19. Bölüm: Gezide Bile Yağmur Kız

88 3 0
                                    

Ertesi gün teleferikle gezdikten sonra hep beraber kayak sahasına gittik. “Önce düz yerde duruş çalışacağız,” dedi Liam öğretmen edasıyla. “Siz çalışın. Ben kayacağım!” Adam parmağıyla gözlüğünü havalı bir şekilde düzeltti ve gitti. “Biraz kaydıktan sonra size katılırım,” dedi Anna ve o da abisinin peşinden gitti. Kayışlarını bir süre izledik. “Hadi o zaman. Şimdi böyle duracaksın.” Saat beşe kadar çalıştık. Sonunda kendimi yere karın üstüne attım. “Ah bittim!” “İlk başlayan birine göre oldukça az düştün,” dedi Adam. Onlarda yanımıza gelmiş oturuyorlardı. “Hadi yemeğe gidelim,” dedi Anna. Hep beraber yemeğe gittik. Adam düştüğüm zamanlardaki yüzümün şeklini abartarak yapıyordu. Ben hem kızıyor hem de diğerleriyle birlikte gülüyordum. Anna’da bize abisinin nasıl yuvarlandığından bahsetti. Yemekhanenin kapısından girince Jake birden karşımıza dikildi. Hemen başımı öne eğdim ve hızlı adımlarla ilerledim. Ben yanından geçerken bana doğru döndüğünü hissedebiliyordum. Adam’la Anna’nın ona selam verdiğini duyabiliyordum. “Kaşlarını daha fazla çatarsan alnında kırışıklık olacak,” dedi Liam. Arkamdan geliyordu. Şaşkınlıkla ona baktım. “Kaşlarımın çatık olduğunu nereden biliyorsun?” Gülümsedi. İki tepsi alıp birini bana verdi. “Üzgün olduğun zamanlarda yumruklarını sıkıyorsun ve kaşlarını çatıyorsun. Yumruklarını sıktığını görünce kaşlarını çattığını düşündüm. Haksız mıyım?” şaşkınlıkla ona bakarken gülümsedim. “Hayır, haklısın,” dedim. “İnsanları gözlemekte iyiyimdir. Neler bildiğimi bilsen şaşarsın,” dedi. Bana gizemli bir şekilde göz kırptı. Kıkırdadım. Anna’lar hemen arkamızdan geldi. Yemeklerimizi alıp yedikten sonra dışarı çıktık. Gerindin. “Şimdi yediklerimizi yakmamız gerek,” dedim. Anna’ya bir bakış attım. Gülümseyerek başını salladı. “Bence de eve kilo almış bir şekilde dönmek istemiyorum,” dedi. Adam gözlerini devirdi. “Ah kızlar ve onların kilo alma sıkıntıları!” Suratının ortasına bir kartopu fırlattım. Anna’da Liam’a fırlattı. Ve bir kartopu savaşı başlattık. Birbirimize fırlattığımız kartoplarından bazıları başkalarına denk gelince onlarda bize katılmıştı. Güneş batarken bir kız yardım çığlıklarıyla geldi. Hemen koştuk. Öğretmenlerde gelmişti. Ne olduğunu sorduklarında birkaç çocuğun tehlikeli bir yerde kaymaya gittiğini ve bir arkadaşlarının kayıp olduğunu söyledi. Nerede kaybolduğunu tarif etti. Müdürümüzde gelmişti. Hemen bir arama ekibi gönderildi. Babam bana bir bakış attı. Bir köşeye gittik. Arkadaşlarımın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. “Sen o çocuğu bulabilir misin?” “Belki. Emin değilim.” “O çocuğa bir şey olursa bu kariyerim için hiç iyi olmaz,” dedi. Dehşete düşmüş bir şekilde ona bakıyordum. “Burada bir insanın hayatı tehlikede ve sen kariyerini mi düşünüyorsun?” “Gizlice git ve o çocuğu bulmadan dönme!” dedi tehditkâr bir şekilde ve dönüp gitti. Onun üzerine atlayıp gırtlağına yapışmak istiyordum. Birden omzumda bir el hissedince döndüm. Anna bana endişeyle bakıyordu. Yanlarından geçip kaskımı takıp tahtamı aldım. “Ne yapıyorsun sen?” diye sordu Liam. “O çocuğu aramaya gidiyorum,” dedim. “NE?!” diye bağırdı Adam. “Deli misin sen? Arama ekibi zaten gönderildi! Doğru düzgün kayamıyorsun bile! Nasıl onu kurtaracaksın?” diye söylüyordu Liam. Endişeli olduğunu anlayabiliyordum. “O çocuğu bulmanı o istedi, değil mi?” diye sordu Anna. Üzgün bir şekilde bana bakıyordu. Çocuklar susup şaşkınlıkla ona baktı. Sonra bana döndüler. Gülümsedim. “Siz içeri geçin ve beni bekleyin,” dedim. Gitmek için döndüğümde Liam kolumu yakaladı. “Bende geleceğim,” dedi. Başımı iki yana salladım. “Olmaz çok tehlikeli.” Bir süre bana baktı sonra beni kendine çekip sıkıca sarıldı. “Bana sağ salim dönsen iyi edersin,” dedi. Ondan ayrılıp gülümsedim. “Elimden geleni yaparım,” dedim. Diğerlerine el sallayıp gizlice ilerledim. “Elinden gelenin en iyisini yapman gerek!” diye seslendi arkamdan Liam ben gözden kaybolurken. Rüzgârı bana yardım etmesi için çağırdım. Yalpalayarak ilerliyordum. Rüzgâr anında etrafımı sardı ve dengemi benim yerime sağladı. Biraz sağa sola hafifçe yalpalasam da eskisinden daha iyiydim. Gözlerimi kapattım yoğunlaştım ve rüzgârın bana yol göstermesini istedim beni o çocuğa götürmesini. Ve işe yaradı! Görünmez bir elle hareket ediyordum sanki. On beş dakika sonra çocuğun olduğu yere vardım. Hemen kayağımı çıkarıp çocuğa koştum. Bir ağacın yanında baygın bir şekilde yatıyordu. “Hey uyan!” Etrafta bir gürültü oldu. Sustum. Etrafıma bakındım. Yeni yağan kar çığ tehlikesi oluşturuyordu. Onu hafifçe sarstım. Gözleri açılır gibi oldu. “Ç-ç-ç-ço-ço-k-k-k ü-ü-üşü-üşü-d-d-düm-m.” Dişeri birbirine çarpıyordu. Gözleri tekrar kapandı. Elimi alnına koydum. Teni buz gibiydi. Birkaç kelime fısıldadım. Sıcacık rüzgâr bedenimden geçip ona ulaştı anında ısınmıştı. Kolunu omzuma doladım. Ayağa kalkmaya çalıştım. “Katherine! Katherine!” Liam’ın sesini duyunca şok oldum. Yer hafifçe sallandı. Sonra ağacın arkasından Liam göründü. Beni görünce gülümsedi. “Katherine! İyisin! Bir an seni kaybettiğimi sandım. Çok iyi kayıyordun. Ben…” “Sessiz ol!” dedim ama çok geçti. Yer şiddetli bir şekilde sallanmaya başlamıştı bile ve tepeden kar inmeye başladı. “Kahretsin!” dedim. “Katherine!” Liam bizden çok uzaktaydı. Gürültüden beni duyamayacağını bildiğim için eski kelimeleri tüm gücümle söyledim. Kaçmak yerine bize doğru koşuyordu. Arkadan ona çarpan bir şeyle bize doğru uçtu. Çocuğu yere bırakıp ağacı tepesinden yakalayıp eğdim ve kar üzerimize kapandı. Her şey bittiğinde gözlerimi açtım. İkisi de yerde baygın yatıyordu. Ağacı bıraktım. Öylece kaldı. İnanamayarak başımı iki yana salladım. Eğer uyanık olsaydı ona güzel bir şaplak atardım. Şimdi buradan çıkmamız gerekiyordu. Ellerimi havaya kaldırdım. Rüzgâr bedenimden çıkıp tepemizdeki tüm karı savurdu. Rüzgârın yardımıyla çukurdan dışarı çıktım. Çok fazla derin değildi. Diğerlerini de çıkarttım. Liam’ı biraz uzağa bıraktım. Omzundan onu sarstım. “Hey uyan! Uyan seni koca aptal. Hadi buna zamanımız yok! Uyan!” Homurdanarak gözlerini açtı. “Hadi kalk!” Şaşkınlıkla bana bakarken doğruldu. “Çığ! Biz… Nasıl?” Etrafına bakındı. Ona kaşlarımı çatarak baktım. “Neden bahsediyorsun sen?” Bana baktı. “Çığ düşüyordu?” dedi emin olamıyormuş gibi. “Düşen tek şey sendin. Başını çarpınca da bayıldın. Sana gelmemeni söylemiştim! Hadi kalk çocuğu götürmemiz lazım.” Ayağa kalkıp elimi uzattım. “Biraz söz dinlesen hiç fena olmaz,” diye mırıldandım. Çocuğu sırtına aldı. Bende kayak takımlarını aldım. “Endişelendiğim için dayanamadım.” Gideceğimiz yönü ben gösteriyordum. “Şu çığ olayı nedir?” diye sordum. “Sanırım bayıldığım zaman gördüm. Sen bana sessiz ol diyordun ama çok geçti ben bağırdığım için üzerinize çığ düşüyordu. Size doğru koştuğumu sonra bir şeyin bana çarptığını hatırlıyorum. Ya da bir şeye mi takılmıştım?” diye sordu kendi kendine. “Evet, beni görünce bağırdın ve bize doğru koşarak gelemeye çalışınca takılıp düştün. Başını da bir ağaca çarptın. Ya kaybolsaydın? Birde seni aramam gerekecekti!” “Özür dilerim,” diye mırıldandı. “Her şey bir özürle hal oysaydı o zaman polise ve kanuna ihtiyacımız olmazdı,” dedim sertçe. “O zaman ne yapmamı istiyorsun?” “Bana biraz güvenmeni!” “Sana güveniyorum! Ama endişelenmeme engel olamıyorum.” “Ah! Tam bir baş belasısın! Hadi çocuğu sırtına al. Gidiyoruz!” “Ne ben mi taşıyacağım?” “Madem geldin taşı!” Çocuğu sırtına almasına yardım ettim. Bir süre sessizce yürüdük. Nereden gideceğimizi ben gösteriyordum. Elimde kayak takımları vardı. “Ben geldim diye babanla başın belaya girer mi?” Çatık kaşlarla ona baktım. “Bilmiyorum! Gerçekten sürekli başıma bela oluyorsun!” “Ama bu hoşuna gidiyor,” dedi sırıtarak. “Ben tatlı bir belayım!” Kendime engel olamadan güldüm. “Tatlı bela mı? Bunu genelde kızlar söylemez mi?” Somurttu. “Erkekler de söyleyebilir!” Gülmeye devam ettim. Birden durup hızla yanağımı öptü. Şaşkınlıkla yanağımı tutarken ona baktım. “Özür dilerim. Gerçekten. Her şey için. Seni üzdüysem de özür dilerim.” Gözleri ışıl, ışıl parlıyordu sanki ve bana gülümseyerek bakıyordu. Yanaklarım kızardı ve kalbim hızla atmaya başladı. “Ha-hayır beni üzmedin. Hadi geç kalmadan gidelim,” dedim. Yarı yolda kurtarma ekibine rastladım. Beraber döndük. Bizi görünce herkes sevinçle etrafımızı sardı. Anna sıkıca bana sarıldı. “Ah çok şükür! Sağ sağlam döndünüz!” “Neden bunu peşimden gönderdiniz?” diye sordum Anna’dan ayrılınca elimle Liam’ı işaret ederek. “Biz görmeden kaçmış,” dedi Adam savunma yaparak. Başımı bitkin bir şekilde iki yana salladım. “Hadi artık yatalım,” dedim. “Ee Mary…” Anna’ya baktım. Parmağıyla omzumun üstünden bir