Gözlerimi açtığımda yine aynı odada buldum kendimi. Psikolojim bozulmak üzereydi uyanınca hep aynı odayı görmekten. Sağ tarafıma bakınca bizimkileri gördüm. Gökhan ve Hamza odadaydı. Koluma takılan 3. serumu da söktüm, kolum artık delik deşik olmuştu ama umrumda değildi. Ayağa kalkınca Gökhan ve Hamza bana döndü. Yüzlerini görünce mahvoldum. İkisi de mahvolmuş bir haldeydi ve beni görünce her şeye rağmen gülümsemişlerdi.
"Saat kaç?" diye sordum.
Gökhan cebinden telefonunu çıkartarak cevapladı, "8 buçuk kanka."
"Annemin cenazesi ne zaman olacak?" diye sordum. Bu soruyu sormak aklımın ucundan bile geçmiyordu ama dilim benden habersiz söylemişti.
Soruyu sormama rağmen cevap çıkmadı kimseden. En sonunda Hamza konuşmaya başladı,
"Bugün öğlen gömülecekmiş kanka." dedi.
Odadan çıkarken arkamdan onlar da geldi. Koridora çıktığımda diğerlerini de gördüm. Melike, Merisa, Nejla teyze ve Ahmet abi vardı. Yanlarına doğru yürürken Merisa kalkıp bana sarıldı. Bir şey demeden kısa bir sarılma sonrasında tekrar yerine oturdu.
Ahmet abi yanıma gelerek "Poyraz, avukat çağırdık olay araştırıldı ve hastane kusurlu taraf bulundu. Yüklü bir tazminat alacaksın." dedi.
"O yüklü tazminat annemi geri getirecek mi?" diye sordum.
Kimseden ses çıkmamıştı.
"Ben de öyle düşünmüştüm." deyip konuyu kapattım.
Annemi bırakmak istemiyordum ve daha hiç alışık değildim. Hastane kapısına doğru ilerleyip bir sigara yaktım. Yağmur durmuştu, demek ki annem vedasını tamamlamıştı. Sigaramı içerken annem gözümün önüne gelmişti. Oysa ki ece geldiğimizde hiçbir şeyi yoktu. İhmalmiş, siktiğimin ihmali yüzünden annem artık yoktu ve bunun bedeli nasıl ödenmişti? Yüklü bir tazminat. O parayı verince annem asla geri gelmeyecekti değil mi? O zaman ne anlamı kaldı bu paranın? Bunları düşünürken sigaram bitmişti. Bir dal daha çıkarıp yaktım.
"Kanka hızlı içmiyor musun sence?" dedi Gökhan.
"Bir şey olmaz." diyerek kestirip attım.
Kıyafetlerime baktım. 3 gündür duş almamıştım. Üstümdeki beyaz tişörtün kol kısmı çamur olmuştu ve pantolonum da kirliydi. Umursamadım ve sigaramı içmeye devam ettim. Hamza üstüme baktığımı fsrketmiş olmalıydı ki konuşmaya başladı,
"Poyraz dün sen uyurken bir kaç parça kıyafet aldık sana. Değiştir istersen." dedi.
"İyi böyle." dedim.
"Oğlum annen de seni böyle görmek istemezdi." dedi Gökhan ve sol gözünden bir damla yaş aktı.
Onun ağladığını görünce ben de duygulanmıştım.
"İs-istemezdi değil mi?" dedim. Sesim titriyordu.
Yanıma gelip bana sarıldılar. Kısa bir sarılmadan sonra üst kattaki odaya çıkıp üstümü değiştirdim. Ben üstümü değiştirirken elinde bir tepsi ile odaya girdi Gökhan.
"Kanka tost ve kahve aldım gel ye." dedi.
"Karnım aç değil, siz yiyebilirsiniz." dedim.
"Biz yedik ve senin de yemen lazım gel buraya." dedi ve tepsiyi elime tutuşturdu.
Canım hiç istemese de kendimi zorlayarak tostun yarısını yedim. Kahvemi de bitirdikten sonra camdan dışarı seyretmeye başladım. Gayet güzel bir manzarası vardı hastanenin. Annemi öldüren bu hastanenin manzarası fazla güzeldi ve haketmiyordu. Bunları düşünmeyi bırakıp gözümü camdan ayırdım. Odanın kapısını açıp koridora çıktım. Gökhan beni bekliyordu. Onunla beraber merdivenlerden inerken cenaze arabasını gördüm. Hastanenin ön kapısından, arka kapısına doğru ilerliyordu. Hiç düşünmeden arkasından koşmaya başladım. Arkamdaki bağırmaları dıymuyordum. Araba durduğunda ben de durmuştum.
"Poyraz, dur lütfen." diye bağırdı arkamdan Merisa.
Hepsi yanıma geldiğinde içeriden bir tabut çıktı. Annemin tabutu. Bir kaç gün önce beraber film izlediğim annemin taburu. Bir kaç gün önce beraber kahvaltı yaptığım annemin tabutu. Tabutu görünce dağ gözümden bir damla yaş aktı. Tabuta doğru yürümeye başlamıştım ki arkamdan bir el beni durdurdu.
"Kanka dur, şimdi değil. Mezarlığa gitmemiz lazım. Hadi bakma daha fazla." dedi Hamza.
"Oğlum bakmam lazım. Onu yalnız bırakamam." dedim sesim titreyerek.
"Abi lütfen zorlaştırma hadi gidelim." diye lafa girdi Gökhan.
İkisi birden tutuyordu ama ben bırakmak istemiyordum. En sonunda arkamı dönünce kendime kızmıştım. Herkes bizi izliyordu arka bahçedeki.
"Ne bakıyorsunuz?" diye gürledim onlara doğru. Bir şey demeden kendi işlerine döndüler.
Ahmet abi, Nejla teyze, Melike ve Merisa; Ahmet abinin arabası ile gideceklerdi. Israr etmelerine rağmen binmedim arabaya. Yolda bir taksi çevirip üçümüz de o taksiye bindik. Gökhan gideceğimiz yeri söylerken camdan dışarı bakıyordum. Hava kapalıydı ve kısmen soğuktu. Mezarlığa kadar camdan dışarıyı izledikten sonra arabadan indik. Cenaze arabası gelmişti ve mezarı hazırdı annemin. Mezar taşı bile yaptırılmıştı, artık ne ara yaptırıldıysa.
'Leyla Fındık 1980-2020' yazıyordu mezar taşında.
Bir kaç tanıdık dışında cenaze o kadar kalabalık değildi. İmam da geldiğinde tabut araçtan indirildi ve dua okundu. Kısa bir namazın ardından annem tabutta çıkarıldı ve toprağa yavaşça konuldu.
"Yüzünü görmek istiyorum." dedim oradakilere.
İtiraz etmeden örtü açıldı. Bembeyazdı yüzü ve tüm rengi gitmişti. Toprak olmak için hazırdı artık. Örtü tekrar kapanıp üstüne toprak atılmaya başlandı. Aynı zamanda yağmur da yağmaya başlamıştı. Annem bize son kez veda ediyordu. Gömülme işleri bittikten sonra herkes tek tek baş sağlığı dileyerek gitmeye başladı. Sonunda herkes gidip Hamza ve Gökhan kalınca artık içimde tutamadım. Yağmur yağsa da umrumda olmadan mezar taşına oturdum.
"Hani birbirimizi bırakmayacaktık? Söz vermiştin." dedim toprağa bakarak.
Cevap gelmeyecekti. Devam ettim, "Bu kadar erken gitmek zorunda mıydın?" diye sordum.
Daha istesem de ağzımı açamıyordum. Kelimeler artık kifayetsizdi.
"Hadi kanka gidelim yavaştan, yağmur hızlandı." dedi Gökhan.
Dönüp yüzlerine baktığımda onların da ağladıklarını gördüm. Gözleri şişmişti. Hiç bırakmak istemesem de sonunda mezarlıktan ayrıldık. Ahmet abi ve Nejla teyze bizi bekliyordu arabalarıyla. Sırayla arka koltuklara oturduğumuzda kimseden ses çıkmamıştı. En sonunda Ahmet abi konuşmaya başladı.
"Bugün avukat eve gelecek ve mahkeme tarihini filan söyleyecek." dedi.
Bir şey demeden camdan bakmaya devam ettim. Yaklaşık 10 dakika sonra eve varmıştık. Sırayla arabadan indik ve bir şey demeden binadan yukarı çıktık. Gökhan ve Hamza da arkamdan geliyordu. Anahtar ile kapıyı açıp içeri girdiğimizde evin çok sessiz olduğunu farkettim. Çünkü annem yoktu. İçeride koltuğa uzanıp düşünmeye başladım. Boş boş dakikalarca düşündüm.
"Kanka makarna yapayım mı, yer misiniz?" dedi Hamza mutfaktan.
"Yeriz yap sen." dedi Gökhan benden yanıt almadan.
Yanıtlamaya da pek niyetim yoktu. Düşünmeye devam ederken televziyonu da izliyordum. Haberlerdr yine kadın cinayetleri vesaire vardı. Boş boş televizyona bakarken kendimi uykunun huzurlu kollarında buldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİL POYRAZI
Teen FictionHaftada bir bölüm atıyorum. İçeriğini merak ediyorsan okumaya başla! :)