"Dünya mı yıkılsın yoksa bir bardak çay mı içersin?" deseler...
"Ben çayımı içtikten sonra dünyanın canı cehenneme" derdim.09.01.2003
Havanın durgunluğu bir ayazla beraberinde kara dönüşmüştü. Etrafı beyaza boyamaya başlayan kar güzelliğini kaybedip zamanla fırtınaya dönüştü.
İnsanlar koşuşturuyor. Evlerine, ailelerine yetişmeye çalışıyordu. En azından ailesi olabilecek kadar şanslı olanlar. O an yüzlerce insan önünü görmeye çalışırken bir tanesi bile arkasında bıraktığını görememişti.
Yelkovan akrebi kovaladı ve kovaladı. Her yer zifir karanlığa gömüldü. Sokaklar boşaldı, şehir her zaman büründüğü gece sessizliğine büründü. Tek bir araba dahi geçmiyordu sokaktan. Her şey normaldi.
Bir tek şey hariç.
Sokağı ve sessizliği yırtan bir çığlık sesi, ardı arkası kesilmeyen bir çığlık sesi. Can çekişen birinin onu bulmasına muhtaç bir çığlık sesiydi.
O gece yolunda giden tek şey bu savunmasız bebeğin o sokakta tek başına haykırmıyor oluşuydu.
Sokak başından itibaren hafif hafif duyulan ayak sesleri giderek çığlık seslileri ile birleşiyor, kayboluyordu. Genç adam sesi dikkatlice dinledi ve etrafına baktı. Bir evin içinden mi gelip gelmediğini anlamaya çalıştı bir yandan.
Adamın yüzü inceydi. Kemikleri yer yer belli olacak kadar. İnce yüzünü ise siyahlaşmış göz altları tamamlıyordu. Karanlıkta pek belli olmayan kumral rengi saçlarının şekli günlük mesaisinin ardından karışmış ve birbirine girmişti. Çelimsiz sayılabilecek bu adam sanki bir roman kahramanı gibiydi.
O da herkes gibi evine, karısına ve biricik kızına ulaşmak için koyulmuştu bu gece yola yeniden.
Ağır adımlarla çöp tenekesine ilerledi. Sanki göreceği şeyi biliyordu. Sadece bunun olmamasını diliyordu. Yine aynı ağır hareketlerle çöpün kapağını açtı ve gördüğü şeyi sindirmeye çalıştı. Dudakları soğuktan morarmış, gözleri ise ağlamaktan şişmiş burnu akmış bebeğe baktı. İçinin sızladığını tüm hücrelerinde hissetti.
Bebeği dikkatli bir şekilde tutup çıkarttı ordan. Kucağına aldı, ve yüzüne baktı. Dudaklarının arasından belli belirsiz kelimeler dökülmüştü. Hala bebeği süzerken aklına kendi kızı geliyordu.
"Kim bıraktı seni buraya oğlum..." adam tek eliyle bebeğin yanağını sevdikten sonra etrafa bakındı.
"Kim attı seni buralara." Kendi kendine tekrarladı. Az önce park ettiği arabasına ilerledi hızlı adımlarla. Anahtarı kapıya geçirip seri şekilde açtı ve oturdu sürücü koltuğuna.
Ufaklığı yan koltuğa bırakıp üstündeki rengi solmuş ve kumaşı aşınmış ceketi çıkartıp bebeği acemice kundakladı.
Bebeği dikkatlice sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa yatırdı ve arabanın kaloriferlerini açtı en şiddetli derecede. Camlar buğulandı ve miniğin ağlamaları buğa karışıp yok oldu. Şimdi ise parlak yeşil gözleri ile etrafa bakıyordu.
En fazla 1 yaşındadır diye geçirdi içinden adam. Bir yola bir de bebeğe bakıyordu. Hiç olmadığı kadar yavaş sürüyordu bu arabayı.
"Biliyor musun benim de bir kızım var " yine yol ve bebek arasında gitti bakışları.
"Aşağı yukarı senin kadar "
Bebek ise anlamsız bakışlarını sürdürdü.Adam bebeğe dokunaklı bir gülümseme ile tekrar baktı. Aklına gidebileceği bir yer geliyordu. Bunu istemese de.
Onu alıp o gece kendi evine götürmeyi çok istedi. Ancak buna ne maddi imkanları yeterdi ne de devlet izin verirdi. Kısa süren bir yolun ardından adam ağaçlık bir yere park etti. Burası en yakın yetimhaneydi. Büyük demir kapıları ve etrafı tellerle çevrili bir yerdi.
Adam arabadan indi, bebeği koynuna bastırarak aniden indiren şimşekli yağmurda ilerlerdi. Yetimhanenin ana kapısının merdivenlerini de birer birer çıktı, çocuğun ıslanmamasına özen gösterdi.
Kapıyı bir kaç kez şiddetle çaldı. Çok geçmeden uzun gecelikli bir kadın kapıyı araladı ve adama baktı.
Adamın gözünden okunan çaresizlikle beraber onu içeriye alır almaz bebeği onun kucağından aldı.Aralarında geçen kısa bir konuşmanın ardından adamın son sözleri "ona iyi bakın" olmuştu. Kendisi de bebeğe son kez baktıktan sonra oradan yavaş adımlarla ayrıldı.
Yıllar akıp gitmeye giderken theadore William'ın zihninde bebek bir anı olarak kalmasına rağmen o gece ekilen pişmanlık ve keder tohumları büyümeyi sürdürüyordu.
Yıllar sonra karşısına çıktığında bilmemezlikten mi gelmişti yoksa bu denlicesine kör müydü? bunu ise kimse öğrenemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alex
Non-Fiction"Hasta bir adamım. Ben kötü bir adamım. Tipsiz bir adamım ben. Sanırım karaciğerimden hastayım. Doğrusunu isterseniz ne hastalığımdan anladığım var ne neremin ağrıdığından " -dostoyevski