Rüzgarsız günde kendi isteğiyle düşüyor yapraklar.
Buruk yüreğim ve yorgun bedenimle yürümeyi bıraktım. Elimdeki ağırlıkları yere koymanın rahatlaması ile ağrıyan kollarımı ovuşturdum. Saatlerdir hava kararmadan kasabaya varma ümidi ile yürüyordum ancak ortada ne bir kasaba girişi, ne de evi simgeleyen gökyüzünde tüten duman bulutu vardı.
Cebimden çıkarttığım telefonum arayıcılığı ile abimin numarasını tuşladım.
'Hangi cehennemde bu kasaba!'
Sinirlerim oldukça gerilmişti,dolayısıyla abimle sevimli bir tonda konuşacak halde değildim.
'Otobüsten indiğinde al dediğim haritaya bak Jaemin, sonra da etrafına bakın. Kaçıncı kolonidesin?'
'Sadece konum atamaz mısın abi?'
'Üzgünüm Jaem, burada İnternetin olmadığını söylemiştim.'
'Pekala, gelemezsem peşime polis filan takma. Muhtemelen kurtlara yem Olurum zira Burada insana benzer hiç bir şey yok.'
Daha fazla vakit kaybetmeden telefonumu eski yerine yollayıp sırt çantamdaki haritayı çıkarttım. Tanrı'm kaçıncı yüzyılda yaşıyorduk?..
Üniversite profesörü bir anne ve doktor babanın iki oğlunun küçük olanıydım. Huzurlu güzel bir hayatımız vardı, abim Taeyong okulunu bitirmiş ve kimya öğretmeni olmuştu. Her şey tıkırında ilerler iken abimin atamasının' Karanlık Kasaba'ya düşmesi huzurumuzdan büyük bir payı kaçırmıştı. Her birimiz ayrı ayrı üzüldük lakin abim bu atamadan oldukça memnundu ve hiç itiraz etmeksizin valizini toplayıp iki yıl önce ayrılmıştı evimizden. Ve şimdi sıra bendeydi.
Annemin yurt dışı araştırması babamı da peşinden İsveç'e sürükler iken ben abime düşmüştüm. Ailem hiç tereddüt etmeden abimle konuşup bana kasabadan okul ayarlamış, Seul' deki kaydımı sildirmişti. Aslında beni Seul'e bağlayan özel bir nokta yoktu. Arkadaşım fazla değildi, sevdiğim yoktu bu sebeple değişiklik fikri güzeldi ancak gideceğim yer beni geri adım attırıyordu.
'Karanlık Kasaba', Kore içinde özerklik elde etmiş, yaklaşık dört yüz kişinin yaşadığı küçük bir bölgeydi. Yönetim isteklerinden dolayı İnternet yoktu, kasaba sıradanlar ve aristokratlar olarak ikiye ayrılmıştı. Aristokrat dediğime bakmayın, doktorlar, öğretmenler ve bakanlar giriyordu bu gruba. Çarpık nüfus yoktu kısaca. Yalnızca iki okulun bulunduğu ve 21. Yüzyıl için komiktir ki hiç alışveriş merkezinin, sinemanın, eğlence mekanının bulunmadığı bir yerdi. Bu gibi sebepler de isteksizliğimin temeliydi lakin yoktu seçim hakkım. Altı saatlik otobüs yolculuğunun üzerine tam bir buçuk saatlik yürüyüş ile gidiyordum işte.
Haritada iki seçenek gözüküyordu. Biri solumda bulunan orman idi ve burası kestirme gibi gözüküyordu. Diğeri ise direk düz ilerleyip otobandan iki katı yol yürümekti. Ha bu arada kasabada özel araç olayı yoktu, kasabaya giden herhangi bir toplu taşıma da yoktu. Busan'da otobüsten inip tabana kuvvet yürüyordunuz. Kasaba içi ulaşım ile belirli saatlerde yalnızca bir otobüs hattı ile sağlanıyordu. Daha kötü ne olabilirdi ki...
Haritayı gözlerimle iyice tarayıp çantama attım. Yerdeki iki valizimi de kavrayıp içten içe kendime güçlendirici mesajlar vererek ormana girdim.
Amazon hissi veren upuzun ağaçların arasında yürümek huzur verirken iki yüz metre kadar ileride gördüğüm boşluk alanı gözüme kestirip adımlarımı hızlandırdım. Vardığımda ise çantalarımı yayıp bir süre uyumak oldu işim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rumours°nomin
Fanfiction"Seni incitmek istemiyorum ama sen acı çekmek için yaşıyorsun." -Xuehua ❄️