3. Bölüm: İlk Yağmur

71 3 1
                                    

Mary Katherine: Adını söylediğimi duymamıştı. Öfkeyle o adama bakıp kaçarcasına çıkmıştım. Okuldan çıktığımda kapıya yaslandım ve nefes almaya çalıştım. Okulda kimse kalmamıştı. “Mary!” Anna koşarak yanıma geldi. “Ne oldu? İyi misin?” Elenor bacaklarıma yapıştı. “Özür dilerim. Sana bağırdılar. Ben kucağına atladığım için oldu.” Başını okşadım. Eğildim. “Hiç olur mu? Sadece bir kaza oldu. Hem ben ona gününü gösterdim. Bak sana ne aldım.” Çantadan hediyeyi çıkarıp ona verdim. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Heyecanla paketi açtı. “O haddini bildirdim dediğim çocuk okulun en popüler çocuklarının başıydı,” dedi Adam. Gülümseyerek ona baktım. “Beni gördüğüne şaşırdın mı?” “Hem de nasıl. Aslında dün gördüğümde tanıdık gelmiştin. Ama çıkartamamıştım. Şimdi taşlar yerine oturdu.” “Anlamadım dün ne oldu?” “Önemli bir şey değil. Oyuncakçının orada karşılaşmıştık.” “Tavşan! Yeni bir tavşan!” Kucağıma atladı. “Teşekkür ederim!” “Tavşanıma, küçük bir tavşan,” dedim. “Siz ne ara bu kadar sıkı fıkı oldunuz. Üzgünüm ama o birinin tavşanı olacaksa o benim olacak,” dedi Adam ve Elenor’u çekip kucağımdan aldı. Omuzlarına oturttu. “Kıskançlık tavan yaptı,” dedi Anna. Adam Elenor omuzlarında ilerledi. Bizde gülerek peşlerinden gittik. “Okulun en popüler çocuğuna kafa tuttun. Yarın başın büyük belada olacak. Seni rezil etmeden içi rahat etmeyecektir,” dedi Anna. “Beni kimsenin rezil edemeyeceğini bilirsin,” dedim. “Tabi müdürle başının belaya girmeyeceğini de biliyorum.” “Onunla bir işim olmaz.” “Hey ne fısıldanıyorsunuz siz?” diye sordu Adam bize dönerek. “Seni ilgilendirmez,” dedi Anna. “Onu boş ver de sizin karşılaşmanız gerçekten nasıl oldu.” “Aslında onu ilk gördüğümde başı belada sandım ama neredeyse beni pataklıyordu. Sanırım beni tanıdın değil mi? Bana da tanıdık gelmiştin ama ben çıkartamadım.” “Evet, bu yüzden tekrar karşılaşacağımızı söyledim. Aslında Anna’lar bugün gelmeseydi bugün sizin kapınızı çaldığımda yüzün ne hal alacak çok merak ediyordum.” “Bugün Elenor senin kucağına atladığından daha ilginç olamazdı. Gerçekten de döndün demek. Baya değişmişsin. Seni hiç tanıyamadım.” Anna Adam’ın koluna vurdu. “Ne kadar kabasın!” diye azarladı. “Kötü anlamda söylemedim. İyi anlamda değişmiş. Güzelleşmişsin yani,” dedi Adam. “Teşekkürler,” dedim. “Aslında sana ödeteceğim şeyler var,” dedim. Bana şaşkınlıkla baktı. Anna bir kahkaha attı. “Bunu ne zaman söyleyeceğini merak ediyordum,” dedi. “Neden? Ne yaptım ki ben şimdi?” “Şimdi değil geçmişte,” dedim. “Abim ne yaptı?” diye sordu Elenor. “Abin küçükken çok yaramazdı. Biz Ablanla oynarken gelip oyuncaklarımızı alıp kaçardı. Sürekli saçımı çekerdi. Hep oyunlarımızı mahvederdi.” “Bunlar geçmişte kaldı. Geçmişe bağlı kalarak yaşayamazsın,” dedi. “Geçmiş benim utamayacağım şeylerle dolu. Bu yüzden oraya istediğim kadar bağlı kalacağım ve…” Elenor’u omuzlarından aldım. Onu yere indirdim. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kollarımı sıvadım. Gerilemeye başlamıştı bile. “Az önce çok sinirlendim ve bunun hırsını çıkarmam lazım,” dedim. Ellerini öne uzattı. “Bak o da geçmişte kaldı. Ben o zamanları hatırlamıyorum. Sende hatırlama güzelce geçinip gidelim,” dedi bir yandan da geri, geri gidiyordu. “Öyle bir şansın olduğunu sanmıyorum,” dedi Anna. “Anna! Yangına körükle gidilmez,” dedi. “Sen şimdi görürsün!” dedim ve öne doğru atıldım. Hemen koşmaya başladı. Anna ve Elenor kahkahalarla gülüyordu. “Hadi ama bak sana şeker alırım.” Gülüyordu. “Demek birde alay ediyorsun.” “Dondurma alayım?” Hızlandım ve onu yakaladım. Yüz üstü yere yatırıp sırtına oturdum. “Pes ediyor musun?” diye sordum. Elenor ve Anna yanımıza geldi. “Pes et abi,” dedi Elenor. “Seni küçük hain! Bedenimi yakalamış olabilirsiniz ama ruhumu asla yakalayamayacaksınız,” dedi. “Öyle mi?” Elenor’u sırtına çıkarttım. “Ne yapıyorsun?” diye sordu. “Elenor hadi zıpla. Bakalım burada ne kadar yükseğe zıplayacaksın?” “Ne? Hayır! Hayır!” Elenor zıpladı. “Ah! Bu yaptığına insanlık dışı denir!” dedi. “Pes ediyor musun?” diye sordum. “Asla!” “Yine zıpla Elenor,” dedim. “Hayır, hayır! Ah!” Elenor kahkahalarla gülüyordu. “Pes mi?” diye sordu. Zıpladı. “Pes mi? Pes mi?” Çok sert olmaması için Elenor’u belinden tutuyordum. “Tamam, pes ettim. Pes ettim.” Üzerinden kalktık. Ayağa kalktı. “Mutlu musun? Şimdi ödeştik mi?” Acımasız bir şekilde gülümsedim. “Bu kadar ufak bir şeyle yetineceğimi mi sanıyorsun?” dedim. “Ufak mı? Sırtımdaki kemikler kırıldı. Sen buna ufak mı diyorsun?” “Eğer yine pes etmediğini söyleseydin Anna’yı sırtında zıplatmaya niyetliydim,” dedim. Gözleri kocaman açıldı. Güldüm. “Hadi gidelim. Annenler merak edecek,” dedim. Elenor Anna’nın ve benim elimi tuttu aramızda Elenor’la ilerledik. Adam’da koşarak bize yetişti. Uzun zamandır ilk defa bu kadar eğlenmiştim. Ertesi gün öğrendim ki Adam okul takımının kaptanıymış. Anna’yla beraber kafeteryada oturuyorduk. “Sana daha önce söylememiş miydim?” Başımı iki yana salladım. Demek Adam’da bir popülerdi. “Adam demek popüler… Onun kardeşi olarak seninde popüler olman gerekmiyor mu?”  “Popülerlik burada öyle işlemez. Seni ne kadar çok insan seviyorsa o kadar popülersin demektir.” “Tahmin ettiğim gibi bir nevi egolarının tatmin olması.” Güldü. “Öylede denebilir. Adam’ı etrafı ponpon kızlarla sarılıyken görmelisin. Nasıl hindi gibi şişiniyor. Nasıl kendini övüyor.” Durdu. Gözleri arkamdaki bir noktadaydı. “Popülerlik demişken…” Arkama baktım ve hemen başımı çevirdim. Elimle gözlerimi kapattım. “Ah ben bunu unutmuştum,” dedim. “Bize doğru geliyor,” diye mırıldandı Anna Salatasını karıştırarak. Ne söyleyeceğini merak ediyordum. Yine mi özür dilememi isteyecekti. Tostumdan bir ısırık aldım. Yanımıza geldi ve tepemde dikildi. Kafeterya sus pus olmuştu. Ona bakmadım. Öylece dikiliyordu. Gülmemek için kendimi tutuyordum. Anna’nın gözleri çocuğun üstündeydi. Boğazını temizledi. Ağzımdaki lokmayı yuttum. “Yemek yerken insanların tepesinde dikilmek hoş değildir,” dedim. “Kendini beğenmişlik yapma. Almam gereken cevabı alınca gideceğim. Bana söylemen gereken bir şey yok mu?” Ona baktım. Elimi uzattım. “Tanışamadık ben Mary Katherine,” dedim sıcak bir şekilde gülümsedim. Gözleri geçen gün olduğu gibi kocaman açıldı ve sonra yine öfkeyle kaşlarını çattı. Elimi ittirdi. “Dalga geçmeyi bırak. Ve dün yaptıkların için özür dile.”  “Ben mi özür dileyeyim. Bir bayan sana elini uzatıyor ve sen elinin tersiyle ittiriyorsun. Ne kadar kabasın,” dedim. “Sen neden bahsediyorsun?” diye sordu inanamayarak. Başımı iki yana salladım. Pudingimi almak için elimi uzattım. Ama hızla kaptı. Çok fazla uzatıyordu. Sinirlerimi bozuyordu. Çok fazla kendini beğenmişti. “Her şey yolunda mı?” Adam yanımıza geldi. Ayağa kalktım. “Ne istiyorsun?” diye sordum. Öfkeyle bana bakıyordu. “Söylediklerin ve yaptıkların için özür dilemeni istiyorum,” dedi. “Neden?” diye sordum. Şaşkınlıkla bana baktı. “Yaptıkların için,” dedi. “Zaten senden dün iki kere özür diledim. Üstelik birini hak etmiyordun. Şimdi onu bana ver. Beni sinirlendiriyorsun,” dedim. Elimi uzattım. “Aaoov,” dedi Adam. Çocuk dönüp ona baktı. “Çok ciddi. Dediğini yapsan iyi olur Liam,” dedi. Demek adı Liam’dı. “Sen bu işe karışma. Özür dileyene kadar vermeyeceğim.” “İstediğini almaya alışıksın, değil mi?” “Bu seni hiç ilgilendirmez,” dedi öfkeyle. Evet haklıydım. Tepsimin içinden tostu ve diğer şeyleri çıkartıp tepsimi boşalttım. “Ben geri çekiliyorum,” dedi Adam. Liam’mın yanındaki çocukla önce Adam’a baktı sonra bana ve onlarda bir adım geri çekildi. Liam tepsiye baktı. “Ne o bana onunla mı vuracaksın?” diye sordu alayla. O sırada yemekhanenin kapısı açıldı ve içeri müdür girdi. Liam zafer kazanmış bir şekilde gülümsedi. “Hala düşündüğün şeyi yapabilecek misin?” diye sordu. Tepsiyi tek elime aldım. “Yapacağım,” dedim. Gözleri kocaman açılırken eline vurdum. Puding başımın üstünden geriye doğru giderken geriye doğru yatıp bir elimle yerden destek aldım ve tepsiyle pudingi yakaladım. Doğruldum. Hepsi bana şok içinde bakıyordu. Gülümsedim. “Bende istediğimi almaya alışkınım,” dedim. Pudingi ve tostumu aldım. Tepsiyi masaya geri koydum. Anna’ya baktım. Yüzünde şaşkın bir gülümsemeyle bana bakıyordu. “Gidelim mi?” Başını salladı. Arkama geçti. “Sana dediğini yapmanı söylemiştim,” dedi Adam. “Üzgünüm ama başka özür yok. Ah bak bir özür daha diledim. Benden sana hediye olsun,” dedim. Yanından geçip gittim. Müdürün yanından geçerken bana bakmadan sordu. “Bana onun senin olduğunu söyle,” dedi elimdekini göstererek. Gülümsedim. “Evet, benim.” “Bir sorun var mı?” Dönüp Liam’a baktım. Geniş bir şekilde gülümsedim. Gözleri kocaman açılırken yerini öfkeye bıraktı. “Sadece yeni arkadaşlar ediniyorum,” dedim. Yan gözle bana baktı. Bende aynı şekilde ona bakıp oradan çıktım. “Bence şu an arkadaşlık için biraz erken,” dedi Anna. “Aslında çoktan olduk bile. Ama biraz farklı bir şekilde… Biz atışan arkadaşlarız.” “O hareketi nasıl yaptın?” “Evet, dövüşmeyi de biliyorsun.” Adam arkamızdan koşarak bize yetişti. “Forks’ta karşı komşumuz vardı. Oradaki dövüş sanatlarının hocasıydı. Annemin tek arkadaşıydı. Oradaki bizi gören herkes bize acıyarak bakıyordu. Sadece acıdıkları için yardım ediyordu. Ama o kadın annemle arkadaş oldu. Bana da ders verdi. Kendimi koruyabilmem için. Kadın evliydi ama çocuğu olmuyordu. Beni de kızı gibi severdi. Öğrendiklerimi ona borçluyum.” “Belki de bende ondan ders almalıyım,” dedi Adam. “Gerçekten o kadar iyi misin?” diye sordu Anna merakla. “Hah iyi de kelimemi!” “Benim gibi olmak için çocukluğundan beri eğitim alman gerek.” okul çıkışında buluştuk. “Bir gün senin evine gelmek istiyorum,” dedi Anna. “Evet, neden yatıya gelmiyorsun?” “Ah gerçekten harika olur!” dedi Adam. İkimizde aynı anda dönüp Adam’a baktık. “Ne? Ben davetli değil miyim?” “Tabi ki hayır!” dedik yine aynı anda. “Siz kızlar çok gaddarsınız! O zaman yarın bir yerlere gidelim.” “Üzgünüm bu cumartesi işim var.” “Ne işi?” diye sordu. “Seni ilgilendirmez,” dedim sertçe. Nasıl olsa ben olduğumu bilmese de ne işim olduğunu öğrenecekti. Aslında insanların vereceği tepkiyi görmeyi çok isterdim. “Peki, Pazar günü?” “Bakarız,” dedim. İlk kez gücümü kullanacağım için heyecanlıydım. Annem bana tekniklerini anlatmıştı ama hiç denememiştim. Eve gidince şarkımı gözden geçirdim. Becerip beceremeyeceğimi bilmiyordum. Annemi aradım. Yanımda olmasını isterdim. Şarkımı duymak istediğini söyledi. İyileştiği zaman ona gösterecektim. Yeterince iyi olduğumda ona gösterecektim. Neredeyse heyecandan uyuyamadım. Sabah olduğunda yemeğimi yedim. Saat bir bucuk olduğunda üzerimi değiştirdim. Saçlarımı kasketimin altında topladım. Üzerime bol bir kapüşonlu penye giydim. Altımda da bir pantolon giydim. Havaya göre oldukça kapalıydı. Ellerimi cebime sokup biraz ilerideki beni bekleyen arabaya bindim. Alaycı bir şekilde gülümseyerek ona baktım. “Şarkımı dinleyecek misin?” Sadece bana bakmakla yetindi. “Sen şarkı söylerken ben kulak tıkacı üzerine de yüksek sesli bir müzik çalan bir kulaklık takıyor olacağım. O şarkının bir kez daha beni etkisi altına almasına izin vermeyeceğim.” “Hiç anlamadın ve hiçbir zamanda anlamayacaksın,” dedim. “Geldik. Burada dur. Hayır, gayet iyi anladım ve sizden kurtuldum.” Arabadan çıktım. “Ama ben hala buradayım,” dedim ve kapıyı sertçe kapattım. Ormanın derinliklerine ilerledim. Derin bir nefes aldım ve şarkımı söylemeye başladım.

