8 Bölüm

22 5 1
                                    

Umurumda değildi kiminle ne yaptığı! Hem banane! Ne yaparsa yapsın. Beni ilgilendirmezdi. Ben onun hiçbir şeyi değilken yaptıkları beni asla ama asla ilgilendirmezdi. Ama bende artık bununla başa çıkacağım. Çok çabuk kapılmış olabilirim ama o kadar çabuk ta kurtulacağım bu lanet şeyden.

Omuzuma dokunan el ile kafamı çevirdim. Tuğçe gülümseyerek yanıma oturdu. " iyi misin? Dalgın gibisin sanki" dedi. Evet dalgındım. " Yo. İyiyim ben. Asıl sen nasılsın son yaşananlardan sonra. Annen yarın evleniyor nasıl hissediyorsun?" Tuğçe'nin gülen yüzü aniden soldu ve gözlerindeki ışık birden soldu. Babasının yarın ölüm yıldönümüydü ve annesi yarın o adamla evleniyordu. "İyiyim. Neden kötü olayım ki." Dedi. Kollarımı boynuna sardım ve " İyi değilsin Tuğçe! Kandırma kendini." Dedim ve yüzünü avuçlarıma aldım. Gözleri dolu dolu olmuştu. Tam ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada sınıfın kapısı sertçe açıldı ve içeri Mert girdi. Bu son günlerde Tuğçe'ye ayrı bir nefretle yaklaşıyordu. Ve şu an sanırım yine Tuğçe'ye bulaşacaktı.

Mert hızla bizim sıramıza geldi ve Tuğçe'nin kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Tuğçe anın şokuyla karşı çıkamadı ama ben arkadaşımı böyle hor görmesine izin veremezdim. Mert'in elini tuttuğum an " Sakın kimse bu işe karışmasın. Bu benimle onun arasında. Biri bile karışırsa canını yakarım." Dedi Tuğçe'nin gözünün içine bakarak. Tuğçe elini bana doğru kaldırdı ve " Karışma Alev. Bırak nefretini kussun"dedi. " Tuğçe-" " Alev karışma dedim" diyerek beni susturunca sıraya oturdum. Mert Tuğçeyi yüzüne yaklaştırdı ve " Yarın o nikah yapıldığı gün senin için de karanlık bir devir başlayacak. Annen evime geldiğinde seni de yanında getirecek. Eğer sen gelmezsen tüm sinirimi o annen olacak kadından çıkarırım. Sen öyle bir acı çekeceksin ki, öyle bir kalbin kırılacak ki ben gülerek izleyeceğim çöküşünü. Sana o terasta da söyledim. Gözündeki son umut ışığını da ben söküp alacağım senden. Bunu sakın aklından çıkarma. Duydun mu!" Dedi. Tuğçe gözlerinin içine baktı ve kafasını salladı. " Duydum" dedi kısık sesle. Bu konuşma bile ona çok ağırdı. Mert'in kolunu ittim ve " Tamam bırak artık"dedim ve Tuğçeyi çekip sıraya oturttum. Yaşadığı gerçekten çok zordu ama bunu sadece Tuğçe'ye kilitleyemezdi.

Okuldan çıktığımızda ilk önce annemin mezarına gittim.
"Biliyor musun? İlk defa canım bu kadar çok yandı senden sonra." toprağı okşadım. Bir yerde okumuştum toprağın güzel kokmasının sebebi sevdiklerimizi aldığı içinmiş. "Anne... Kalbim çok acıyor. Sanki biri bıçağı saplamış döndürüyor." Gözyaşlarım sessizce aktı. "Keşke yanımda olsaydın anne. Sana çok ihtiyacım var." Mezar taşına dokundum. "Bu kara yazı sana hiç yakışmıyor anne. Sen buraya ait değilsin. Sen toprağa ait değilsin..." hıçkırık kaçtı ağzımdan. "Neden gittin anne. Neden beni sana doyamadan terk ettin! Niye bana bunu yaptın. Ben çok mu üzdüm seni. Bana ceza vermek için mi gittin!!" Diye sordum. Annem beni çok severdi bunu elbette biliyordum. "Anne." Nefesimi aldım derince. İlk defa söyleyecektim birine. "Ben ne hissettiğimi bilmiyorum. Kalbimin acısı onu görünce diniyor. Ama kalbimi kıran da her defasında o oluyor. Ben ondan uzak durmaya çalıştıkça sanki daha da bağlanıyorum. Anne bana ne oluyor? Neden bu kadar çökmüş durumdayım. Neden kimse bana gerçekten nasıl olduğumu sormuyor? Neden o bana bunları yaşatıyor?" Sessizce yaşlarım boynuma doğru süzülürken toprağı avuçladım. Annemin toprağıydı bu. Ama onun gibi kokmuyordu. Annem gibi çiçek kokmuyordu. Ellerimle gözlerimi sildim. " Ama ben asla kabul etmeyeceğim. Her ne olursa olsun o artık benim için yok. Beni önemsemeyen bir insanı bende artık umursamayacağım. Hem ben zaten kimseyi sevmem ki..." dedim ve oturduğum mermer taşından kalktım. Üstümü düzelttim ve "O sanki yokmuş gibi davranacağım anne... Ne kadar zor olsa da bunu başaracağım." Gözlerim kesin çok kızarmıştı. Sırtımdaki çantamı düzelttim " Hem zaten en büyük acı görmemek değil mi?" Hissettiğim şey çok karmaşıktı. Tekrar oturdum. Annemle biraz daha konuşmak istedim. "Anne nasıl bir his biliyor musun? Yazarın da dediği gibi
Pencere açık ama nefes alamıyorsun, bak kapı orada ama çıkamıyorsun, oda çok geniş ama sığamıyorsun...
Tıpkı böyle hissediyorum anne. Fırsatım var ama ben onu değerlendiremiyorum. Elimden geliyor ama ben yapmak istemiyorum. Ben ondan uzak durmak istemiyorum ama bir o kadar da uzak kalmak istiyorum. Anne ben ne yaşadığımı bilmiyorum." Ellerimin altındaki telefonumu sıktım. Heyecanlandığımda ya da sinir olduğunda bunu yapardım. Elimin altında ne varsa onu sıkardım. "Anne onun gri gözlerine bakınca sanki uçurumdan düşüyormuş gibi hissediyorum ama o uçurum bir yerde de bana cennet gibi huzur veriyor. Gözleri öldürmüyor beni anne. Uçurum olsa bile..." ona asla söyleyemeyeceğim tüm cümleler burada saklı kalacaktı. Ne o bilecekti ne ben anlatacaktım. Çünkü ne o benim için vazgeçilmezdi ne de ben onun için. İkimiz de vazgeçmiştik birbirimizden. Belki o farkında değildi benim ama ben ondan vazgeçmiştim. Onu unutmaya karar verdiğimden beri. "Sana söz veriyorum anne. Bir gün buraya sevdiğim adamla geleceğim. Ama o adam asla şimdiki olmayacak. Çünkü ben ona asla aşık olmayacağım..." çantamı düzelttim tekrar ve mezarlığın çıkışına doğru yürümeye başladım. Ağlamamı durduramıyordum. Boynuma doğru sanki bir şelale akıyordu. Gözlerim kan çanağına dönmüştü kesin. Çünkü ilk defa bu kadar çok ağlıyordum. Bir taksi durdurup bindim ve evimin adresini verdim.
Kapıyı kapattım ve içeri seslendim. "Özlem sultan!!" Anne diyebiliyordum ona. Ama çok zor zamanlarımda ihtiyacım olduğu anlarda söylüyordum. Çünkü anne kelimesi çok ağır bir kelimeydi. Ve Özlem sultan bunu hak eden bir insandı. "Kuşum. Geldin mi?" Diye bir ses gelince oraya yöneldim. Özlem sultan patates kızartıyordu. Yanağına bir öpücük kondurdum ve tezgaha oturup patates yemeye başladım. Özlem sultan patates tabağını elimden çekince sanki elimden oyuncak bebeğim alınmış gibi gözlerimi büyülttüm. "Sen genç bir kızsın. Kilona dikkat etmelisin. Yoksa duba gibi olursun. Evde kalırsın vallahi"dediğinde tekrar patates aldım ve "Ben gayet memnunum kilomdan. Beğenmeyen gitsin başka kapıya."dedim. Özlem sultan yanağıma sulu bir öpücük kondurdu ve "Sen benim biricik kızımsın. Seni öyle herkese vermem ben"dediğinde gözlerim doldu. Bana annemin eksikliğini hiç hissettirmiyor. Kafamı yana çevirdim ve elimle dolan gözlerimi sildim. "Hele bir ver" diyerek ona döndüm ve ellerimi kaldırıp "Olacaklara karışmam" dedim. Özlem sultan "Hadi hadi. Git üstünü değiştir. Artık burada mı kalacaksın?" Dediğinde "Yarın karar vericez. Tuğçenin annesi evleniyor. Babasının öldüğü günde hem de" dediğimde Özlem sultan "Tuğçe kızımın yanına ol tamam mı kuşum. Yalnız bırakmayın. Onun için çok zor bir gün olacağı kesin"dediğinde kafamı salladım ve yanağından öpüp merdivenlerden çıkıp odama geçtim. Kıyafetlerimi hazırlayıp banyoya geçtim. Duş almam gerekiyordu. Kirli kıyafetlerimi kirli sepetine attım ve kabine girdim.
Ilık suyla duşumu aldıktan sonra bornozumu giyip aynanın karşısına geçtim. Ayna buhardan buğulanmıştı. Elimle aynayı sildim ve yüzüme baktım. Saçlarım kırmızımsı bir tondaydı ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Mavi gözlerim ağlamaktan kırmızı olmuştu. Saçlarımı küçük havluyla sardım ve kıyafetlerimi giydim. Siyah şortumu ve üzerine de crop lila renginde üstünde yazı olan bir tişört geçirdim. Evde olsam da kıyafetlerimi kombinlemeyi seven bir insandım. Sanki her an bir şey çıkacakmış gibi tetikte bekliyordum. Siyah çizgili bileğimden bir kaç santim yukarıda biten çoraplarımı da giyip banyodan çıktım. Kolyelerimin olduğu kutumu açtım ve güllü boyunluğumu taktım. Bu boyunluğu bana kızlar hediye olarak almışlardı ve kullanmayı çok sevdiğim bir takımdı. Saçlarımı açtım ve kurutma makinesiyle kuruttum. Saçlarım dalgalı olduğu için kabarmıştı. Kabarıklığı gidermek için elimi suyla ıslattım ve saçlarıma sürüp ensemden bağladım. Saçlarımın önünden bir kaç parça serbest bıraktım. Kulaklarımın kenarından da küçük parçalar çıkardım ve küpelerimi taktım. Sallanan küpelerden nefret ettiğim için gümüş yuvarlak küpelerimi taktım. Halka küpelerimi de deldirdiğim yerlere taktıktan sonra siyah converslerimi giydim. Son olarak aynadan kendime baktım ve kendime hayali bir kuş kaldırıp odadan çıktım. Merdivenlerden sekerek indim ve mutfağa geçtim. Özlem sultan "Hayırdır?Bir giyinmiş kuşanmışsın"dediğinde acaba abartı mı oldu diye üstüme baktım. Bacaklarım uzun olduğu için şortum çok şey durmuştu. Şey... seksi. Ama bunu takmıyordum. Çünkü bu şortu alırken dolapta çeyizlik olarak kalması için almamıştım. Belim çok ince değildi ama çok kalında değildi. Aslında hiç kalın değildi. Özlem sultan " Hadi sofrayı kurmama yardım et." Dediğinde tabakları masaya düzenli bir görüntü oluşturacak şekilde yerleştirdim. Dolaptan içecekleri çıkardım ve masanın kenarına bıraktım. Patatesten bir dilim aldım. Burger king deki patatesler kadar çıtır olmuştu. Özlem sultan çok güzel yemek yapıyordu gerçekten. "Babam nerede?" Diye sorduğumda Özlem sultan "Biraz geç gelecekmiş. Şirkette sıkıntı çıkmış" dedi. Bardakları masaya koyduktan sonra kendime kola doldurdum. Ne kadar zengin olsak da akşam yemeklerinde asla şarap içilmezdi. Ya kola ya da ayran içilirdi. Babam şarap veya içkiyi asla eve sokmayan bir zengin diyebilirim. Özlem sultan son olarak köfteleri de kızarttıktan sonra tabaklara eşit şekilde doldurdu. İki köfte mi! Sadece iki tane mi? Özlem sultana baktım ve " Sadece iki tane mi? Kim doyar bu tabakla ya!"diye cırladım. Özlem sultan "O tabaktan başka yok küçük hanım. Bu aralar kilo aldığını görebiliyorum. Şimdi yemeğini ye"dedi ve yemeğini yemeye başladı. Evet kilo almış olabilirdim ama bu benim yemek yeme aşkımı azaltmıyordu. Elime çatalımı aldım ve köfteye batırıp ağzıma götürdüm. Bıçak kullanarak vakit kaybedemezdim. Zaten hayatta da kullanmazdım o gereksiz şeyi. Bir tek sucuk kesmede işe yarıyordu. Özlem sultan " Alev bıçağını kullanır mısın?" Dediğinde omuzlarımı silktim ve "Banane. Ben böyle yiyeceğim. Hem üşeniyorum bıçak kullanmaya" dedim ve yemeğimi yemeye devam ettim.
Yemeklerimizi yemiş ve şimdi de kirlileri makineye atıyorduk. Özlem sultan sudan geçiriyordu bense yerleştiriyordum. Kapının çalmasıyla "Babam geldi herhalde. Ben bakarım"dedim ve kapıya yürüdüm. Kapıyı açtığımda karşımda Mine'yi görmeyi beklemiyordum. Kaşlarımı çattım. Bunun ne işi vardı burada? Mine çok endişeliydi ve " Alev ne olur yardım etmen lazım"dedi. Anlamadım ne yapacaktım? Kafamı 'ne var' der gibi salladım. Mine "Abim çok kötü durumda ve ne yaptıysam sakinleşmiyor. Kendine zarar veriyor Alev. Ne olur yardım et!" Dedi ve ağlamaya başladı. Kaşlarımı olabildiğince çattım ve "Ben sana nasıl yardımcı olabilirim ki? Fark ettiysen abin benden nefret ediyor"dedim. Mine " Sen yeter ki benimle gel. Ne olur bir tek sen durdurabilirsin. Yine o nöbetlerinden geçiriyor. Seyrekleşmişti ama bu aralar daha da fazla oluyor." Dediğinde onunla sınıfta yaşadığım an geldi. Sıraları devirişi ve sürekli bağırması. En sonunda ise yaptığı şey... Yardımım dokunmayacağını bilsem de kafamı salladım. "telefonumu alıp geliyorum hemen"dedim ve kapıyı kapatıp odama çıktım. Telefonumu aldıktan sonra çıkmadan bir kendimi kokladım. Menekşe kokuyordum. Bu kokuyu her zaman çok sevmiştim. İnsanı kendine getiriyordu resmen. Mutfağa geçtim ve " Özlem sultan ben çıkıyorum. Bir arkadaşımın bana ihtiyacı varmış"dedim ve evden çıktım. Mine önde ben arkada site de ilerlemeye başladık. Sitenin çıkışında bizi bekleyen arabaya bindik ve yola koyulduk. Hala nasıl bir yardımım dokunacağını bilmiyordum ama kendine zarar vereceği içime kötü bir his düşürmüştü. Ne kadar ondan uzak duracağıma karar versem de tekrar yolum ona çıkıyordu.
Eve girdiğimizde alt kattan kırma sesleri geliyordu. Sanırım gerçekten durumu çok kötüydü. Mine hıçkırdığında omuzuna dokundum ve "Korkma" dedim. Merdivenlerden aşağıya inmeye başladım ve sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Koridorun sonundaki oda da çok yüksek bir ses geldiğinde kapıyı açıp odaya girdim. Aras hiç bir şey görmüyordu. Delirmiş gibiydi. Sanki şizofrenmiş gibi... Odada kırılmadık eşya yoktu. Yatağın üstü darmadağındı. Bu kadar kötü olması için ne olmuştu ki? Aras gardıroba doğru bir biblo fırlattığında yerimde sıçradım. Dolabı tekmelemeye başladığında "Aras!!" Diye bağırdım. Sanki karanlıkta bir ışık bulmuş gibi bana baktı. Beni burada görmeyi beklemediği aşikardı. Kaşlarını çattı ve eliyle kafasına vurmaya başladı. " Çık artık çık. Çık laaaaan!!!" Diye bağırmaya başladığında yanına yürüyüp ellerini tuttum. Aras hareketsiz kaldı dokunuşumla. Gözlerinin içine baktım ve "Sakin ol egolaman" dedim. Gözleri parladı bir an ama sonra eski mesafeli halini aldı. Elini elimden kurtardı. Sonra benden uzaklaşıp "Sen gerçeksin"diye fısıldadı. Hala kendinde değildi anlaşılan. "Ne olduğunu hatırlıyor musun?" Diye sordum. Kafasını iki yana salladı. "Ne işin var senin burada?" Dediğinde "İstemiyorsan giderim."dedim. Yanıma hızla yaklaştı ve " Hayır. Hayır. İstemiyorum. Kal"dedi. Hala ne yaptığının farkında değil gibiydi. Sanki bir rüyadaymış da uyanamıyormuş gibi. Ondan biraz uzaklaştım. Onu kendine getirmem lazımdı. " Aras ben kimim?"diye sordum. Gülümsedi. İlk defa