5

102 21 2
                                    

Kuzeni ile arasında geçen manalı bakışma Hongjoong'u şüpheye boğsa bile ses etmemiş ve ikilinin giyinme çabalarını izlemeye koyulmuştu. Gerçekten iki soytarı bir törene nasıl gidilir bilmiyordu. Dahası papyonun p'sinden bile haberdar olmayan bir halleri vardı ayna karşısında.

Hongjoong ileri doğru atılıp Seonghwa'nın boynunda sallanan ipi tutmuş ve bir kaç basit hareket ile bağlamıştı. Geri çekilip kınayan gözlerle baktı. "Kızlar seni asla bu halinle beğenmez Seonghwa. Akıllı olduğunu sanıyordum yanındaki manyağa göre. Sanırım üzüm üzüme baka baka kararıyor."

Yaptığı imayla Jun koca bir kahkaha attı. Seonghwa'nın aksine papyon ile boğuşuyor gibi yaparken Hongjoong'un yakınına geldiğini fark eder etmez düzgünce bağlamış ve Seonghwa'nın bir şaşkınlık nidası bırakmasına neden olmuştu.

"Seonghwa'yı raydan çıkarıp kendime ortak edindim. Sana da yapmayayım dikkatli ol clownjoong." Yüzünü buruşturdu mavi saçlı olan. Sizinle uğraşılmaz gibisinden bir kaç klasik anne lafı sıraladıktan sonra odayı terk etmek üzere hareketlenmiş ama aniden kapıda durup geriye dönmüştü. Özellikle Seonghwa'ya bakıp konuştu. "İnanın ne işler karıştırdığınızı bilmiyorum ama bu törene gölgeler dünyasından önemli kişiler katılacak ve ailen için çok önemli Seonghwa. Dikkatli olsan iyi olur. Aramızda kalsın seninle ilgili bir sürpriz de var."

Bu sefer gerçekten odadan çıktığında Jun bir ıslık çaldı. Acı bir kahkaha atıp Seonghwa'nın sırtını patlatlamış ve anlasaydı Seonghwa'yı derinden yaralayacak cümleleri sıralamıştı.

"Geçmiş olsun dostum eğer aklımdaki şeyse. Çünkü en son böyle bir şey duyduğum vakit benim en kötü günümdü ama ben kurtuldum. Ama senin... pek de umudun yok gibi."

Ayakkabısını da giyip dışarı çıkmış ve odada kuzenini kafa karışıklığı ile yalnız bırakmıştı. Bir kaç kez ağzını açıp kapasa da aklına bu durumu açıklayacak ya da soru soracak kelimeler gelmemişti zaten. O da çok durmayıp dışarı çıktı. Aşağı kata inmiş ve ailesinin biraz sinirli bir ifadeyle onu beklediğini görmüştü. Gecikmiş olduklarıyla ilgili yakınmaları dinlemeden Hongjoong'un yanına geçti. Birazdan babası Bay Park stele'iyle bir desen çizmiş ve onları tören alanına götürecek bir geçit açmıştı. Kendinden emin gülümsemesi ile ailesine bakmıştı.

"Buyrun geçin, önce siz." Eşine elini uzatmış ve zarif bir şekilde kapıya davet etmişti. Yüksek topukluları odada yankı yaparak mor-mavi daireye girmiş, nedeni görünmez hale gelince ortadan kaybolmuştu ayak sesi. Ardından küçük kardeşi, Jun ve ailesi sona ise Hongjoong ve Seonghwa kalmıştı.

Hongjoong gülümseyip geçmeden önce elini uzattı. "Hadi parabatai sıra bizde." Seonghwa gülümsemesine karşılık verip elini tuttu. Bir kaç saniyelik mide burkan hissin ardından her türden insan kaynayan büyük bir salona adım atmışlardı. Üstlerini bir kez daha düzeltip konuşma zamanı gelince kadar takılacak arkadaş aramaya çıktılar.

Hongjoong okulu beraber okuduğu gölge avcısı grubuna ilerlerken Seonghwa bir önceki gece edindiği vampir arkadaş grubuna ilerlemişti. Sırıtıp selam verdi her birine. Çok geçmeden Jun da yanına gelmiş, hararetli sıradan erkek muhabbetleri dönmeye başlamıştı ortada. Sanki onlar başka türlerden değil de sıradan insanlardı ve sıradan bir kafede buluşmuş futbol muhabbeti yapıyorlardı. Arada öyle yumuşak bir samimiyet vardı işte. Kısa bir süre sonra attıkları canlı kahkahalar yakınlarındaki grupların ilgisini çekmeye başlamıştı. Eğleniyor gibi görünse bile Hongjoong'un bile ilgisini çekmişti muhabbet.

Arkadaşlarına çaktırmadan bir kulağı ile sohbete kulak misafiri oluyordu. Arada geçen sözlerle hafif kıkırdıyordu. Aniden, Hongjoong da özgür olmak istediğini fark etti. Tabii sohbet sadece gölge avcılarının değil perilerin de dikkatini çekmişti. Yeosang karşı masadan Seonghwa'nın attığı kahkahaları seyrederken ister istemez etkilendiğini fark etmişti.

Daha fazla dayanamayıp kendi arkadaş grubu da sayılan vampir-avcı grubuna ilerledi. Platin saçlarını geriye doğru taradıktan sonra gülümseyip sıcak bir selam verdi. "Selam gençler. Eğleniyor gibi görünüyorsunuz. Size katılabilir miyim?"

Duyduğu derin ve güzel sesle kafasını kafasını kaldırdı Seonghwa. Karşısında onu geçen gece reddeden periyi görünce ister istemez gerilmişti. Yutkunup kuzenine baktı. Dalgın dalgın hala beş dakika önceki espriye gülmekle meşguldü. Masanın altından yavaşça bacaklarına dokundu dikkat çekmek için Seonghwa. Kuzeni bir kaç rahatlama öksürüğü bıraktıktan sonra yüzüne bakmıştım siyah saçlı olanın. Verdiği işaret ile çaktırmadan periye bakmış ardından çapkın bir gülümseme ile kolunu Seonghwa'nın boynuna dolamıştı. Yutkunup dudaklarını yaladıktan sonra ağzındaki baklayı çıkardı.

"Seonghwa benimle gelir misin biraz?" Ne yaptığını anlamış olsa bile utanmıştı Seonghwa. Perinin çatılan kaşlarını görmezden gelip Jun'un onu yönlendirmesine izin verdi. Geçtikleri bir kolonun arkasında görünmediklerine emin olduktan sonra Jun büyük bir kahkaha koyverdi. Geç sönen gülme krizi bitene kadar Seonghwa diğer tarafa bir kaç tur gidip gelmişti.

Sonunda kızarmış yüz ile konuşmaya başladı. "Gördün mü yüzünü? Öldürecek sanırım beni. Seonghwa sen de o da bitmişsiniz oğlum. Bu arada enişte de kütür gibi. Erik erik." Yandan gülüp göz kırpınca Seonghwa kızdığını hissetmişti. Göz devirip gitmek için hareketlendi. "Seonghwa biraz daha bekle. Hemen dönersen kıskanmaz."

Kolundan tutup geri çekerken hala gülmesine engel olmaya çalışıyordu. Bir kaç dakikalık Seonghwa'nın Jun'a taciz girişimleri yüzünden vurması ile geçen sürenin ardından ikisi de gruba dönmüştü beraber. Geldiklerinde kızgın bir Yeosang bulmayı beklemişlerdi. Onun yerine gülüp sohbete dahil olmuş biri ile karşı karşıya gelmişlerdi. Yeosang bakışlarını Seonghwa'nın üstünde gezdirirken sinir bozucu bir gülümseme bile takılmıştı. Jun'a bakıp onun da anlamaz ifadesi ile buluşunca yerinde kaybolmak istedi. Dikkat çekmek ilk defa rahatsız edici bir hal almaya başlamıştı.

Dahası şimdi sarışın olan ona doğru hareket etmiş ve tam yanında diğerleri ile konuşmaya devam etmişti. Gizlice elini masanın altından Seonghwa'nın bileklerine uzattı. "Arkadaşlar bize müsade." Diğerlerinde kötü anlamlar ifade edecek bir gülümseme takıldıktan sonra tuttuğu gibi uzun olanı da peşine katıp geçen defa Jun ile saklandıkları yere götürdü. Duvara yaslanmasını sağladıktan alaycı bir kıkırdama bırakmıştı. Her ne kadar sözleri alay ve ego koksa da bakışları endişe belirtiyordu anlayana.

"Demek aileni umursamadan beni avucuna düşürmeye çalışıyorsun, kuzenin ile oyun oynayıp ha?" Yüzlerini aynı hizaya getirmek için parmaklarını ucuna çıktı. "Benim arkadaşlarım bana ihanet etmez. Gider gitmez söylediler ve şey.. artık hakkında o kadar da masum düşünmüyorlar. Sayın pezevenk gönül avcısı."

Gerek yakınlıktan gerekse sözlerinden dolayı Seonghwa utandığını ve yüzünün ısındığını hissetti. Peri daha da üzerine eğildiği zaman yutkunup koyu bir renge bürünen gözlerine baktı. "Güvenimi kazandın işte şimdi Park. Ailene zıtsın." Ellerini uzun olanın omzuna koyup yüzüne eğildiği sırada, sadece duyduğu sesi görmezden gelmeye çalışıyordu peri. Hayal olmasını en çok da.

"Başkanın kızı Karen ve oğlum Park Seonghwa'nın nişanını canı gönülden kutlarım. Oğlum buraya gel ve gelecekteki eşin ile tanış."

Elleri omuzlarından düşerken hüzünlü bir ifadeyle baktı bu sefer peri. Seonghwa'nın gözlerine bakarken uyanmayı diliyordu bu kabustan.

"İnan bana bilmiyordum."

𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin