Araz'ın sessizliğinin üzerinden on beş dakika civarı geçmişti ki ara sokaklardan ilerlemeye devam ediyorduk. Arabanın farları hala sönüktü ve bu karanlıkta hala nasıl önünü görebildiğini anlayabilmiş değildim. O zifirilerinin içinde gece görüşü falan olabilir miydi?
Konu Araz Boran ise, her şey mümkün olabilirmiş gibi geliyordu.
İç geçirip Araz'a bakmadan konuştum, "Babama tiyatro olduğunu bizzat kendin söyledin."
Yine o umursamaz ses tonuyla cevapladı. "Evet?"
"Eve gitmediğimde neler olacağını düşündün mü peki? Babamın elinden kurtulabilir misin sanıyorsun? Bizzat kendin konuştun ve ona güvence verdin."
Alaylı bir gülüşle cevapladı bu sefer. Sinirime dokunuyordu. "Eee nolmuş? Güvenini sarstım diye şimdi vicdan yapıp seni bırakmalı mıyım?" Tekrar güldü, "Komiksin."
"Asıl komik olan sensin! Saatlerdir anca arabayla oradan oraya gidip saçma sapan hareketlerde bulunuyorsun! Az kalsın ölüyorduk senin yüzünden! Ruh hastası!" Birden parlayan bedenimle nefes nefese kalmıştım ama Araz beni bırakana kadar buna bir son vermeye niyetim yoktu. Korkudan kalbim yerinden çıkacak olsa da Araz benim boyun eğeceğim son kişi bile değildi. Aslında düşündüğümde nefes nefese kalmamın sebebi korkum da olabilirdi ama beni gerçekten hafife alıyordu.
"Bak ölmedin. O yüzden, sus."
"Dalga mı geçiyorsun? Eve gitmem gerekiyor!"
"Gözlerini kapatıp evde olduğunu hayal et. Senin gibi küçük kızlar böyle şeyler yapmıyorlar mıydı?" Alayla tekrar gülerken arabaya bindiğimde kendimi rahatlatma çabamı hatırlatmıştı bana.
"Allah belanı versin diyeceğim ama dünyaya gelmekle başlı başına bir bela olmuşsun zaten. Annene yazık, insan doğuracağına iki ayaklı bir bela doğurmuş." Her kelimeyi geçtim, her sözcüğün hecesini söylerken korku kalbimde güm güm atıyordu. Buna rağmen dilime dur diyemiyordum, Araz her seferinde her lafında kanıma dokunuyordu.Ben ondan okkalı bir cevap ya da sert bir hareket beklerken sessizliği tercih etti. Arabanın hızı daha da yavaşlarken hiç ışığın olmadığı patika bir yola girdiğini fark ettim. Korku kalbimde yeniden hayat bulurken, Araz farları yaktı. Yol o kadar kötüydü ki arabaya tutunmadan oturmam mümkün olmuyordu.
"B-Burası neresi?"
Cevap vermedi, yine. Sıkıntıyla iç çektim, Araz direksiyonu sola kırıp keskin bir dönüş yaparak durdu. Vitesi R'ye alıp geri geri gelmeye başladığında yeni bir ürperti dalgası tenime yayıldı. Gelmiş miydik? Şimdi ne olacaktı?
Benim oturduğum taraftaki aynaya bakarak -o alacakaranlıkta artık ne görüyorsa- arabayı park etti. Motor sesi yerini keskin bir sessizliğe bırakırken Araz arabadan inerek garaj olduğunu tahmin ettiğim mekanın içinde yürümeye başladı. Bir iki adımdan sonra onu göremedim, belki saliselik bir zaman dilimiydi ama bana sonsuzluk gibi gelmişti. Araz hala ortalıkta yoktu, nereye gitmiş olabilirdi ki? Korkudan aldığım derin nefesler sıklaşırken titreyen ellerimle arabanın kapısını açıp kendimi dışarı attığım sırada birden her yer aydınlandı. Karanlığa alışan gözlerim, vuran sarı ışık yüzünden kısılırken dengemi kaybederek sağ doğru tökezledim. Tam yere çakılacakken bir çift el tarafından kollarım kavrandı. Gözlerimi kırpıştırıp panik anının yarattığı baş dönmesiyle kendime gelmeye çalıştım, görüşümü tekrar kazandığımda bir çift zifiri kahve tam dibimde bana bıkkınlıkla bakıyordu. Baştan çıkartan tehlikeli kokusunu alabiliyordum.
"Bir dahakine kendini yere yapışmış halde bulursun." Gözlerini umursamazlıkla devirdi. Ardından kollarımı bırakarak arkasını dönüp yürümeye başladı. Egoist herif, sanki beni tutsun diye yalvarmıştım ona. Yine de istifimi bozmayarak arkasından yürümeye başladım, "Teşekkür ederim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAR TANESİ
Jugendliteratur#Seslendirilmiş tanıtım ilk bölümde mevcuttur. ~ Başınıza gelebilecek şeylerin en uç noktasıdır insanlar. Öfkenin, aşkın, nefretin, kıskançlığın, acının... Canım bir kere yandı mı, kendimi hep kaçarken buluyordum. Nefes nefese kaldığımda isyan eden...