{Tek bildiğim şey seni sevmenin kaybedilen bir oyun olduğu}
Kaybedilişin ardından gelen karmaşık duygular içimi kaplıyordu. Zaferine ulaşmayı dilediğim bir ağacın meyvelerini çürümeye yüz tutmuş bir şekilde görmüştüm. Bana verilmiş cezayı her defasında ertelemek ateşin yüksek mertebeye ulaşmasını sağlamıştı. Yeniliyordum ve bunu iliklerime kadar hissedebiliyordum.
Yoğun rüzgarın yaprakları oradan oraya uçuşturduğu bir güne uyanmıştım. Bulutların hüzünle insanları selamladığı ve güneşin adeta saklambaç oynadığı bir gün. Baştan beri bir kabusa uyandığımın farkındaydım. Havanın vermiş olduğu negatif enerji içime işlemiş ve bedenimin gerilmesine neden olmuştu.
Üzerine fıstık ezmesi sürülmüş olan çıtır ekmeği dudaklarıma götürüp koca bir ısırık aldım. Olabildiği kadar hızlı kahvaltı edip Jin ile buluşmalıydım. Ona vermiş olduğum kutsal görevi yerine getirmiş ve bana bazı şeyler anlatmak için sabırsız olduğunu dile getirmişti. Telefonda değilde yüz yüze anlatmayı gerektirecek ne gibi şeyler olmuştu aklım almıyordu.
Islanmayı dileyen ekmek parçalarını önümde duran çay ile yatıştırdığımda karşımda hayretle bana bakan babamın bakışlarıyla karşılaştım. Elimde duran çay bardağını yavaşça masaya bırakıp aceleci tavrıma son vermem gerektiğini düşündüm. Bu kadar ilgi çekici gözükmek koca bir hesabı beraberinde getirip babamın girmiş olduğum dipsiz kuyuyu öğrenmesine yol açabilirdi.
Sorar gözler ile "Bir kaç gündür seni telaşlı görüyorum." dediğinde boğazımda hissettiğim kuruluk ile öksürdüm. Her şeyi fazla mı belli ediyordum yoksa, gerçi hayatı boyunca 'inek' diye adlandırılan biri yalan söylemeyi nereden bilsin ki? Üzerimde hissettiğim hallice ağırlık kaldırmakta güçlük çektiğim sorumluluklarımı bana hatırlatırken ağzımda dolu olan ekmeği yuttum.
"Sadece gelecek ile ilgili kuşkularım var." dedim bakışlarımı babamdan kaçırırken. Yalan dozum ona karşı boyun eğerken bir de hayatımı söz konusu edip derslerim ile ilgili dakikalar içerisinde akıl almaz yalanlar uyduruyordum. Artık kendimi ben bile tanıyamaz bir hale gelmiştim.
Bana güven aşılamak istercesine gülümseyip ellerimi tuttuğunda içimdeki burukluk ile gülümsemesine karşılık verdim. Kalan hayatının bütün umutlarını bana aktarıyor gibiydi. Gözlerini kısıp "Parlak bir geleceğin olacağına eminim." dedi. Şu an yaşamış olduğum utanç duygusu tavan yapmıştı. Karşımdaki savunmasız adam bana her şartlar altında güveniyordu. Ben ise sokakta beni takip eden acımasız adama güvenmeye meyilli gibiydim.
Aile kavramı benim için sadece babamdı. Her dakikasını kızı için savaşmaya vermiş olan adamdı. Patlamaya yüz tutmuş spot ışıklarını savunmasız kızına tutan bir adam. O da iyi biliyordu kızının onsuz bir hiç olduğunu, hala ona adamış olduğu spot ışıkları altında nefes alabildiğini. Duygularını öldüreli çok olmuştu bu adam. Kızına yaşamayı öğretmesi için dışarıdaki insanlara birer ruh olmalıydı. O sadece kalbi atmaya can veren kızı sayesinde ruhlanıyordu.
Yüzüme eklediğim aptal sırıtış ile babam kahvaltısını yapmaya devam etti. İçinde yayılan bir huzurun olduğunu ve hayatının düzenli gittiğini düşündüğüne emindim. Ne de olsa okulu aksatmadan dersleri dinleyen (!) bir kızı vardı. Oysa ki hayal alemimde gezip duran bedenin bana yarattığı etki ne denli büyüktü.
Son kez dudaklarımla çayı buluşturup yavaşça ayağa kalktım. Üzerimde ki tedirginliği bir kenara fırlatmak istiyordum. Başka türlü bu adama yalanlarımı sunup bu evden tek başıma çıkamazdım. "Nereye?" diye sorduğunda masanın üzerinde duran telefonumu elime alıp "Jin beni kütüphanede bekliyor." dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dance Of Eternity | Taennie
Teen FictionPolis kızı olan Jennie Kim ilk öpücüğünü uyuşturucu kaçakçılığı yapan Kim Taehyung'a vermişti. Kim Taehyung & Jennie Kim