°Brooke°
Penceremden dışarı bakarken soğuk rüzgarın getirdiği yağmur damlasını umursamadım. İki karışı geçmeyen küçük delikten kocaman bir dünyayı görmeye çalışmanın hüznü, dudaklarımın acıyla kıvrılan buruk gülümsemesine sebep oldu.
Birden aklımın ücra bir köşesinde onun yüzü belirdi.
Saçları gerçekten yumuşak görünüyordu. Kahve bukleleri kulaklarının yanına düşüyor, yeşilin henüz adını koyamadığım tonundaki gözlerini süslüyordu. O çok güzeldi.
Aklım onun görüntüsünü odak haline getirdiğinde karşı çıkmadım. Saatlerce oturup yanımdan geçtiği zamanlar burnuma ve oradan da tüm benliğime ulaşan kokusunu düşünmeyi bırakmak istemiyordum. Ne fayda? Güzelliğinin aksine, oldukça patavatsız ve kendini beğenmişti.
Onun güzelliğini adını hatırlayamadığım şeytani tanrıçayla bağdaştırdım. İnsanı ilk bakışta büyüleyebilecek kadar güzel, ve bir o kadar da acımasızdı.
¦2 saat önce¦
Yatağa serdiğim yeni çarşafı kenarlara sıkıştırken ulaştığım zaferle kendimi takdir ettim. Sonunda rahatça yatağımda oturabilir, daha sonra tekrar kırışan çarşafı problem edebilirdim.
Yatağımın baş ucuna oturdum. Arkamdaki kapı gıcırdayarak açıldığında irkildim. Başımı çevirdiğimde Harry'nin üstüne bol gelen beyaz önlüğüyle kapıda dikildiğini gördüm.
"Müsait misin?" dedi.
"Kapıyı çalmadan girdiğine göre cevabı biliyorsundur."
Gözlerini abartılı bir şekilde devirdi.
"Konuşmamız lazım."
"Özür dilemeye mi geldin?"
"Ne için-" Kaşlarını çattı, başını sola eğip konuştu. "Neden senden özür dileyecekmişim?"
Bu denli umursamaz olmasına hayret ettim. Belki de her şeyi unutmuştu. Polyanna kişiliğimi görmezden geldim ve umursamaz bir aptal olduğu gerçeğini kabullendim.
Sessiz kaldım. Onunla her konuşmam bana bir şekilde zarar veriyordu.
Kapı ağzında dikilmeye son verdi ve dört adımda yatağıma ulaştı. Yatağın başucundaki yerimin yaklaşık on santim yanına oturdu. Sakin ol.
Öylece yüzüme baktı. Gözleri gecenin karanlığında daha koyu görünüyordu. Kalçasını hareket ettirerek aramızdaki mesafeyi kapattı. Şimdi tam anlamıyla yan yanaydık.
"Brooke.." dudaklarını yaladı.
Bakışlarımı koyulaşmış dudaklarından gözlerine çevirdiğimde bir şey gördüm. Daha önce onunla defalarca bir araya gelmiştik. Fakat bu bakış..
Bedenini yüzüme eğdi. Sağ eliyle yataktan destek aldığım sol kolumu kavradı. Tenimi okşayan baş parmağıyla farklı bir dünyaya geçmiştim, ağzımdan titrek bir nefesin kaçmasına engel olamadım. Başını sola doğru eğdi.
"O kadar aptalsın ki!" Ne? Gürültülü bir kahkaha patlattıktan sonra geri çekildi. Ayağa kalktı, elini karnına götürdü ve arsız kahkahalarını sürdürdü.
Yüzünü inceleyen boş bakışlarımı fark edince gülmeye ara verip konuştu.
"İsa şahidim olsun ki biliyordum! Her gece beni düşlemekten uyuyamıyorsun, değil mi?"
Anlamsız cümlelerini idrak etmeye çalıştım. Kıpırdayamıyor, basit bir cümle kurmak için bile güç bulamıyordum. Oturduğum yataktan destek alarak kalkmaya çalıştım. Aciz vücudum gözlerimde yaş biriktirmekten başka bir işe yaramamıştı.
Karşıma geçti, bedenini yüz yüze geleceğimiz bir mesafeye kadar eğdi. Alaylı gözleri ve pişkince sırıtan dudakları kendime gelmemi sağladı. Ne yazık ki artık çok geçti.
"Güzelim, dünya savaşının ortasında kalsak ve bir milyon kilometre yakınımdaki tek kadın sen olsan, yine de seninle olmamak için kendimi kurşuna dizerdim."
.
.
.
.
.
.
Bunu bir geçiş bölümü olarak görebiliriz.
Zamanla Harry'nin karakterini, Brooke ve -şuan pek görünmeseler de- diğer karakterlerin kaba tabirle akıl hastanesinde ne arıyor olduğunu öğreneceğiz.
Şimdiye kadarki ve büyük ihtimalle sonraki birkaç bölüm daha ana karakterin iç dünyasını yansıtacak.Desteğiniz, oylarınız ve anlayışınız için çok teşekkür ederim <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paracosm | h.s
Fiksi Remaja"Yıpranmış mekanlar, yıpranmış yüzler.. Hiçbir yere gitmiyorlar." -m.w