağlamıştı. Acaba şimdi perisine ne yapıyordu onlar?
*
Karanlıktı. Her yer karanlıktı. Kendi içini bile göremediği bir karanlık ki bu onu daha da korkutuyordu. Baş başa kaldığı düşünceler onu farelerden farksız bir tarzda kemiriyordu. Kalan ışığını, kısaca ruhunu kemiriyordu ve Yeosang şuan kaybolmaktan korkuyordu hiç olmadığı kadar. Bu yüzden de dizlerini kendine çekmiş, etrafındaki ruh emici gibi olan auradan korunmaya çalışıyordu. Ne olduğu hakkında en ufak fikri yoktu fakat can yaktığı kesindi. Tek fark herhangi bir yerine batan bir şey yoktu ya da fiziksel bir yaralanma, kanamaya sahip değildi.
Ama bu acı vericiydi. Katlanmak istemiyordu.
Nefesi hızlanıyor, kan bedeninde hızlı akmasına rağmen sanki ucuna ulaşamadığı için üşütüyordu minik pembe parmakları. Kalbi de olduğundan hızlı atmaya başlayınca Yeosang titrediğini hissetti soğuktan. Ama neden titriyordu ki? Hem de ayağa kalkamayacak kadar? Yoksa şu insanların panik atak dediği şeyi mi yaşıyordu şuan kendi içinde?
Şimdi sana ihtiyacım var...
Yanı başımda...
Birine ihtiyacı vardı. Onu sarıp sarmalayacak, dertlerini kısa bir süre omzundan alıp rahatlamasını sağlayacak biri. O Seonghwa'yı istiyordu şuan tam yani başında.
Bu beni yırtıyor... Beni reddettiğin zaman...
Panik atak denilen şey o kadar tehlikeliydi ki, Seonghwa o sözleri içten söylemiş olsa bile gerçek farz ediyordu. Sanki o gün salonda gerçekten onu ortada bırakmıştı. Sanki kolayca kenara atmıştı.
Yalvarıyorum lütfen...
Sadece etrafta dolaş...
Seonghwa'nın aksine Yeosang'ın yanına hayal bile ulaşmıyordu. Tek bir görüntü... Öyle ki Yeosang, Seonghwa'nın yüzünü bile anımsayamıyordu. Bu ona kurulmuş bir tuzaktı. Onlara kurulmuş? Biri her yerde görmekten delirmesi gerekiyordu, diğeri ise görmek isteyip göremeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲
FanfictionShadowhunters / Seonghwa x Yeosang / Fantastik, Macera, Romantik / Genel Okuyucu / 13.060 Kelime