8

83 20 0
                                    

Didik didik etmişti küçücük enstitüyü. Her odasına bakmasına rağmen dünkü kızıbulamıyordu ve istemsiz aklına gittiği fikri geliyordu. Gitmiş miydi acaba Idris's ailesinden önce? 

Son odaya geldiği vakit üst kattaki, umutsuz bir şekilde açtı. Bir kaç boş kutu hariç oda neredeyse boştu sonuçta. Derin bir nefes verip kapıyı geri kapattı ve kendini duvara yasladı. Zor ve uzak gelmeye başlamıştı artık o peri ona. Hongjoong kanıt olmadan söylese bile ailesi ikisinin evlenmesini isteyecekti muhtemelen. Bu yüzden tek şansı olan kızı ikna etme görevi de bulamadıkları için suya düşmüştü.

Ne umutsuz vakaydı ama bu Park Seonghwa. Aynı gün içinde en iyi arkadaşı dediği adam sırrını öğrenmiş ve onunla arasına görünmez bir duvar ötmüştü. Üstelik tek şansı da küçücük enstitüde yer yarılmış içine girmişti.

Titreyen ellerini yumruk yapıp cebine sokmuş ve nefes almak için uğraşmaya başlamıştı. Umutsuz hissediyordu kendini. Ama neden bir anda? "Seonghwa?" Duyduğu ses hayal mi bilmiyordu ama sadece yalnız kalmak istiyordu. Eliyle gitmesini işareti etti. Şuan kimseyi çekecek havada değildi ve konuşursa bağırıp çağırarak kalp kırardı.

"Seonghwa çok önemli bir konuda konuşmamız gerek." Senin için önemli demek istedi sadece. Hatta söylemek için kafasını bile kaldırmıştı. Tabii şaşkınlığa uğramasaydı. Orta boylu siyah giyimli kızı görünce heyecanla ayağa kalktı. Kız alaycı bir kahkaha atmıştı.

"Beni bu kadar çok özlediğini bilsem daha çabuk arardım seni." Kaşlarını çatılan Seonghwa göz devirmişti. Demek yüksek mevkiden birinin kızı olunca burnun daha da büyük oluyordu. Ayrıca süper ötesi çirkin. Seonghwa dua etti sırf amacı için de böyle gıcıklık yapıp sabote etmemesin diye. Sözsüz yakarışları kızın dikkatini çekmiş olacak ki yüzünü buruşturmuştu geriye gidip. "Ben de çok meraklı değilim sana."

Zorluk çıkarmaktan başka bir işe yaramaz gibi bir hali vardı kızın. "Kısa tutacağım ne söyleceksem. Hoşlandığım kızın fotoğrafını kesmem gereken uzun bir zaman aralığı var çünkü."

İşte şimdi bazı şeyler netleşiyordu Seonghwa'nın kafasında. Kız her ne kadar dün gece babasının yanında kibar dursa da hem kaba hem de homoseksüeldi. Dolayısı ile babası başından savmak ama kendini rezil etmemek için bulduğu ilk yine yüksek mevkiili isteği kabul etmişti. Park ailesi sadece kapısına ilk giden olduğu için şanslıydı yani. Yoksa kız kim bilir kime yamanacaktı. Aslında babasının bunu yapmaya da hakkı yoktu.

Sevmek ne zamandan beri suçtu? Farklı cins de olsa insan insan değil miydi? Ne olurdu ki büyükler bu konuda biraz daha anlayışlı davransa? Hem, onlar demez miydi biz güzel ruhları severiz diye. Ruhlar da çıplaktır. Her şeyden arınmış. Çıkar gider bedenden bir gün geride bıraktığı et yığının cinsiyetine bakmaksızın. Bu yüzden de biz ruhu seviyoruz ya. Bedeni değil. Birlikte daha güzel atan kalbe tutuluyoruz. Yarını mutlu geçirebileceğimiz, yaslanıp dinleneceğimiz ve kendimizi evimizde hissettiren insana tutuluyoruz.

Seonghwa devam etmesi için başını salladı. Genç kız derin bir nefes almış ve gece boyu aklında ölçüp biçtiği kelimeleri hatırlamak için zihnini yollamıştı. "Bak, kulağa iğrenç, mide bulandırıcı ya da her nasılsa, kötü gelebilir. Seni anlıyorum bu konuda. Yeni bir kavram sayılır. Aslında hep vardı ama belki senin için yeni. Lafı dolaşırmak istemiyorum. Babama açıkladığım bir şey yüzünden aniden bana koca aramaya başladı ve ailen de şans eseri senden bahsedince, okul geçmişini sorgulamadan kabul etti." Devam etmek için nefes aldı.

Birden tüm bu şeyler kıza yorucu gelmişti ki bunu Seonghwa tek bir bakışla fark etti. Burada beklemesini söyleyip biraz önce girdiği odanın kapısını açmış ve bulduğu ilk sağlam koliyi dışarı çıkarmıştı. Oturmasını işaret etti. Ardından da eliyle anlatmaya devam et dediğinde kız biraz pişmanlık duymuştu biraz önceki alaycı tavrından. Bu konuda ses etmeyip kaldığı yerden konuşmaya devam etmişti.

"Aslında erkekler ilgimi çekmiyor, ya da sen. Sadece babam başından savmak istiyor. Bu durum da hem beni hem de Ashley için oldukça kötü. Senden istediğim şey," tıkanmıştı kız. Belki de utanmış? "Ailelerimizi vazgeçirmen. İkimiz de ilgi duymuyoruz. Neden saçma bir şekilde ömrümüzü tüketiyoruz ki sevmediğimiz insanlar ile?"

Seonghwa ağzından bir şaşkınlık nidası kaçırmıştı. Kızdan herşeyi duymayı bekliyordu ama bu beklediği en son şeydi. Ağzını bir kaç kez şaşkınlıktan açıp kapatmıştı. Sonra toparlanıp konuşmaya başladı. Şimdi yerine gelen neşesi bile sesiyle belli oluyordu. Sonunda bir şeyler rayına oturuyor gibi hissediyordu. Açıkçası Hongjoong fikri attığı vakit ortaya, kesinlikle imkansız demişti. Hatta kızı aramanın bile boşuna olduğunu düşünüyordu.

"Şey Hongjoong ve ben de seni bu konuda vazgeçirmek istiyorduk ve bu yüzden tüm gün etrafta aradık. Sanırım birbirimizi aradığımız için de hiç karşı karşıya gelmedik." İkisi birden gülmeye başlamış ve birden ortamın bütün gerginliği yok olmuştu. Yine konuşmaya devam ettiler gün içerisinde. Karen ona Ashley'i anlattı. Nasıl tanıştıklarını, ne sevdiğini, ne zaman sevgili olduklarını ve dahasını.

Seonghwa da ona Yeosang'ı anlattı. Dünyanın en güzel perisi olduğunu, saçlarının yumuşacık olduğunu ve tanıştıkları anda kavga ettiklerini ama sonra bir partide karşı karşıya gelip işi pişirdiklerini. Ayrıca dünkü törende en çok onun üzüldüğünü de söylemişti Seonghwa. Karen teselli etmek için sırtını sıvazlamış ve yakında kurtulacak olmaları ile ilgili bir çok söz de vermişti. Seonghwa inanıyordu, eğer ikisi birden karşı çıkarsa aileleri onları özgür bırakabilirdi olmaları gerektiği gibi.

"O zaman yarın aynı anda söyleyeceğiz. Aile yemeğinde konu açılırsa iki taraf da istemediği için vazgeçilir ve" Hongjoong sözünü kesti kızın.

"Ya karşı çıkarlarsa? Aileleriniz sizi evlatlıktan red bile edebilir. Bu ihtimali hiç düşünmediniz mi? Hadi Seonghwa neyse, ya Karen'in mühürleri silinirse? Babası olsaydım ve kaba biri olsaydım yapardım. Aileden atıp kendi halinde yaşarken soya leke getirmektense ortadan kaldırmak daha mantıklı gibi."

İkisi aynı anda tek safta buluşmuştu. Kınayan gözlerle bakıp uzaklaştıları sırada Hongjoong durumu toparlamak için ellerini önüne germiş ve reddetmeye başlamıştı. "Ya bakın yanlış anladınız. Demek istediğim baban olsaydım Karen. Yoksa homofobik falan değilim. Saçma zaten. Seonghwa ile dostum değil mi Seonghwa?"

Onay beklemişti ama uzun olan sadece tek kaşını kaldırmakla yetinmişti. Hongjoong kendi içinde bile çözemezken Seonghwa'nın ona onay vermesi zaten ironik olurdu. Bu yüzden de derin bir nefes vermiş ve gerçek düşüncelerini sıralamaya karar vermişti bu defa.

"Doğrusunu istersen, hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. İğrenç bulmuyorum ama tedirgin olmuyor da değilim. Sadece, çocukken de böyle olup olmadığını merak ediyorum. Birlikte banyo bile yapardık yedi yaşındayken." Sonunda içini döktüğüne sevinmişti Seonghwa. Gülümseyip omzuna vurdu. Arkadaşı aptaldı. Son günlerde olan değişimi fark etmeyecek kadar hem de.

"Hala kendimi eşcinsel gibi görmüyorum. Sadece Yeosang çok güzel. Bu yüzden endişe etme. Geçmişte de şimdi de sadece arkadaş olarak gördüm seni." Jun 'oo friendzone' dese de ikili sevmişti bu durumu. O sırada Jun yine beklenmedik bir şey yapıp ortaya bir fikir attı. Saçmalığın daniskası ama eğlenceli olan bir fikirdi. Bu yüzden onay vermeye karar verdiler.

Sadece, Yeosang'ı nasıl ikna edecekleri konusunda hiçbir fikirleri yoktu ve istese rahatlıkla reddetme hakkına sahipti.

𝐀 𝐒𝐡𝐚𝐝𝐨𝐰𝐡𝐮𝐧𝐭𝐞𝐫'𝐬 𝐒𝐭𝐨𝐫𝐲Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin