2. BÖLÜM - Gülümseme

248 4 2
                                    

Okulumun açılmasına kadar geçen o iki haftayı kayıt işlemleri, alışveriş, ev düzenine ayak uydurma ve Bay Estetik Joon’la karşılaşmamaya çalışarak geçirdim. Gerçi her koşulda yemeklerde tam karşımda oturuyordu ama o kadarına da dayanabilirdim sanırım. Emin değildim ama deniyordum. Yemek yerken o kaşığı boğazından aşağı ittirmemek için kendimle savaşıyordum resmen. Bir insanın duruşu bile nasıl bu kadar sinir bozucu olabilirdi. Şu anda da karşımda oturmuş tüm iyi düşüncelerimi tersine çevirmek için uyuz bir rahatlıkla yemek yiyordu. Masada konuşan tek kişi Eunjo idi. Hararetle ne konuştuğunu bilmiyordum. Çünkü buraya geldiğim üçüncü gün Eunjo’nun anlattıklarını dinlemenin gereksiz bir şey olduğunu öğrenmiştim. Ta ki ünlü yönetmen Kim Dongho’dan bahsettiğini duyana kadar. Kim Dongho, Güney Kore’nin en yetenekli ve saygın aktörleri ve aktrisleriyle çalışan çok başarılı bir yönetmendi. Kırkını geçmiş olmasına rağmen hala otuzuna bile gelmediğini iddia edenler vardı. Eşinden ayrılmış olmasına rağmen düzgün bir aile yaşantısı ve iki kızı vardı-gerçi çoğu insan sadece bir kızı olduğunu düşünüyordu. Birisi onunla büyüyen kardeşim Minju, diğeri de annemin yanında kalan ben. Evet, doğru duydunuz. Ben, Kim Min Ji, ünlü yönetmen Kim Dongho’nun kızıyım. Tabi bunu pek kimse bilmez. Her şeyi mahveden ben küçük kasabamızda annemin yanında kalmaya mahkum edilmiştim. Sanırım Eunjo da bilmiyordu. “anne, duydun mu? Yeni bir film çekecekmiş. Hatta filminde kızının da oynayacağını söylüyorlar” dedi Eunjo. Demek Minju’yu da kendi dünyasına çekmeye çalışıyordu. Yemek mideme oturmuştu. Masadan kalkmak için sabırsızlansam da kalkamazdım. Hem o sırada sahip olduğum tüm yürüme yeteneklerimi kaybetmiş olmam hem de Eunjo bir ara susarsa Jieun teyze ve eşinin söylemek istediği bir çift cümle yüzünden sandalyede oturmaya devam ettim. Söyleyeceklerini duyup gidecektim. Sabırsızlıkla iç çekince Eunjo sinirli bir şekilde yüzüme baktı ve sustu.

-ahh… Minji kızım… Okula giderken diyorum, Joon’la gidip gelseniz. Arabayı size veririz. Daha rahat olur, dedi Jieun teyze. Ben ve Bay Estetik? Aynı arabada? Hem de her gün? Yok artık! Tamam, aynı okulda okuyor olabilirdik. Tamam, o benim üst sınıfım olabilirdi. Tamam, onunla aynı evde yaşıyor olabilirdik (ve adam ultra yakışıklıydı) ama bunlar bizim mükemmel bir çift olduğumuzu göstermiyordu! Onunla aynı ortamda baş başa 15 dakika kalırsam onu öldürebilirdim. Herhangi bir sebebi yoktu bunun. Sadece ona hiç ama hiç içim ısınmamıştı işte! Ve bir de şu küçükken reddedilmiş olduğum gerçeği de vardı tabi ama neyse. Tabi ki bunları Jieun teyzeye böyle anlatmadım. Daha kibar bir şekilde reddettim.

“çok güzel olurdu” dediğimde Joon neredeyse boğuluyordu. O an acaba kabul etsem mi diye düşündüysem de “ama Joon OPPA’yla görülürsem okulda insanlar benim ayrıcalıklı olduğumu düşünebilirler. O yüzden ben otobüs kullanmayı düşünüyorum. Yine de teşekkürler” diye ekledim. Özellikle oppa kelimesine vurgu yapmamın sebebi Joon’un her oppa dediğimde yüzünde oluşan o sinirli ifadesinden aldığım zevkti. Joon ise altta kalmayıp benimle okulda görülürse notlarının düşeceğini söyledi. Lahana beyinli odun, elimde kalacaktı bir gün. Jieun teyze ve eşi bizim birbirimize düşman gibi bakışmamızı görünce, biraz düşündükten sonra istediğimiz gibi yapabileceğimizi söylediler. 
Odama çıkar çıkmaz yaptığım ilk işim internet arkadaşım Mr. Charming’e yazmak oldu. Ah, size ondan daha önce bahsetmedim, değil mi? Charming benim bir süre önce internet üzerinden tanıdığım birisi. Hakkında bildiğim tek şey erkek olduğu ve Seul’da yaşadığı. Tanımamamın verdiği rahatlıkla içimdeki her şeyi anlatabildiğim yegane insan. 


Alıcı: Mr.Charming
Seul’a geldim ve şunu anladım ki sanırım ben önceki hayatımda vatan hainiydim. Bir insan bu kadar şanssız olamaz. Hani bazen birini görürsün ve hiçbir şey yapmadığı halde o kişiden nefret edersin ya. O duyguyu o kadar yoğun hissediyorum ki! Biraz rahatlamaya ihtiyacım var sanırım. Bir önerin var mı?


Mr.Charming cevap verene kadar internetten iş aradım. Burada kalıyor olmam yan gelip yatacağım anlamına gelmiyordu. Uzun uzun iş aradıktan sonra Charming’in cevap verdiğini fark ettim.


Alıcı: MissR
Hey sakin ol! Hayatı abartarak yaşamayı seviyorsun sanırım. Bol heyecanlı sporları denemelisin bence. Ya da piyanoyu dene. İnsana huzur verir. 


Piyano mu? Daha önce hiç piyanoyla sakinleşmeyi denememiştim. Belki bir dahaki sefere piyanoyu deneyebilirdim. Ama şimdi açlıktan kazınan midemi doyurmalıydım. Öğle yemeğinde çok yiyememiştim. Akşam yemeği için Jieun teyze, eşi ve Eunjo bir yere gideceklerdi. Uzaktan akraba demişti Jieun teyze. Bu da demek oluyordu ki akşam yemeği o ruhsuzla bana kalmıştı ki onun elinden bir şey yemektense kendi yaptığım, daha doğrusu yapmaya çalıştığım yarısı yanık yemekleri tercih ederdim. Ama mutfağa inerken evi saran o nefis yemek kokusu beni benden almıştı bile. Bay Estetik yemek yapıyordu. Mutfak kapısından orada olduğumu belli etmeden bir süre onu izledim. Aşçı olsa eline ancak bu kadar yakışırdı yemek yapmak. Benim aksime ne yaptığını biliyordu sanırım. Arkasını dönünce beni gördüğünde bir süre duraksadı. “acıktıysan kendi yemeğini hazırlamalısın. Sadece kendime göre yaptım” dedi yüzüme bakma gereği görmeden. Anlaşılan Bay Estetik’te Brüksel lahanası kadar beyin yoktu. Onun yaptığı yemeği tabi ki yemezdim. Hiç istifimi bozmadan dolabı açtım. Dünden kalan bir parça çorbayı ısıtmaya karar verdim. Hayır, onun yaptığı o enfes kokulu şeyden bir lokma bile yemek istemiyordum. Beni zehirlemeyeceğini nereden bilebilirdim ki? Çorbamı ısıttım ve usul usul yedim. Mutfakta bana ait olan kirliliği temizledikten sonra evin kütüphanesine gittim. Ben bunları yapana kadar Bay Estetik çoktan mutfaktan çıkmış ve hangi deliğe gidecekse gitmişti. Kütüphanelere olan hayranlığım yüzünden heyecandan ilk kez gireceğim kütüphane kapısında kalakalmıştım. Kapıyı açacakken içerden gelen piyano sesiyle duraksadım. Evde piyano da mı vardı? Ve daha da önemlisi Joon denen odun piyano çalabiliyor muydu? Şaşkınlıkla elim kapı kolunda dururken farkında olmadan kapıyı açmıştım bile. Fazla ses çıkmadığından ya da benim varlığımı umursamadığından çaldığı şarkıya devam etti. En sevdiğim şarkılardan biriydi çaldığı şarkı, “Love In Portofino”.


Şarkıyı bitirince “konser ücreti almalıyım sanırım” dedi bana bakıp. Şarkıdan o kadar etkilenmiştim ki benimle konuştuğunu anlamam uzun sürmüştü. “Ben… Bir kaç kitap bakmak için…” gibi bir şeyler saçmaladım. Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Gülümsemiş miydi? Hem de bana? Dünyanın sonu gelmiş olmalıydı. Yoksa kalbimin bir anlığına bile olsa bu gülüşle ufak bir ritim bozukluğu yaşamasının başka bir açıklaması olamazdı. “seni hatırlıyorum” dedi gülüşü sinsice bir bakışa dönüşürken. “kaç yaşındaydın o zaman? 6 ya da 7 sanırım. Bana ‘oppa senden çok hoşlanıyorum’ demiştin” dedi beni taklit etmeye çalışarak. ‘hoşlanıyorum’ dememiştim diye düzeltmek istediysem de yapmadım. Beynime balyozla vurmuşlar gibi donakalmıştım. Şaşkınlıktan gözlerim o kadar açılmıştı ki yuvalarından düşüp gidebilirlerdi. Yavaş yavaş gelen siniri hissedebiliyordum. O an onu bir kazığa bağlayıp yakmayı ne kadar çok istediğimi bilemezsiniz. Beni engelleyen neydi peki? Yanağındaki gamzesini ortaya çıkaran gülüşüydü sanırım. O kadar kızmış olmama rağmen yine de onun gülüşü yüzünden ritmini bozan yararsız kalbimi yerinden söküp bağışlamak istiyordum. Soğuk bir şekilde gülümseyip “ne o? hala o hislere sahip olmamı mı diliyorsun? Yoksa beni seviyor musun?” diyebilmeyi nasıl başardığımı hiç bilemiyorum. Gülüşü dondu. Gözleri büyüdü. Oda kahkahasıyla doldu. “hala çok komiksin Minji” dedi yanımdan geçerek odadan çıkarken. İnkar etmemişti. Kabul de etmemişti. Bu ne demekti böyle?


http://www.youtube.com/watch?v=9Q1yQeJPoJA

bahsi geçen şarkı yukarıdaki linkten dinlenebilir :)

Merhaba, Ben Sindirella!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin