13. Bölüm: Birlikte

70 4 1
                                    

İki hafta sonra Çarşamba günü havaalanında heyecandan ölüyordum. Bugün annemi görmeye gidiyordum ve çocuklar da benimle geliyordu. Onları havaalanında bekliyordum. O kadar heyecanlıydım ki bir saat önceden gelmiştim. Birden burnumun önünde çiçekler belirdi. Şaşkınlıkla kafamı kaldırınca Liam’ı gördüm. Bana gülümseyerek bakıyordu. Yanaklarım kızardı. “Erkenden geleceğini biliyordum,” dedi. Yanıma oturdu.  “Çiçeklere öyle bakmayı kes. Onları sana vermeyeceğim,” dedi. “Ne? Senden çiçek isteyen yok zaten!” dedim. Bakışlarımı yere diktim. “Nereden bildin?” diye sordum bir süre sonra. “Anneni görmek istediğimizi söylediğimizde neredeyse ağlayacaktın. Bu yüzden bugün çok heyecanlı olacağını ve erkenden buraya geleceğini biliyordum.” “Bu yüzden sen de erken mi geldin?” “Bana inanamıyormuş gibi bakma. Yalnız beklemeni istemedim. Biletini aldın mı?” “Evet,” dedim. Aslında babam almıştı. “Neden biletini ayrı almak istediğini anlayamadım.” “Belki seninle yan yana oturmamak içindir,” dedim. Yan gözle ona baktım. Bana ters bir bakış attı. Kıkırdadım. “Çiçekler ne için?” diye sordum. “Beni öyle biri gibi düşünmesen de ben kibar biriyim.” “Hmm,” dedim. “Hmm mı? Hmm’la neyi kastediyorsun?” Cevap vermedim. “Şey sormadım annen bunları sever mi?” Başımı salladım. Beyaz ve pembe benekli zambak buketi almıştı. “Evet, sever. Kokuyor mu?” Eğilip çiçekleri kokladım. Harika kokuyorlardı. Çiçeklerin çekildiğini hissedince gözlerimi açıp ona baktım. Bana şaşkınlıkla bakıyordu. Yanakları pembeleşmişti. Kızararak geri çekildim. “İ-iyi doğru çiçek aldığıma sevindim,” diye mırıldandı. Bir süre sessizce oturduk. Kalbim hala küt, küt atıyordu. Birden gözlerimin önüne pembe zambak belirdi. Dönüp Liam’a baktım. Kaşlarını çatmış başını yana çevirmişti. “Bunu alabilirsin,” diye mırıldandı. Çiçeği elinden aldım. “Teşekkür ederim,” dedim gülümseyerek. Çiçeğin kokusunu içime çektim. “Senin en sevdiğin çiçek hangisi?” diye sordu. Gülümsedim. “Zambak,” dedim. Ona baktım. Ben ona bakınca güldü. “Ne?” “Burnun polen olmuş,” dedi. Burnumu sildi. “Hapşu!” Burnumu ovaladım. “Affedersin,” dedim. Eli havada şaşıp kalmıştı. “Püfft! Korktun mu?” “Sadece şaşırdım,” dedi. “Peki, senin sevdiğin bir çiçek var mı?” Omuzlarını kaldırdı. “Çiçek çiçektir işte,” dedi. “O zaman en sevdiğin renk ne? Renk renktir işte deme sakın,” dedim. “Öyle özellikle sevdiğim bir renk yok. Ama sanırım yeşil.” “Sanırım mı?” “Evet, geçen gittiğimiz piknikte fark ettim. Yeşil görmeyi özlemişim. Burada fazla yeşil yok. Ve o zaman yeşilliği sevdiğimi fark ettim. Peki sen?” “Benim mavi,” dedim. “Neden?” diye sordu. “Hiç dikkat ettin mi? gökyüzü her saatte farklı bir mavi tonunu alır. Özellikle en güzelleri geceleri gözükür. Tabi bana göre. Bir de denizler var.” “Denizlerde bazen yeşiller de olur,” dedi. Çiçeğe baktım. “Öyle değil mi?” diye mırıldandım. Vakit geldiğinde diğerleri de geldi. Anna’nın elinde de bir çiçek vardı. “Ne zamandır bekliyorsunuz?” diye sordu Jake. Ağzımı açtım ama Liam benden önce davrandı. “Bir on dakikadır filan,” dedi. Bana kaçamak bir bakış attı. “Hadi gidelim mi?” Anna’yla Adam benim yanımdaki koltuklarda Liam’la Jake’te onların iki arkasında oturuyordu. Uçaktan indiğimizde havaalanında hiç taksi yoktu. “Ee taksi yok. Neyle gideceğiz?” diye sordu Jake. “Otostop çeksek?” diye önerdi Adam. “Saçmalama!” dedim. “Biraz bekleyelim belki taksi gelir,” dedi Anna. Beklemeye başladık. Önümüzden bir minibüs yavaşça geçti. Sonra durup geri, geri geldi. Önümüzde durdu. Sürücü koltuğundaki cam açıldı. “Vay! Vay bakın kimler dönmüş.” Gülümsedim. “Ed!” “Sanırım taksi lazım,” dedi. “Her zamanki gibi anında yetiştin,” dedim. Gülümsedi. Arkaya uzanıp kapıyı açtı. “Hadi atlayın,” dedi. “Kızlar öne. Erkekler arkaya,” dedi. “Biz taksi bekleseydik,” diye mırıldandı Liam. “Bence de zaten birazdan geleceğine eminim,” dedi Adam’da. “Neden kızların öne bindiğini anlamadım.” Anna’yı kolundan tutup koşarak geçip arabaya bindik. Diğerleri de binince Ed arabayı çalıştırdı. “Merhaba millet ben Ed. Belki Kat size benden bahsetmiştir,” dedi. “Aslına bakarsan hiç bahsetmedi,” dedi Adam memnun bir şekilde gülümseyerek. “Evet, hiç şaşırmadım. Beni önemsemediğini biliyordum zaten,” diye mırıldandı. Üzgün bir sesle. “Hadi ama öyle olmadığını sende biliyorsun. Sadece fırsat olmadı.” “Duygu sömürüsü yapıyor,” diye öfkeyle fısıldadığını duydum Adam’ın. “Ee siz kendinizi tanıtmadınız?” “Ah bu çocukluk arkadaşım Anna. Bu abisi Adam… Bu Jake ve bu da Liam.” “Siz birbirinizi nereden tanıyorsunuz?” diye sordu Jake. “Ah biz sınıf arkadaşıyız,” dedi Ed. “Ah demek okuldan tanışıyorsunuz,” dedi Liam. “Hayır ahbap. Dövüş sanatlarında aynı sınıftaydık.” Hepsinin gözleri kocaman açıldı. “Hey dövüş sanatlarını bildiğinden haberleri var mı?” Başımı salladım. “Evet. Tanık bile oldular.” “Hadi canım! Oraya gider ditmez birilerini patakladın mı? Çok kötüsün. Bensiz nasıl eğlenirsin?” Güldüm. “Ne yapayım? Sen orada değildin.”

Tender RainHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin