10. BÖLÜM - DOĞRU MU CESARET Mİ?

136 6 0
                                    

"unni? Ne düşünüyorsun?"

Minju'nun fısıltı gibi sorusu beni dün geceyi düşünüp durmaktan alıkoymuştu. "hiç. Dalmışım öylesine" dedim geçiştirmek için. Yüzüme baktı ve "unni, fark ettim de sen ve Joon oppa bugün bi garipsiniz. Bir şey mi oldu? Neyiniz var?" diye sordu. Joon'un bizi dinlediğine emindim. Gülümseyerek Minju'nun yüzüne baktım. "ne olabilir ki? Aslında bilmiyorum. Dün biraz içmiştim. Beni Joon almış. Belki o sırada ağzımdan kötü şeyler kaçırmış olabilirim onun hakkında" dedim. Minju yüzüme dik dik baktı ve "unni! Joon Oppa'ya iyi davran. Onun nasıl bir hazine olduğunun farkında değil misin? Baksana! Hem yakışıklı hem zeki" dedi iç çekerek. Hakkı vardı. Joon'a yakışıklı demek ayıp olurdu. Melekleri utandıracak bir güzelliği vardı. Tanrının yeryüzündeki en güzel eseriydi. Ama bu onu sürekli pohpohlayıp, egosunu tavan yaptırmam için bir sebep değildi. Minju'ya dikkat edeceğimi söyleyip gülümsedim ve gözlerimi kapatıp dün geceyi düşünmeye devam ettim. Sinirle oflayıp Junho'nun yanına gittiğini fark ettim. Haklıydı. Gerçekten haklıydı. Ama ben o değildim. Ben onun gibi olamazdım.

Kamp yerine gittiğimizde ağzımın tren garı büyüklüğünde açık kalmasının sebebi neydi? Kamp alanı deyince ben ormanda çadır kurmak diye düşünmüştüm. Haliyle karşımda orman içinde villa görünce şok oldum. Tamam, solonun köşesindeki şömineyi görmezden gelebilirdim ama hangi kamp evinde piyano olurdu ki? "ağzına sinek kaçıcak" diyerek yanımdan geçip giden Joon'un arkasından gözlerimi devirdim ve eşyalarımızı yerleştirmek için odalarımıza çıktık. Minju ve ben aynı odada kalıyorduk. O harıl harıl eşyalarını düzenlerken ben sadece yatakta oturmuş boş gözlerle bakınıyordum.

Bir süre sonra Minju, dikkatimi çekmek için bir yandan gözümün önünde elini sallarken bir yandan da "unni? Gerçekten neyin var? Hiç de geceden kalma değilsin bence. Daha çok şoka girmiş gibi davranıyorsun" dedi sesini yükseltip. Şok sanırım bu durum için doğru bir kelime değildi. "şokta değilim. Kafam karışık" diye cevap verdim. Bu sırada Lina geldi. "ne konuşuyordunuz?" dedi yanıma otururken. Bana kalmadan Minju "Ablama tuhaf davrandığını söylüyordum tam. Sence de tuhaf davranmıyor mu?" diye sordu. Yüzüme sanki estetik ameliyat yapacak doktorlar gibi bakıp, senkronize bir şekilde başlarını salladılar. "evet, gerçekten tuhaf davranıyor" dedi Lina. "eee, ne oldu? Anlat bakalım" diye sordu. İç çektim. Konuşmadan bırakmayacakları kesindi. Anlatmazsam aylarca bunu düşüneceğim de kesindi. O yüzden anlattım.

"dün gece Junho'yla içmiştim ya. Baya içmişim. Kendime gelir gibi olduğumda bi sokakta Joon'laydım. Sonra şey oldu. Imm... şeey.. beni öptü" diye fısıldadım. İkisinden de ses çıkmıyordu. Donuk bir ifadeyle yüzüme bakıp "ne!" diye bağırdılar aynı anda. Lina heyecanla "eee sonra ne oldu?" diye sordu. "bilmiyorum. Yani gözlerimi açtığımda yatağımdaydım. Off... Bilmiyorum. Yani ya gerçek değilse? Ya sadece rüyaysa? Dün gece beni öpen biri gibi davranmıyor zaten. Sabahtan beri gerçek miydi rüya mı, bunu düşünüyorum" dedim. Durum tam olarak buydu. Geceye dair hatırladığımı düşündüğüm son şey o öpücüktü. Gerçek miydi? Ya değildiyse? Ya ben onu rüyamda görecek kadar abayı yaktıysam! Minju yüzüme bakıp "ee sorsana direk" dedi. Gözlerimi pörtletip "nee! Daha neler! Sorsam bile yanımızda siz varken asla doğru düzgün bi cevap vermez. Junho varken yalnız da kalamayız" dedim. Minju elimi tutup "anlamanın çok kolay bir yolu var" dedi. Minju'nun fikri korkunçtu. Asla yapamayacağım bir şeydi. Ama Minju hayır kelimesinin anlamını pek bilmediğinden planını hemen uygulamaya koydu.

Bir saat kadar sonra üzerimde kare yaka, dizlerime kadar gelen limon sarısı elbiseyle herkesin yemek için beni beklediği salona indim. İçeri girer girmez Junho'nun "vaaavv! Minji! Bence tüm hayatını bu elbiseyle yaşamalısın!" diye bağırması kimsenin bana dikkat etmemesi için ettiğim duaları boşa çıkarmıştı. Elimi açık bıraktığım saçlarıma götürüp "abartma istersen" dedim ve gülümsedim. Şöminenin önünde hazırladıkları yer sofrasında oturabileceğim tek yerin Minju ile Joon'un arası olması kesinlikle rastlantı değildi. Minju'nun planı dahilinde böyle oturuyorduk. Onu gördüğümde bile düğüm düğüm olan midem, onun yanında oturunca büzülmüş, küçücük olmuştu. Hepsi o gerçek olup olmadığından emin olamadığım öpücük yüzündendi. Gerçekten beni öpmüş olsaydı böyle normal davranmaya devam edebilir miydi?

Lina "Minji, yemeğe bakmaya devam edecek misin? İstemiyorsan ben yiyebilirim" dedi gülerek. Etleri ona uzatıp "ben sadece salata yicem. İstersen etleri alabilirsin" dedim. Hevesle etleri aldı. Salatamı bitirdikten sonra kalkmak üzereydim ki Joon elini koluma koydu. "benim salatamı da al" dedi. Ağzım açık bakakalmıştım. Salatadan bir parçayı açık kalmış olan ağzıma koydu ve sonra benden onu çiğnememi bekledi. Nasıl? Nasıl çiğneyebilirdim ki? Öylece, aklımı kaybetmiş gibi yüzüne bakıyordum. Sadece çiğneme yeteneğimi değil, düşünme, nefes alma hatta belki de görme yetimi bile kaybetmiş olabilirdim. Minju'nun kıkırdadığını duyabiliyordum aslında. Kafasına bir tane vurmak istiyordum ama o anda göz bile kırpabileceğimi zannetmiyordum. Ben hala mumya gibi kıpırtısız Joon'a bakarken, o başını önüne çevirip gülümsedi ve yemeğe devam etti. Gerçekten beni öpmüş olabilir miydi?

Yemekten sonra Minju planını uygulamaya koydu. "hepiniz benim davetlimsiniz. Bu yüzden benim istediğimi yapacaksınız. Hmm... Saklambaç oynıcaz. Takım olarak. Ben ebeyim. Ablam ve Joon Oppa bir grup, Lina Unni ve Junho Oppa bi grup. İlk önce yakalanan grup akşam yemeği hazırlar. Sınırlar: villanın bahçe sınırlarının sonuna kadar. Hadi başlayalım!"

Bahçeye çıktık ve oyuna başladık. Ben ne tarafa gideceğimizi düşünürken Joon elimi tutup beni ağaçların arasına çekmeye başladı. Arkamızdan atlı gelse bize yetişemezdi bence. Kalın gövdeli bir ağacın yanında duraksadığımızda nefes nefese "neden bu kadar hızlıyız" diye sordum. Yüzüme küçümser bir ifadeyle baktı ve "o Junho'ya yenilemem. O yüzden bana ayak uydursan iyi olur" dedi. Cevap vermemi beklemeden yürümeye devam etti. Arkasından gitmem gerekiyordu ama Minju'nun planına uyarsam olduğum yerde durmalıydım. Plana uydum.

Birkaç adımdan sonra arkasına dönüp "gelmeyi düşünmüyor musun" dedi. Kafamı hayır anlamında salladım. "sen buraya gel" dedim. Gözlerini kısıp, yüzüme dikkatlice baktı. "sana sormam gereken bir şey var" dedim. Küçük adımlarla yanıma geldi. "sor" dedi. "doğru mu cesaret mi Joon?" diye sordum. Şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı, "ne fark eder ki" dedi. "seç" dedim ısrarla. "peki. Doğru" dedi. Ayaklarımızın ucu birbirine değene kadar ilerledim. Kafamı yüzüne doğru kaldırıp "dün gece gerçek miydi" diye sordum. Gözbebekleri büyüdü. "şüphen mi vardı" dedi gülümseyerek. Gerçek miydi yani? "sen... ger... gerçekten beni ö... öptün mü" diye kekeledim. Ellerini yüzümün iki yanına koyup "nasıl yaptığımı göstermemi ister misin" dedi. Bu planda yoktu. Plan sadece soru sorma kısmına kadardı. "ha... ha... hayır" dedim geri çekilerek. Geri dönüp yürümeye başladım. Arkamdan yetişip kolumdan tuttu ve beni kendisine doğru çevirdi. "ya cesaret deseydim?" diye sordu. Kalbim çıkacak gibiydi. Yüzümün rengi muhtemelen karpuzdan daha kırmızıydı. "o zaman... ben seni öpecektim" dedim yüzüne bakmadan. "doğru dediğin için şanslıyım" diye ekledim küçük bir gülümsemeyle. Cevap vermek için ağzını açtığında gelen sesle ikimizde kendimize geldik. İlerde genç bir adam, muhtemelen 25 yaşlarındaydı, bizi izliyordu. Beyaz tenli, kahverengi ve yüzüne oldukça yakışmış olan saçları, uzun boyu ve yapılı vücuduyla sanki mankenlik ajansından çıkmış gelmiş gibiydi. Sakin adımlarla yanımıza geldi.

"merhaba, ben Han Choyun. Siz kimsiniz?" dedi. Joon beni arkasına alıp "ben Lee Min Joon. Bu da Kim Minji" dedi. Adamı her an dövebilirmiş gibi duruyordu. Han Choyun direk yüzüme bakarak gülümsedi. "acaba Kim Minju ile bir akrabalığın olma ihtimali var mı?" diye sordu. "Minju'yu tanıyor musunuz?" dedim şaşkınlıkla. "evet. Ben yan villada yaşıyorum. Minju ve babası benim uzun zamandır tanıdıklarımdır. Ya siz?" dedi. "ben ablasıyım" dedim. Bu sırada "unni! Joon Oppa! Buldum sizi" diye bağırarak Minju geldi. "akşam ye... ahh... Choyun Oppa! Ablamla tanıştınız mı yoksa! Ben tanıştıracaktım" dedi göz kırparak. Joon'un gerildiğini hissedebiliyordum. Küçük parmağımla eline dokundum. İrkildi. Sonra rahatladığını hissettim. Bu sırada Choyun yanıma geldi ve elini uzatıp "sizinle tanışmak bir şereftir" dedi. Bakakaldım. Acaba bu filmlerden fırlamış gibi ortaya çıkan Choyun neden birden kalbimi böyle hoplatmıştı ki? Ve dahası neden onu tanıyormuşum gibi hissetmiştim?

Merhaba, Ben Sindirella!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin