"Hiç, sadece eşsiz güzelliğini keşfetmek istiyorum. Ah unutmadan, sırlarını da keşfetmek istiyorum bu gece. Sakın kaçma ve korkma." Kolunu önüne siper etmesine rağmen genzine giden tozlarla öksürdü. Siyah duman sanki içinden geçmiş, akciğerlerini kum ile doldurmuş gibiydi. Ne nefes aldırıyor ne de kalbine saplanan acıya ara veriyordu ki bu Yeosang'ı daha bitkin hale getiriyordu.
Yere diz üstü düşüp çırpınırken insanda olsun birinin geçmesini diliyordu sadece. Çünkü duman yeni bir manevra yapmış ve üstüne geliyordu eskisinden daha büyük bir hızla ve onu yok etmek isteyen bir hırsla. Kenara kaçıp kıl payı kurtulmuştu ama bu hareketi ile daha da fazla öfkelenmişti rakibi. Genişleyip üstüne doğru kapanırken Yeosang sonunun geldiğini düşündü. Sonunda küçük sırrı öğrenilmiş ve birileri oka sağlam bir tuzak kurmuştu.
Kim bilir ne yaparlardı ona. Belki içindeki tüm melek kanını alana kadar kanlı işkence ederlerdi. Ya da sırf diğerlerinden daha güzel diye tecavüz bile. Aklına gelen karanlık kurgular ile silkelenip ayağa kalmaya çalıştı. Duman yine üzerine gelince daha bir adım atmadan kapaklanmıştı yere, yüzü koyun. Üstündeki toz toprağı boş verip siyah yoğunluğa bakarken artık kendisine ait olduğuna bile emin olamadığı bir sesle konuştu. "Ne istiyorsun benden." Kimi harfi yutmuş kimisini ise bir kaç deneme sonra çıkarmıştı ağzından. Anlaşılması zor kelimeler dumana ulaştığında bir kahkaha koyverdi ortamı sarsan.
"Bilmem. Neden sana taktım ki acaba? Hmm, belki melek kanı taşıyan iğrenç bir hainolduğun içindir? Türüne ihanet gibisin ama çok güzel ve temizsin. Bu yüzden seni karalamayı seviyorum karanlığım ile." Pes etmek istiyordu ama bu pes ediş de çok acı verecekti. Bir arada iki derede kalıyordu sırf bu yüzden. Hem canı yanıyor hem de bunu kendince haklı buluyordu. Yetiştirilme tarzı etkiliydi ha?
Kırgın bir sesle yapmadığı şeyler için özür dilerken dumanın ve kahkaha atan derin sesin durmak gibi bir niyeti yoktu. Zaten amacı Yeosang'a zarar vermek iken bir kaç özre tav olmasıkomik bile dururdu. Cenin pozisyonunda, toz tomur içinde yatarken sadece çabuk bitmesini diliyordu artık. Kimi görse kurtar diye yalvaracak, daha az acı çekmek için varını yoğunu harcayacak gibi olmuştu.
Gözünü kapatıp dumanın başka bir vuruşunu beklerken ne olduysa o zaman oldu. Başka birinden çıktığı açık olan bir kaç tuhaf sözden sonra etrafta kırmızı bir ışık huzmesi belirmiş ve duman ortadan kaybolmuştu.
Halsiz bir şekilde kafasını kaldırıp etrafa bakınırken onu kurtaran (?) kişiyi de görmeyi umuyordu. Sırtına dokunan ellerle aksi yöne kendini çevirmiş ve gözlüklerinin altında parlayan kedi gözlerle karşı karşıya gelmişti. Büyücü olduğunu anladığı kişi gülümseyip elini uzatırken tutmuş ve ayağa kalkmıştı sayesinde. Üstünü başını silkelerken hala aklında neden bunlara maruz kaldığı fikri yanıp sönüyordu.
"Merak etme sırrın bende güvende. Hadi şimdi seni temizleyelim." Kırmızı, omuzları işlemeli bir crop-top; belinden zincirler sarkan deri pantolon ve gümüş saçlar onu sıradan büyücü profilinin dışına çıkarıyordu.
"Ben Kwan. Yardım çığlığı attığını duyunca ne olduğuna bakmak istedim. İblis tarafından saldırıya uğramışsın. Neyse ki yetiştim." Hala gözleri sarışın perinin üzerinde dolanıyordu. Şimdi yavaş bir tempo ile yürümeye başlamışlardı. Bir yere gittikleri yoktu sadece boş boş dolaşıyorlardı sokakta. Sonunda durmuşlar ve sessizliği bozmak adına ne söyleyebileceklerini düşünmeye başlamışlardı.
İlk konuşan Kwan oldu. "Beni aslında gördün." Kafasını kaldırdı Yeosang. Şaşırmıştı. Kwan ise şebek bir gülümseme takındı. "Aslında beni daha öncesinde gördün. Salonda, hani şu saçma törenin olduğu. Ama o kadar dalgındın ki Jun'u yanından aldım gittim haberin olmadı."
Şaşırma, kurbanın yüzünde çaktırmadan daha fazla inceleme yapma, anımsamaya çalışma, anımsayamama, yalan uydurup münasip bir yeri kurtarmaya çalışma ama yakalanma. Yeosang'ın yaşadığı tam olarak buydu şuan. Gergin bir gülümseme bırakmış ve ağzını açmıştı şaşkınlıkla. Sonra biraz yüksek sayılabilecek bir sesle konuşmaya başlamıştı. "Haa, sen şu Jun'a Japonca konuşan çocuksun!" Tamamen sallama...
Kwan kafasını anlamaz bir şekilde sallamış ve kahkaha atmıştı. Güldüğü şey yakın tahminde bulunmuş olan sarışının sadece dili tutturamamasından dolayıydı. "Japonca konuşmadım ki hiç. Çince iki kelime hariç başka bir dil de konuşmadım. Yeosang-ssi çok fazla dalgınsın. O kadar odaklı baktın ki salonda ona, çevredeki herkes anlamış olabilir."
Aklına gelen görüntü ile burukça gülümseyen Yeosang'a pek de faydası dokunmamış gibi hissediyordu Kwan. Sanki o bir yaraydı ve Kwan üzerine tuz serpmişti. "Sebebini de biliyorsundur o zaman."
"Bir tahminim var fakat hiç de hoşuna gitmeyecek." Kaşlarını kaldırdı sarışın olan. Neydi kitahmini onun hoşuna gitmeyecek? "Yeosang-ssi çok düşünen deli olur. Takma kafana. Oluru varsa olur olmazsa da çok zorlama. Kalbin yorulur zamanla." Jun kadar etkili olmasa da sırtını pat patlamıştı diğerinin. Kafasını sallayıp burada ayrılmak için anlaştılar. İkisi farklı yönlerde, biri evine diğeri sevgilisinin yanına giderken düşünceliydi. Her gölge avcısının kaba olmadığını öğrenmişti Yeosang o gün. Zaten aklını çelen, onu çeken de buydu ya.
*
"Sahiden bilmiyordum. Ayrıca istemiyorum bile. Adam tip tip bakıp zorunda olmasa kızını bana vermeyeceğini söyledi. Bozalım nikahı olsun bitsin. Çok sevdiysen sen eğlen Karen ile." Yaptığı ima ile kafasına tavayı oturmuştu Hongjoong.
Sabahtan beri Seonghwa küçük bir çocuk gibi yalvarıyordu Hongjoong'a. Ondan ailesi ile konuşup nikahı iptal etmesini istiyordu çünkü kızın bir sorunu vardı ki babası ona yapmamak istemişti. abii ki bu Seonghwa'nın eline geçen bahane ve sağlam bir kozdu sadece. Çünkü Hongjoong'a bile erkeklerden hoşlandığını söyleyemezdi bırak ailesini. Bu yüzden de bellietmeden ikna edip kurtulması gerekiyordu ondan.
"Yah! Özür dilerim. Sadece onu istemiyorum Hongjoong. Çünkü ben.." kafasını yemektenkaldırıp Seonghwa'ya baktı dümdüz. Ağzındaki baklayı çıkar derecesine kaş göz işareti edince arkada tezgaha yaslanıp elma kemiren Jun kahkaha atmıştı.
"Hongie ne diye bu aptalı dinliyorsun ki? Kızlardan hoşlanmıyor küçüklükten beri. Gayimdese tamam derim." Göz kırpıp yaptığı ima ile gülmeye devam etmişti. Boynuna kadar kızaran Seonghwa sessiz kalır kalmaz Hongjoong devam etmişti söze.
"Hyung çıkçası iş şakadan çıktı. Seonghwa doğruyu söyle. Gerçekten kızlardan hoşlanmıyor musun?" Sessiz kalması Jun ve Hongjoong için gayet yeterli bir açıklamaydı. Kısa olan genzinitemizledi ve fısıldadı. "Aman tanrım.."
Bunca zamandır şüphe ettiği şeyler aklında doğruyken açığa çıktığında kulağa ürperticigelmişti. İhtimal vermek ayrı şeydi, doğru olması apayrı bir şey. Kimse arkadaşının yönelimli kendi cinsine olsa rahat edemezdi yanında değil mi? Bu durum Hongjoong'un aklına acaba zamanında bana karşı da bir şeyler hisetti misorusunu getiriyordu diğer tüm insanlar gibi. Ya da kim fikrini erkeklere çevirdiği? Acaba dünkü elinden tutup götüren peri ile bir ilişkisi mi vardı? Aklı milyon tane soruyu sıralarken dudakları bambaşka bir şey söylemişti. Kendini sorgulama işini sonraya bırakmayı düşünüyordu çünkü. Tabii ki arkadaşı ile bağını koparmazdı. Sadecetemkinli olurdu belki bir adım daha.
"Senin için onlarla konuşacağım ama sen de kızı bul ve sırrını bulup onu vazgeçir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲
FanfictionShadowhunters / Seonghwa x Yeosang / Fantastik, Macera, Romantik / Genel Okuyucu / 13.060 Kelime