gerçekten gülümsedi. "Annem"dedi. Beni annesi sanıyordu. "Peki sen kaç yaşındasın şimdi?"dedim. " 18" dediğinde sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim. Onu nasıl kendine getirecektim. Aras kollarını bana sardığında kalbim hızla çarpmaya başladı. " Aynı kokuyorsun. Menekşe..." dedi. Kokumu içine çekti ve " Adın gibi"dedi. Annesinin adı Menekşe olmalıydı. Arastan uzaklaştım ve " Neden bunu kendine yapıyorsun Aras"dedim. Aras yatağa oturdu ve "Çünkü sen hiç gelmiyorsun. Kafamdan hiç çıkmıyorsun. Bir de o sana çok benziyor. Kokunuz bile aynı..."dediğinde kalbimde bir ağrı hissettim. Sevdiği biri mi vardı? Bunu kaldıramazdım. Ama sormam gerekiyordu. "Kim?" Dedim içim acıyarak. Buruk bir gülümseme takındı " Asla benim olmayacak biri"dedi. Artık daha fazla soru sormayacaktım. Kokunun insanı rahatlattığını okumuştum bir kitapta. Denemekten başak çarem yoktu. Canım acıyordu. Yapacağım şeyden sonra belki de daha da yanacaktı ama onu böyle bırakamazdım. Yatağa uzandım ve ona baktım. Gözleri ışıl ışıl parladı. "Benimle kalacaksın..."dedi. Kafamı salladım. Yanıma uzanıp gözlerime bakmaya başladı. "Çok benziyorsunuz anne. Onunda böyle bakışları var. O da senin gibi inatçı. Vurdum duymaz. Ama çok kırılgan. Ufacık şeyde gözleri doluyor hemen. Ağlamamak için dişlerini sıkıyor."dediğinde gözlerimi kapattım. Bana aşık olduğu kızı anlatıyordu. Gözümden bir damla yaş yastığa düştü. O yaşla birlikte içimden de bir ip koptu. Ben onun için yanarken o bana sevdiği kızı anlatıyordu. Bu çok acı vericiydi. Elini yüzümde hissettiğimde " Ağlama anne"dedi. Ben annen değilim diye haykırmak istesem de yapamadım. Kafamı salladım. Hiç konuşmadım. Aras yanağımı okşadı ve " O böyle sanki uçurum kadar tehlikeli ama bir o kadar da huzur verici"dediğinde bir damla daha düştü. Benim ona karşı hissettiğimi o başkasına karşı hissediyordu. Gözlerimi iyice sıktım ve kendimi tuttum. Bu işkence bitecekti. "Ama çok güzel. Onu görmediğimde sanki bir şey eksik kalıyor hayatımda. O beni sevmiyor ama. Hatta nefret ediyor"dediğinde gözlerimi daha da sıktım. Benim düşündüklerimi onun ağzından duymak tuhaf gelmişti. "Masmavi gözleri var. Hatta kendine hayran bırakacak derecede."dediğinde gözlerimi açtım. Başparmağını göz kapağımda gezdirdi ve " Senin ki gibi anne..." dedi. "Ama ondan uzak durmalıyım. Ben onu hak etmiyorum."dedi.Daha fazla dayanamayacaktım. Boğazımı temizledim ve " Hadi bakalım. Uyu artık"dedim. Kafasını salladı ve gözlerini yumdu. "Ama o imkansız anne. Tıpkı senin bir daha gelmeyeceğin gibi imkansız..."diye sayıkladı. Kafasını göğsüme yasladığında kendimi biraz yukarı çektim. Çok masum duruyordu. Ellerim saçlarına gittiğinde okşamaya başladım. Saçları çok güzeldi. Ona çok erken kapılmıştım. Çabuk bağlanmıştım. Daha bir ay olmadan ben onu göremeden duramıyordum. O ise başkasını. Aras kolunu belime doladığında kafasını iyice göğsüme yasladı. Sen uyandığında bunların hiçbirini hatırlamayacaksın ama ben nasıl unutacağım Aras Sargın. Sen çabucak unutacaksın ama ben nasıl unutacağım bu anı. Kafamı kaldırdım.

DELİDOLU (ESKİ ADIYLA SOĞUK SAVAŞLAR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin