12. Bölüm (2. Kısım): Piknik

46 3 1
                                    

Eşyaları yerleştirdiğimizde Adam mangalı yakmıştı. Etleri dizmesine yardım ettim. Bir eti elime aldığımda “Iyyy!” sesi geldi. Şaşkınlıkla dönüp baktık. Kızlar bana yüzlerini buruşturarak bakıyordu. “Ona nasıl dokunuyorsun? O pişmemiş,” dedi biri. “Herhalde benimle dalga geçiyorlar,” dedim. Adam güldü. Jake yanıma geldi. “Dur da yardım edeyim. Onlar kusmadan önce sen neden sebzeleri hazırlamıyorsun?” diye sordu. Başımı salladım. Elenor Liam’la karşılıklı maç oynuyordu. Elenor tüm gücüyle topa vuruyordu. Sonra Liam topu yakalayıp ona geri atıyordu. Bazen bilerek kaçırıyordu. Elenor o topu kaçırdığında kahkahalarla gülüyordu. Gülümsedim. Anna beni dirseğiyle dürttü. “Neden ona bakıp, bakıp sırıtıyorsun?” diye sordu. Yanaklarım anında kızardı. “Sırıtmıyorum! Ben Elenor’a gülümsüyordum,” dedim. “Hı-hı,” dedi imalı bir şekilde. Ona ters bir bakış attım. Kızlardan Liam’a sarkıntılık yapan kalkıp onların yanına gitti. Diğeri de Adam’ın yanına gitti. Etler piştiğinde her şey hazırdı. “Hadi yemeğe!” diye seslendim. Elenor topu kucağına alıp koşarak geldi. Anna’yla arama oturdu. Liam’a sırnaşan kız yanıma geçti. Liam’ı da yanına oturttu. Yemekleri tabaklar koyduk. Salatayı ortaya koydum. Yanımda oturan kız salatadan yedi. “Bu neyli? Yoğurtlu mu?” diye sordu. “Evet, hem de mayonezli,” dedim. Gözleri kocaman açıldı. Ağzındakileri bir peçeteye çıkarttı. “Iyy!” dedik Elenor’la aynı anda. “Sen deli misin? Suratımızı sivilce mi bassın istiyorsun? Kilo alalım mı? Biz ponpon kızlarız!” “Ben kendimi bildim bileli bundan yiyorum ne sivilcem var nede bir gram fazlam,” dedim. “Evet, harika görünüyorsun,” dedi Adam. Adam’ın yanındaki kız bana kötü, kötü baktı. Yemek oldukça eğlenceli geçti. Tabi ponpon kızlar bizim konuştuğumuz birçok konuya ortak olamıyordu. Bizim sohbetimizden oldukça sıkılmış görünüyorlardı. “Hadi top oynayalım,” dedi Elenor. “Tamam. Ortalığı toplayalım oynarız,” dedim. “Sen git biz toplarız,” dedi Anna. “Ben de oynamak istiyorum,” dedi Jake. Kalkıp yanımıza geldi. Liam’la oynadıkları gibi bizde aynı şekilde oynadık. Ortalığı topladıktan sonra Elenor gidip yere serili olan beze oturdu. Bize voleybol oynadık. Tabi top ne zaman ponpon kızlardan birine gitse top hiç bize ulaşmadı. Üstelik kaçırdıkları hiçbir topun peşinden gitmiyorlardı. Sürekli biz koşuyorduk. Sonunda biri bir manşet vurdu ve top havalanıp ağacın dalları arasında kayboldu. Elenor koşarak yanıma geldi. “Topum!” dedi sesi ağlamaklı çıkıyordu. “İnanılmaz,” diye mırıldandım. Ağacın altına gittik. “Görebiliyor musunuz?” diye sordu Jake. Başımı iki yana salladım. “Topum gitti,” dedi Elenor. Sesi ağlamaklı geliyordu. “Çok fazla dal var belki biraz tırmansan görürüz,” dedim. Çocuklara baktım. “Tırmana bilir misiniz?” diye sordum. “Hayır,” dedi Jake’le Liam aynı anda. “Ben tırmanabilirim,” dedi Adam. Kendinden emin bir şekilde omuzlarını oynattı. Ağaca doğru ilerledi. Onu ensesinden yakalayıp durdurdum. “Ağacın dalları seni kaldırmaz. Sizlerden biri neden tırmanmıyor? Siz ponpon kızsınız değil mi? esnek olduğunuz için kolay tırmanırsınız.” “Altımızda etek var. Hem ağacak tırmanırken tırnaklarım kırılabilir.” “Ağaca tırmanmak çok vahşice,” dedi diğeri. “Ama topu siz kaçırdınız,” dedim. “Hadi Elenor eve gidince sana başka bir top alırız,” dedi Anna. “Hayır! Hayır, ben onu istiyorum! Onu çok sevmiştim!” Elenor hüngür, hüngür ağlamaya başladı. Gözyaşları sel gibi akıyordu. “Tamam, tamam. Ağlama,” dedim. Yüzünü ellerimin arasına aldım. Benimde gözlerim sulanmıştı. “Ben topunu alacağım,” dedim. Burnunu çekti. “Gerçekten mi?” Gözlerindeki yaşları sildim. Başımı salladım. “Gerçekten. Ağlama tamam mı?” Başını salladı. Ağaca yöneldim. “Ne yapıyorsun? Top ne kadar yüksekte bilmiyoruz. Ya düşersen?” diye sordu Liam kolumu tutmuştu. Ona gülümsedim. “Ben düşmem. Ve kolay, kolay yaralanmam. Kendimi korumayı biliyorum. Hey Adam bir el at,” dedim. Zıplayıp alçaktaki dalı tuttum. Ayaklarımdan beni yukarı ittirdi. Güldüm. “Uzun zamandır bunu yapmamıştım.” “Dikkatli ol Mary!” diye seslendi Anna. “Tamam.” Tırmandıkça topu gördüm. “Onu görebiliyor musunuz?” diye konuştuklarını duyabiliyordum. “Şurada bir beyazlık görebiliyorum,” dediğini duydum Adam’ın. Topa ulaşınca etrafıma bakındım ve gördüklerimden sonra bir kahkaha attım. “Sanırım yukarıda oksijen azaldı. Ağacın tepesinde güldüğünü duyabiliyorum. Mary bir ses ver!” diye bağırdı Adam. “Hey Elenor sana bir sürprizim var!” Topu aşağı attım. “Topum!” diye sevinçle bağırdığını duyabiliyordum. Gülümsedim. “Ağacın orada ne buldu ki?” Sonra diğer topu attım ve diğerini. “Hah gökten top yağıyor!” dediğini duydum Adam’ın. “Yaşasın!” Yavaşça aşağı inmeye başladım. Saçım ağacın dallarına takılıyordu. Durup saçımı kurtarmak zorunda kalıyordum. “İşte minik maymunuz geldi,” dedi Jake. İlk çıktığım dala oturdum. “Ah yorulmuşum,” dedim. Sonra aşağı atladım. Elenor boynuma atladı. Yere oturdum. “Teşekkür ederim! Seni çok seviyorum Katherine abla!” Kahkaha attım. “Bende seni seviyorum,” dedim. “Yaşasın üç tane topum oldu!” Üstümden kalkıp topları almak için gitti. Gülümsedim. Çok mutlu görünüyordu. Liam birden beni kolumdan tutup kaldırdı. Öfkeli görünüyordu. Şaşkınlıkla ona baktım. “Ne oldu?” Kollarımı tutup bana gösterdi. Kollarımın her yerinde çizikler vardı. “Bacaklarında da var ve yüzünde de,” dedi. “Sadece birkaç sıyrık, hem önemli değil Elenor mutlu,” dedim gülümseyerek. Bana inanamıyormuş gibi baktı. Bileğimi tuttu ve beni peşinde sürüklemeye başladı. “Gerçekten inanılmazsın!” diye mırıldandı. “Hey! Bekle. Yavaş ol.” “Arabada küçük bir ecza çantası var,” dedi. Dönüp arkama baktım. Anna gülümsüyordu. Kızlar öfkeyle bana bakıyordu. Adam eliyle gözlerini kapatmış başını iki yana sallıyordu. Jake’e baktığımda kaşlarını çatmıştı ama yüzünde acı vardı. “Sadece birkaç sıyrık, neden bu kadar kızdın ki?” diye sordum. Arka kapıyı açtı. “İçeri gir,” dedi. Arabanın arkasına gitti. Homurdanarak içeri girdim. Koltuğa oturup bacaklarıma baktım. Gerçekten de nasıl bu kadar çok çizilmişti ki? Kollarıma baktım. Muhtemelen aşağı inerken olmuştu. “Ya korkunç görünüyor, değil mi?” Olduğum yerde sıçradım. “Hayır. Daha öncede söylediğim gibi sadece birkaç sıyrık. Daha kötü yaralar da görmüştüm.” “Ya evet. Sürekli bir yerlerini yaraladığına eminim. Kendine hiç dikkat etmiyorsun.” Karşıma diz çöküp çantayı açtı. Pamukla kolonya çıkarttı. Pamuğu ıslattı. “Dur! Dur! O çok- aa- yakar,” dedim. Pamukla bacağımdaki bir kesiği sildiğinde acıyla bağırdım. “Gerçekten mi?” diye sordu inanamayarak.

“Ne var? Yandı!” “Eli sopalı adamlarla dövüşüyorsun ama şu kadarcık bir şey de bağırıyorsun. Tamam.” Kolonyayla silerken bir yandan da üflemeye başladı. Dikkatle onu izliyordum. Yüzü kalbimin heyecanla atmasına neden oluyordu. Benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu. Birden kafasını kaldırıp bana baktı. “Ne oldu?” diye sordu. Anında kızardım. Başımı çevirdim. “Hiçbir şey!” dedim. Panikle konuşmuştum. Yan gözle kaçamak bir bakış attım. Hala bana bakıyordu. “Hadi işini yap,” dedim. Bacaklarımdaki kesikler bitince kollarıma geçti. “O kadar çok ki yara bandı yapıştıramayacağız,” dedi. “Yara bandı mı? Sadece ufak çizikler,” dedim tekrar. Bana sert bir bakış attı. “İyi bir şey demedim.” Kurumuş kanlar artık olmadığından çizikler belli olmuyordu. “Saçlarını geriye at,” dedi. Dediğini yaptım. “Kollarını ve bacaklarını anladım da yüzünü nasıl çizdirdin?” diye sordu. Yanağımı silerken irkildim. Hafifçe üfledi. “Aslında küçükken de sürekli bacaklarımda ve kollarımda morluklar olurdu ve ben nasıl oldukları konusunda hiçbir fikre sahip olmazdım. Şu anda öyle bir durum söz konusu…” Kıkırdadım. Başını öne eğip güldü. Başını iki yana sallıyordu. “Mary Katherine sen gerçekten inanılmazsın,” dedi. Kafasını kaldırıp bana gülümseyerek baktı. Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. Nabzım son sürat atıyordu. Ona doğru çekildiğimi hissediyordum. Gülümsemesi soldu ve yüzünde ciddi bir ifade geldi. “Katherine…” diye mırıldandı. Bana doğru gelmeye başladı. Tam o anda biri boğazını temizledi. İkimiz de olduğumuz yerde sıçradık. Liam geri çekildi. Dönüp bakınca Liam’a sırnaşan kızı gördük. Yüzü kıpkırmızı bize bakıyordu. Kalbim hala heyecanla atıyordu. “Nerede kaldığınızı merak etmiştim. Ama sanırım işinizi böldüm.” “Hey sen ne diyorsun?” diye sordu Liam. Kız öfkeyle ona bakıp sonra bana döndü. “Buraya gel!” Beni bileğimden yakalayıp arabadan dışarı çıkarttı. “Ne yapıyorsun sen?” diye sordum. “Tüm erkeklere bunu yapıyorsun değil mi?” diye bağırdı. Diğerleri koşarak yanımıza geldi. “Hepsini etkiliyorsun değil mi?” diye bağırdı tekrar. Diğer kızda yanına geçti. “Neler oluyor?” diye sordu Adam. “Adam neden Elenor’la oynamıyorsunuz? Ben birazdan size katılacağım,” dedim gözlerimi kızdan ayırmadan. Adam bize kararsız bir bakış atıp Elenor’u omuzlarına alıp uçarmış gibi yaparak gitti. Jake’le Anna yanıma geldi. “Neler oluyor?” diye sordu Anna. Bir bana bir de Liam’a bakıyordu. “Birazdan bu süslünün derdi neymiş öğreneceğiz. Ne geveliyorsun sen?” “Önce Adam’la samimiydin sonra Jake’le beraberdin şimdi de Liam’la! Tüm erkekleri kendine mi istiyorsun? Ağaca çıkarak şovunu da yaptın. Güzel yemek yaptığının havasını da attın!” “Sen ne saçmalıyorsun?” diye bağırdı Liam. Öfkeyle kızın üzerine yürüdü. Onu durdurdum. “Bizi de bu yüzden buraya çağırdın. Tüm erkeklerin senin olduğunu görmemiz için değil mi?” Öfkem tavana vurmuştu. Kendime hâkim olmaya çalışıyordum. Eğer kendimi kaybedersem rüzgâr anında karşılık verirdi ve işler daha çok karışırdı. “Sen nesin biliyor musun?” “Hemen kapa çeneni!” dedi Liam öfkeyle. “Sen nesin biliyor musun?” “Yeter sus artık!” dedi Jake öfkeyle. “Sen tam bir…” Elimin tersiyle suratına bir tokat indirdim. Şaşkınlıkla yere düştü. Yanındaki şaşkınlıkla donup kalmıştı. Onu omuzlarından tutup kaldırdım. “Ben mi davet ettim. Siz kendi kendinizi yüzsüz bir şekilde davet ettiniz! Adam’la mı birlikteydim? Mangal yapmasına yardım ediyordum.” Yardım kelimesini üzerine basarak söylemiştim. “Jake’le mi birlikteydim? Elenor’la birlikte top oynuyorduk. Liam’la mı birlikteydim? Sadece bana yardım ediyordu. Ağaca çıkıp şov mu yaptım? Sizin kaçırdığınız topu almak için çıktım.” Onu sertçe sarstım. “Geldiğinizden beri tek yaptığınız söylenmek şikâyet etmek. Yok, tırnağım kırılır yok saçım bozulur. Ponpon kızsınız diye kendinizi bir şey mi sayıyorsunuz? Herkese patronluk taslayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Başından beri hiç davetli olmadığınız bir yere geldiniz ve sürekli tatsızlık çıkarttınız. Bana hakaret edebileceğini mi sanıyorsun? Sen kendini ne sanıyorsun? Sana ait olmayan bir şeyi sahiplenebileceğini mi sanıyorsun?” Onu sertçe ittim. “Daha fazla sinirimi bozmadan hemen def olun buradan. Sakın bir daha karşıma çıkmayın!” Kız elini yanağına koydu ve arkadaşıyla beraber uzaklaştı. “Ah hah ha! Olağan üstü. Öfkeli Mary! Adam olanları duyduktan sonra burada olmadığı için çok üzülecek,” dedi Anna. “Bir daha seninle uğraşmam,” dedi Jake. “İşte.” Liam yüzümü tutup kendine çevirdi. Yanağıma bir yara bandı yapıştırdı. Sonra saçımı karıştırdı. “Öfkeli halin beni korkutamaz,” dedi. Saçlarımı düzeltip ona bir bakış attım. “Hey Jake şurada bir bakkal vardı. Gidip soğuk bir şeyler alalım. Katherine çok ısındı biraz soğuması gerek,” dedi Liam. “Dostum şimdi bir şaplakta sen yiyeceksin,” dedi Jake. “Hemen kaybol!” dedim. Anna’ya beraber Adam’la Elenor’un yanına gittik.

Bu hikayeyi daha önceden yazmıştım. Yayimlayacak bir yer araken burayı buldum. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum...

Tender RainHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin