Seonghwa ile keyifle geçirdiğimiz yemeğin ardından evlerimize gitmek üzere yollarımızı ayırdık. Seul'den gelmeden önce indirdiğim müzikleri dinleyerek eve ilerlerken duvara yaslanmış boş bakışlarla beni süzen Jeno'yu fark ettim.
Siyah kapşonunu başına örtmüş, postallarını giyinmişti. Sonbahar bedenini esir almıştı adeta.
Git gide ona yaklaşıyordum ki arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. Parmağıyla yaptığı hareket onu takip etmemi söylüyordu lakin neden yapacaktım?
Başta evin merdivenlerini tırmandın ama gittiği yön içime şüphe düşürmeye yetmişti. Çantamı kapının iç kısmına doğru attığım gibi düştüm peşine.
Tam tahmin ettiğim gibi av ormanına girmişti. Salına salına yürüyor, ardına hiç bakmıyordu. Sanki onu takip edeceğimden emin gibi bir hali vardı. Lakin bu takip de sayılmadı değil mi? Sonuçta çağırılmıştım.
Ürkütücü ormanda epey yürümüştük. En sonunda konuşma kararı almıştım ki ben konuşmadan o döndü bana. Eğilip çalılıkların arasından aldığı şeyi arkasına sakladı ve bana yaklaştı.
"Changbin'in mezarına gelirken onun benim yüzümden burada yattığını ve asla affetmeyeceğini söylemiştim sana. Sen de ona sevdiği çiçekleri vermemi, çiçekler yeşerdikçe beni affedeceğini söyledin. İnanmadım ama inanmak istiyorum ve bunun için yine sana ihtiyacım var. "
Arkasında sakladığının önceden hazırlanmış bir papatya buketi olduğunu anlamam gözlerimde buğulanmaya sebep olurken uzattığı çiçeğe öylece baktım.
"Sevdiğin adamdan ilk papatyanı alacağını söyledin. İzin ver sevdiğin adam olayım, izin ver Changbin'in beni affedeceğine senin affetmenle inanayım."
Daha fazla ne onu ne de kendimi cezalandıramazdım. Yeterince kırılmıştık zaten. Yaşattığını da misliyle yaşamıştım ona ve yalan söyleyemezdim. Ben onu seviyordum. Onsuz iken çok denedim başkasını sevmeyi ki önümde en rahat sevebileceğim Seonghwa vardı. Naif mücevherlere bakar gibi baktı bana. İncitmedi hiç, güldürdü, eğlendirdi lakin ben onun yanında gülmektense Jeno'nun yanında ağlamayı yeğledim.
Ellerime aldım papatyaları. En içten duygularımla gülüşümü sundum sevdiğim adama. Karşılığında onun da simasında en sevdiğim tondaki tebessümü yayıldı. Ve daha fazla bekletmedim ikimizi de. Çiçeği bir kenara bıraktığım gibi buluşturdum dudaklarımızı. Hiç şevk karışmadı öpüşmemize. Tamamen özlemle yoğruldu kırmızılıklarımız.
Nefesimiz kesilene kadar doya doya öptük birbirimizi. Sonunda nefessiz kalınca alnımı onunkine yasladım. Neşeli kahkahalarımız birbirine çarparak yükseldi gökyüzüne. Ardından kollarım dolandı boynuna. Kokusunu içime çekerek sarıldım bedenine. Saatlerce durduk o şekilde. Öyle ya hasretimize saatler azdı bile.
Ağaca yaslanarak oturdum. Dizlerime uzandı. Saçlarını okşayarak izledim simasını. Unutmaya yüz tutmuştu zihnim, her bir zerresini bir daha unutmamak üzere yeniden ezberledim.
"Bir daha kıracak mısın kalbimi? Zira daha fazla kırılmaya dayanamaz, parçalanır.."
"Kırmayacağım. Onun yerine kendimi asacağım lakin seni Kırmayacağım. Göz yaşların benim için yeterince döküldü zaten."
Dudakları büzülürken oluşturduğu sevimli görüntüsü gülümsetirken kapattım gözlerimi. Ona güvenecektim. Kendime başka seçenek sunmayacak ve tüm varlığım ile ona teslim olacaktım.
~~~~~~
"Hiç gelmeyeceksin sandım. "
"Geldim işte. "
Asık suratıyla beni karşılayan Jeno'nun dudaklarına belli belirsiz bıraktığım buse ile içeriye girdim. Ormanda uyuya kalmıştık ve bu abimlerin kutlamasına geç kalmamıza maal olmuştu. Karanlıkta koşarak dönmüştük eve. Ben ayrılıp kendi evime girmiş, üzerimi değiştirmiştim ve kabul biraz uzun sürmüştü.
"Erkenden gelme inceliğine sahip olman gözlerimi doldurdu Jaemin."
Abimin iğneleyici konuşmasına karşılık güldüm yalnızca ve hemen ortama uyum sağladım. Sohbetler, içkiler eşliğinde aynı dünküne benzer bir gece süregelirken Tiffany Neşeyle ayağa kalkıp herkesi susturdu.
"Millet, Taeyeon ve ben anne oluyoruz. "
Öyle neşeliydi ki güzel kadın, göz doldurur cinsteydi gülüşü. İki kadın mutlulukla öptü birbirini alkışlar eşliğinde.
"Tebrik ederim noona."
Kibarca tebrik ettim Tiffany'i. Elini omzuma koyup yanımda duran Jeno'yu işaret etti.
"Sizden bu haberi ne zaman alacağız?"
Nedensizce kızardı yanaklarım. Mideme tatlı kramplar girerken başımı eğdim. Gözlerim Jeno'nun soğuk simasında gezdiğinde ise gülüşüm tümüyle kaybolmuştu. Doğru ya, o hiçbir zaman baba olmayacaktı...
Olumsuz yönde salladım başımı. Tam konuşacaktım ki duymaya doyamadığım o ses doldu kulaklarıma.
"Okulumuz bitince neden olmasın?"
Gülüyordu, ve söyledikleri... Olmazsa olmaz değildi elbette çocuk, birbirimize yeterdik lakin ikimizin de parçası olan masum bir varlık kutsal yapardı ilişkimizi. Henüz küçüktük, acelemiz yoktu ancak elbet bir gün onun bebeğini taşımayı istiyordum. Hamilelik şüphemin olduğunu dönemde asla baba olmayacağını söylemesini kabul ettirmiştim kendime zorla, onu seviyorsam saygı duyacaktım lakin ölene kadar içimde ukte kalacaktı. Ben bunlarla kafamı yorarken o çoktan değişime adım atmıştı bile.
Tiffany'nin yanımızdan ayrılıp abimlerin yanına gitmesiyle kolunu omzuma atan sevgilime döndüm. Kaşlarım havalanırken sormaktan alı koyamadım kendimi.
"Fazla mı büyük konuştun yoksa? Hm?"
Burnumu sıkıştırıp kafamı göğsüne yasladı. Bakışları huzur doluydu.
"Seninle olduğum sürece korkmayacağım hiçbir şeyden Jaemin. Baba olmak istemiyorum çünkü biliyorsun benim babam... Her neyse, o sebepten dolayı bilmiyorum iyi baba ne demek. Ama senden öğrenirim. Bana sevmeyi öğrettiğin gibi onu da öğretirsin."
"Neden olmasın?"
Fingirdeşmemize ara verip salonda dans edenlerin arasına karıştık. Aynı 'Aydınlık kasaba' da ettiğimiz dansın bir kopyasını yaptıktan sonra yorgunlukla koltuklardan birine oturdum. Jeno içecek almaya gitmek için yanımdan ayrıldığından gözlerim pistin ortasında çekinmeden ön sevişme gerçekleştiren Yoongi Jimin çiftine kaydı. Daha sonra onlardan farksız olan abim ve Doyoung'a. Aşkın cinsiyetsizliği tutkularıyla herkesin gözüne seriliyordu.
Üzerimde dökülen sıvının soğukluğu ile sıçradım koltukta.
"Ah Jaemin, çok üzgünüm. Elimden kaydı."
Muzipçe sırıtan Jeno'nun söylediğiyle bakışları oldukça çakışıyordu. Oyun mu istiyordu, bende verirdim.
"Sorun değil Jenoshi, eve gidip üzerimi değiştireyim. Hem geç de oldu zaten."
Gitmeye hazırlanan bedenimi kendime çekti. Burnu burnuma sürterken boynuma yaklaştı.
"Odama gidelim. Sana temiz tişört vereceğim. Hem odamda yarım kalan bir işimiz vardı, onu tamamlarız?"
Ahlaksız teklifi reddedemeyeceğim cinstendi zira ruhlarımız kadar bedenlerimiz de birbirlerine aç kalmıştı. Daha fazla onları birbirlerinden mahrum etmemek gerekirdi değil mi?...
Selamlar, çok kısa bir bölüm farkındayım. Sebebi ise geçen haftaki ve bu bölümün silinmiş olması ve ben silinen bölümü tekrar yazdığımda keyfim inanılmaz kaçıyor. Hatam varsa affola ama bölümden hiç memnun değilim. Umarım sizler beğenirsiniz, 💙yorumları bekliyorum ve bildiriyorum ki son dört bölüm 🤭
-XUEHUA❄️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rumours°nomin
Fiksi Penggemar"Seni incitmek istemiyorum ama sen acı çekmek için yaşıyorsun." -Xuehua ❄️