Anata wo mamoritai

Unmei no suwari uta wo

Koboreta namide yume no kubomi wo

Yorokobi demite shitai no

Liam: Çocuklarla beraber dışarıdaydık. Birden etrafta bir şarkı sesi duyuldu. Hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Rüzgâr tenimi nazikçe okşuyordu. “Hay bir ses duyuyor musunuz?” diye sordum diğerlerine. Başlarıyla onayladılar. Ses çok güzeldi. Anlamadığım bir dilde şarkı söylüyordu. Sesin hissettirdikleri inanılmazdı. Rüzgâr sanki ruhuma işliyor gibiydi. “Hey şuna bakın!” Dönüp bakınca gri bulutların bize doğru bir noktadan geldiğini gördüm. “Yağmur bulutları mı?” diye sordum inanamayarak.

Jake: Ses her yerde yankılanıyordu. Dışarı çıkıp etrafıma bakınıyordum. Ama kimse yoktu. Canlı konserde yoktu. Benim gibi dışarı çıkmış bir sürü insan vardı. Herkes neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Anlayamadığım bir dilde şarkı söylüyordu. Şarkı başladığında rüzgâr da başlamıştı. Rüzgâr sanki ruhuma işliyordu. Şarkı sanki bana cesaret veriyordu. Uzaktan gri bulutların geldiğini gördüm. Yağmur bulutları mı geliyordu?

Adam: “Hey Anna bu sesi sende duyuyor musun?” Anna başını salladı. Rüzgâr esiyordu. Anna gözlerini kapatmış, gülümsüyordu. “İnanılmaz,” dedi. Herkes dışarı çıkmıştı. “Onlar yağmur bulutları mı?” diye sordum. Anna gözlerini açıp baktı. “Bu imkânız,” dedi. Rüzgâr ruhuma işliyordu. Hissettirdikleri inanılmazdı. Sonunda yağmur bulutları her yeri kapladı. Şarkıyı söyleyen bir kızdı ve sesi çok güzeldi. Yağmur bulutları durdu ve şarkı daha da güçlendi. Yağmurun adını duydum ve o an yağmur gökyüzünden indi. İnanamıyordum. Bu gerçek olabilir miydi?

Mary Katherine:

It's e tender rain

Anata no moto e kono uta ga todokimasu youni

Donna ni tookuni hanareteitemo

Shinjiteru tsutawaru koto

Singing in the rain

Ame no shizuku ga utsukushiku kagayaite yuku

Kanashimi zenbu ga kieru sono toki

Sekai wa ugokidasu no

Please come, the tender rain

Come, tender rain          

Bulutlar etrafımı sarıp gökyüzüne fırladı ve rüzgârla birlikte ilerledi. Yağmurun adını söylediğim an bulutlardan yağmur boşaldı. Başarmıştım. Gülümsedim. Şarkım biterken ellerimi indirdim. Yağmur on beş saniye kadar daha devam etti ve sonra durdu. Bulutlar dağıldı ve gökyüzü yeniden güneşle parıldadı. Durduğum yerden bir gökkuşağı yükseldi. Elimi uzattığımda içinden geçiyordu. Hayatımda gördüğüm en inanılmaz şeydi. Beni bekleyen arabaya bindim ve eve gittim.

Tender RainHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin