6 Kasım 2015
Cuma
❄
Mavinin içine hapsettiği duygular şehre yağmur olup dökülmeden önce bulutlar güneşin yüzüne çekilmeye başladı. Gökyüzünde büyük bir kararsızlık vardı bugün. Yağmurun ardından güneş, güneşin ardından yağmur geliyordu. Göğsümde büyüyen ağrı nefes olup kurtuldu dudaklarımdan, acı aldığım her nefeste kalbime çöktü. Gözlerim hala onu izliyordu. Uzun parmaklarını yüzüne dokundurdu, telefon hala açıktı.
"Cemre için mi gelmiş?"
Okyanus gözlerini yüzüme diktiğinde dokuz günahın dokuzuncusunu işleyerek kaçırdım gözlerimi. Onun kim olduğunu bilmiyordu ama gördüğünde anlayacaktı. Hayatımda olduğunu düşündüğü kişi oydu ve o arkamdan buraya kadar gelmişti.
"Tamam." diyerek kapattı telefonu ve cebine koydu. Yüzümdeki gerginlik ona da bulaşmıştı. "Bir sorun mu var?" dedi başını dikleştirerek. Başımı hayır anlamında iki yana salladım. "Çantamı okulda unuttum da onu getirmiş olabilir." Saçlarımı kulağımın arkasına itip kapıya yürümeye başladım. Bıçak gibi keskin bakışları sırtımdaydı.
Bu saçmalığa inanmadığını biliyordum ama bir şey açıklamak zorunda değildim. Aynı duvarların arasında iki farklı kızı oynayamazdım. Bir zamanlar onun her şeyden herkesten sakınıp koruduğu kızıydım. Kalbim ve zihnim benim kontrolüm dışında ona ait olmuştu. Bizi birbirimize mühürleyen o büyük tutkuyu hapsedip kilitleyene kadar bedenlerimiz de birbirimize aitti. Onun bütün dokunuşları bana aitti. Benim en derin bakışlarım, parmaklarımın ucundaki en kirli kan, ateş içmiş kadar kor dudaklarım onundu. Birbirimize her şeyi vermiştik. Tam göğsümüzün ortasında filizlenen bu duyguyu şimdi şeytanın ayaklarımızın ucuna ektiği tohumları zehirliyordu.
"Ben de geliyorum." dedi kararlı bir sesle. Ayaklarım zemine çivilenmiş gibi olduğum yere çakıldım kaldım. "Gerçekten gerek yok, Ala."
"Bekle beni, tişört giyeceğim."
Seri adımlarla camdan uzaklaşıp gözden kayboldu. "Gerçekten gerek yok Ala! Sadece sınıfımdan biri."
"Adı öyle demiyor bana!" Birkaç duvar öteden geliyordu sesi. Avcumun içini alnıma çarptım istemsizce. Gözlerim yağmurluğumu aradı ama onu göremedim, Emre'nin kaldığı odada bırakmış olmalıydım. Hızlı adımlarla daireden çıkıp asansöre bindim. Telefonumu kırdıktan sonra onu arkamdan buraya kadar getiren şeyi merak ediyordum. Rüzgar'ı lobideki deri koltuklardan birinin üzerinde otururken buldum. Geriye yaslanmış, zehirli yeşillerini üzerime dikmişti. Bakışları her zaman çok yoğundu. Sanki saniyeler içinde aklından milyonlarca düşünce geçiyordu ve ben hiçbirini yakalayamıyordum.
"Ne işin var burada?"
Soruma karşılık kaşlarını çattı ve bakışlarını etrafında gezdirdi. İnceliyor gibiydi. "Çok iyiymiş." dedi biraz daha yayılarak. "Senin zevkine uyuyor mu?"
"Neden burada olduğunu sordum Rüzgar."
Derin bir nefes aldı ve telefonunu çıkardı cebinden. "Batu'yu ara." Gözlerimi kırpıştırarak uzattığı telefonu alıp rehberine girdim ve Batu'nun numarasını aradım. Batuhan isminde birkaç kişi kayıtlıydı fakat soyadları farklıydı.
"En yakın arkadaşını soyismi ile mi kaydettin?"
"Bir tek sen öyle kayıtlı değilsin."
"Çok mu özelim?" dedim alayla. İsimlerin arasından Batuhan Soytürk'ü seçip aradım ve telefonu kulağıma götürdüm
"İnanır mısın bilmem ama hiç değilsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGARIN ATEŞİ
Roman pour AdolescentsEş kutuplar birbirini iter kuralının bozgun hikayesi. Yalnızlığı ve günahı kanına katmış damarları soluklu bir kadına, kirpikleri öpülesi zehirli bir adam bahşedildi. Zehirli adam, yeşil cennetine ateşin kucakladığı okyanusları kabul etti. Kadın k...