yeri işaret ediyordu. Dönüp bakınca babamı gördüm. Bana yanına gelmem için işaret yaptı. İç geçirdim. Gitmek için bir adım attığımda Liam kolumu tutup beni durdurdu. Ona baktım. Bana endişeyle bakıyordu. “Bak yine endişeleniyorsun. Bu kadar endişelenirsen beyazların çıkacak,” dedim gülümseyerek. Saçlarını karıştırıp babamın yanına gittim. Bana neler olduğunu sordu bende ona birazını anlattım. Bana inanım diğerlerinin yanına döndü. Ben yanlarına gelinceye kadar bana endişeyle baktılar. Kaşlarım çatık bir şekilde yanlarına gitmiştim. Başım öne eğikti. Gülümseyerek ellerimi çırptım. Hepsi yerinden sıçradı. “Uykum kaçtı! Canım pasta istiyor. Meyveli,” dedim Liam’a bakarak. Rahatlayarak gülümsediler. “O zaman bayanlar önden,” dedi Adam önümüzde hafifçe eğilerek. Kıkırdayarak yanından geçip yemek salonuna gittik. Onlara olanları anlattım. Tabi Liam’a anlattığımı anlattım. Gece, gece kahkahalarımızla oradaki herkesin neşesini yerine getirdik. Son olan olaylardan sonra birçok kişinin morali bozulmuştu ama bizim havamız hepsine iyi gelmişti. Ertesi gün kahvaltı yaparken bir çocuk yanımıza geldi. Birden ellerime yapıştı. “Teşekkür ederim!” “Hop! Hop! Adamım sabahın köründe canına mı susadın?” diye ayağa kalktı Adam kaşları çatık bir şekilde. Liam’la yan yana oturuyorduk. Anna’yla Adam’da karşımızda oturuyordu. “Zaten dün yeterince şey yaşadım. Soğuktan donacağımı ve beni kimsenin bulamayacağını düşünürken siz gelip beni kurtardınız. Çok teşekkür ederim.” “Aa demek sen o çocuksun,” dedi Adam. Yavaşça yerine geri oturdu. “Tamam, tamam önemli değil,” dedi Liam. Çocukla benim ellerimi birbirinden ayırdı. “Hayır, önemli!” dedi çocuk kararlı bir şekilde ellerimi tekrar tuttu. “Size bir can borçluyum! Ne isterseniz yaparım. Söyleyin yeter! Siz benim kurtarıcımsınız!” Yanaklarım kızardı. “Bir şey istemiyorum. İyi olmana sevindim.” Gülümsedim. Yanakları hafifçe pembeleşti. Ellerimi göğsüne bastırdı. “Sizin sayenizde!” dedi. “Bak sabrım taşıyor!” Liam sandalyemi tutup beni geri çekti. “Hey Liam!” dedim. Beni diğer yanına çekip daha önce olduğum yere bir sandalye koydu. Çocuğu omzundan sertçe bastırıp oturmaya zorladı. “Eğer ordan kalkarsan seni o yere geri taşırım!” dedi tehditkâr bir şekilde. “Beni sen mi taşıdın? Ama seni hatırlamıyorum.” “Tabi ona siz bize sen,” diye araya girdi Adam. “Evet, seni ben taşıdım ve beni buna pişman etmesen iyi olur.” “Liam!” diye uyardım onu. “Sen onun erkek arkadaşı mısın?” diye sordu çocuk. Yüzüm kıpkırmızı oldu. Anna gülümsemesini öksürüğünün altına gizlemeye çalıştı. “Vay! Ne cesursun sen öyle?” dedi Adam. “Hadi, hadi çocuğun üstüne fazla gitmeyin,” dedi Anna. “Cevap veremediğine göre değilsiniz demek. O zaman aramıza girme!” dedi. “Aramıza mı?” diye sorduk Liam’la aynı anda. Bana bakıp gülümsedi. Yine kızardım. “Şey önemli değil. Zaten kurtarma ekibi yola çıkmıştı. Biz sadece önden gittik. Zaten durumun o kadar kötü değildi. Bu kadar büyütme,” dedim. “Peki, neden benim için geldiniz? Neden beni kurtarmak için kendinizi de tehlikeye attınız? Orasının çığ bölgesi olduğunu duydum.” Liam ve diğerleri aynı anda bana baktı. “Ee ben…” Ne cevap vereceğimi bilemeyerek diğerlerine baktım. Aklıma bir yalan gelmiyordu. “Hey çocuk çok soru soruyorsun. Mary fazla soru soranları sevmez,” dedi Adam. Çocuk gözleri parlayarak bana baktı. “Demek adınız Mary! Ne kadar tatlı bir isim!” Liam şaşkınlıkla ona bakıyordu. Yanaklarım yine kızardı. “Teşekkür ederim,” dedim. “Sen niye kızarıyorsun?” diye sordu Liam bana öfkeyle. “Ne? Kızarmıyorum! Saçmalama!” dedin. “Yanaklarınız kızardığı zaman çok hoş oluyorsunuz,” dedi çocuk. “Biraz daha konuşmaya devam edersen seni o dağa geri götüreceğim! Gerçekten!” dedi Liam. Sesinden sinirlendiğini anlayabiliyordum. “Hey Liam, sakin olsana!” dedim. “Sen her söylediği güzel söze kızarırken bu pek mümkün olmuyor,” dedi. Tepsimi alıp sertçe önüme koydu. “Yemeğini ye! Kayak derslerine devam edeceğiz!” “Kızarmıyorum!” diye itiraz ettim. Bana sert bir bakış attı. “Ye!” “Kayak dersi mi alıyorsunuz? Ben size öğretebilirim,” diye atladı çocuk. “Gerek yok! Senin nasıl kaydığını öğrendik,” dedi Liam. “Liam!” diye tekrar uyardım onu. “Ne? Doğru!”  Çocuğa baktım. “Adını bize söylemedin,” dedim. “Adım Tom,” dedi gülümseyerek. “Tanıştığımıza sevindim Tom,” dedim. Bende gülümsedim. Gözleri parladı. “Gerçekten mi?” “Hı-hı evet,” dedim. Liam homurdanınca ona baktım. Sinirli bir şekilde Tom’a bakıyordu. Gülümseyerek yemeğimi yedim. Yemekten sonra kayak yapmaya gittik. Tom peşimden ayrılmıyordu. Liam her an onu dövecekmiş gibi bakıyordu. “Hayır, yanlış gösteriyorsun. Doğrusu böyle olacak,” dediğinde Tom Liam’ın dişlerini sıktığını görebiliyordum. “Liam kıskançlıktan delirecek,” diye fısıldadı Anna kulağıma. “Yok canım! Neden kıskansın ki?” Yanaklarımın ısındığını hissediyordum ama dışarıda olduğumuz için sorun yoktu. Çalışırken zaten kızarmışlardı. Çocuklar hareketin nasıl olacağına dair koyu bir tartışmaya girmişti. “Müdahale etsek mi?” diye sordu Anna. Kayak takımını çıkarıp yerden biraz kar aldım. Elimde güzelce sıkıp bir kartopu yaptım. “Benimde aklımdan tam olarak bu geçiyor,” dedim. Anna sırıtıp kayak takımlarını çıkarıp yerden benim gibi kar alıp kartopu yaptı. Ve aynı anda fırlattık. Çocuklar şaşkınlıkla bize dönerken ellerimizde diğer kartoplarını gülümseyerek havaya atıp tutuyorduk. Sırıtarak Anna’yla birbirimize baktık. “Kartopu savaşı!” diye bağırdık ve saldırıya geçtik. Ayaklarında kayak tahtaları olduğu içi yere düştüler. “Görüşürüz!” dedi Adam ve kayarak kaçtı. Arkasından bir kartopu fırlattım ve tam ensesinden vurdum. “Korkak!” diye bağırdım. “Soğuk! Soğuk! Yine mi ya!” diye söylendiğini duyabiliyordum. Kar yine içine girmiş olmalıydı. “Yakaladım!” Liam birden arkamdan bana sarılınca refleks olarak onu başımın üstünden yere fırlattım. “Özür dilerim! Affedersin!” dedim. “Ah!” diye inledi. “Vay canına!” dedi Tom. Bana etkilenmiş bir şekilde bakıyordu. Dönüp Liam’ın yanına diz çöktüm. “Bu şekilde bana yaklaşmamalısın. Bir yerin acıdı mı? Refleks olarak yaptım,” dedim. “Eğer her şey bir özürle hal olsaydı…” Beni birden çekip yere düşürdü. Ellerini başımın iki yanına koyup bana tepeden baktı. “O zaman kanuna ve polise ihtiyaç olmazdı,” dedi gülümseyerek. “Benim sözlerimi bana mı satıyorsun?” diye sordum. Sırıtarak omuz silkti. “O zaman ne yapmamı istiyorsun?” diye sordum bende onun sözlerini kullanarak. “Aslında aklıma…” Başının yanına çarpan bir kartopuyla sustu. “Daha ne kadar orada yatacaksınız?” diye seslendi Tom. “Bu çocuğu kara gömeceğim!” dedi öfkeyle Liam. Üzerimden çekildi. Bende kalktım. “Sen sus!” dedim ve ona kar fırlattım. Anna’ya bir bakış attım. Hemen Tom’a saldırıya geçti. “Umarım okulda da peşimize düşmez. Düşerse onun için hiç iyi olmaz. Şimdiden söylüyorum eğer yemekte bizimle…” Yanağına bir öpücük kondurdum. “Affedersin,” dedim. Dün benim yaptığım gibi şaşkınlıkla elini yanağına koyup bana baktı. Göğsüne bir kartopu atıp kaçtım. Biraz daha orada durup peşimizden geldi. Sonunda yorgun bir şekilde yere oturduk. “Senin arkadaşların yok mu? Neden yanlarına gitmiyorsun?” diye sordu Liam. “Kabalaşma!” diye uyardım onu. “Onlara nerede olduğumu haber verdim. Merak etme,” dedi Tom. Bana gülümsedi. “Hıı. Demek haber verdin,” diye mırıldanınca Liam. Kıkırdamama engel olamadım. “Ne o oturuyor musunuz? Savaşınız bitti mi?” “Bakın korkak kedimizde dönmüş,” dedi Anna alaycı bir şekilde. “Onlar nedir?” diye sordu Tom. Adam elinde kızaklarla gelmişti. “Kızak olduğunu anlamadın mı?” diye söylendi Liam. “Hadi bunları ben kiraladım. Şurada birkaç kişiyi kayarken gördüm.” “Mary daha önce hiç kızak kaydın mı?” diye sordu Tom. “Hayır,” dedim kızaklardan birini alırken. “O zaman…” “O zaman biz beraber kayalım,” diye ondan önce davrandı Liam. Tom ona öfkeyle baktı. “Hadi Anna!” “Ben önde olacağım!” Liam kızağa oturup bana baktı. “Arkama geç ve kollarını belime dola,” dedi. Yanaklarım ısınırken ve nabzım hızlanırken arkasına geçtim. “Hey Liam yarışa ne dersin?” diye sordu Adam. “Bunu bana bir kızın arkasında otururken mi soruyorsun?” diye sordu Liam alaycı bir şekilde. “Ne demek istiyorsun?” diye sordum yana doğru eğilip ona baktım. “Yok, canım bir şey demedim,” dedi. “İyi,” dedim. Güldük. Ayak sesi duyunca dönüp baktık. Jake üzgün bir şekilde bana bakıyordu. Kaşlarımı çatıp başımı çevirdim. “Hadi gidelim!” dedim. “O zaman başlıyoruz!” dedi Anna ve gittiler. “Hey! Adil değil! Hile yaptınız!” diye bağırdı Tom. Peşlerinden gittik. Arkaya şöyle bir bakınca Jake’in hala arkamızdan baktığını gördüm. Onu uzunca bir süre affetmeyecektim. Liam’a vurması hiç hoş değildi. “Vooo!” Adam heyecanla bağırıyordu. Sonunda ilk varan onlar oldu. Birkaç kez kaydıktan sonra öne geçmek istedim. “Bu sefer önde ben olmak istiyorum,” dedim. “O zaman bende öne geçiyorum,” dedi Adam. “Olmaz! Sen hep devriliyorsun!” diye itiraz etti Anna. “Hey Mary istersen benim önüme geçebilirsin,” dedi Tom. “Hiç gerek yok. Biz kayıyoruz zaten,” dedi Liam. “Bir kereden bir şey olmaz,” dedim. Tom gülümsedi. “Olur! Zaten onu kurtardın. Bu kadarı yeter,” dedi sertçe. Beni kızağa oturttu. Tom bir kez daha kaşlarını çattı. “O zaman gidelim!” dedi Adam. Liam arkama oturdu. “Neden ona böyle kötü davranıyorsun?” diye sordum. “Bunu yapmasına izin veremem de ondan,” dedi. “Neyi?” diye sordum. Kollarını yavaşça belime doladı. “Bunu,” diye fısıldadı kulağıma. Kalbim heyecanla atmaya başladı. Haber vermeden hızla öne atıldım. “Hoo! Bekle!” diye seslendiğini duydum Adam’ın. “Hey!” dedi Liam’da. Onu da şaşırtmıştım. Güldüm. “Bu çok iyi hissettiriyor!” dedim. Aşağı geldiğimizde Adam dengesini sağlayıp duramadı ve Anna’yla beraber düştüler. Kahkahalarla güldük. Yanlarına gittik. “Bu gördüğüm en iyi duruştu,” dedim. “Bak! Ben sana söylemiştim!” dedi Anna kalkarken. “Sen ayağını o şekilde önüme koyduğun için oldu!” diye karşılık verdi Adam. “Mary tekrar kayalım mı?” diye sordu Tom. Anna’nın üstündeki karları temizlerken ona cevap verdim. “Hava kararmak üzere, yemek yiyeceğiz. Açıkçası ben acıktım.” “O zaman beraber oturalım mı?” Ah! Bu çocuk hiç pes etmiyordu. “Onunla beraber oturmak için önce bunu hak etmen gerek,” dedi Adam. “Hak etmek mi?” diye sordu Tom yüzünde bir soru işaretiyle. “Evet, hak etmelisin,” diye onu destekledi Liam. “Yaa sen Mary’le oturmayı hak edecek ne yaptın?” diye sordu Anna alaycı bir şekilde. “Bak bunu bende merak ettim,” dedim. Adam göğsünü kabartarak cevap verdi. “Ben onun çocukluk arkadaşıyım. Bu da beni özel yapar,” dedi. “Aa-a!” Parmağımı ona doğru salladım. “Sen çocukluk arkadaşım değil, çocukluk baş belamdın. Çocukluk arkadaşım Anna’ydı.” “Evet, sen onun başına hep bela oluyordun,” dedi Liam. “Sen…” diye başlayacak oldum ama Tom araya girdi. “Siz çocukluk arkadaşı mısınız?” diye sordu. “Biz ikimiz,” dedi Adam. Kendisiyle Anna’yı işaret etti. Elini sinek kovar gibi Liam’a doğru salladı. “Ama o değil,” dedi yüzünü buruşturarak. “Sen Mary’le oturmak için ne yaptın? Dur biraz sen onu tüm okulun önünde rezil etmemiş miydin?” diye sordu Tom kendini beğenmiş bir şekilde. Liam kaşlarını çattı. Aynı anda gözlerinden acı geçtiğini gördüm.  Bana kısa bir bakış atıp yüzünü çevirdi. “Bana baksana sen çocuk…” “Aynı zamanda hatasını telafi etti,” dedim. Tom’un yüzündeki gülümseme kayboldu. Liam kocaman açılmış gözlerle bana baktı. “Evet! Tüm okulun önünde ondan özür diledi. Tabi ondan önce Mary beni durdurmasa sıkı bir dayak yiyecekti.” “Hem Mary’i kucağında revire taşıdı,” dedi Anna. Yanaklarım pembeleşti. “Ah çok romantikti,” dedi hülyalı bir şekilde. “Gerçekten mi?” diye sordu Liam bana baktı. Daha çok kızardım. “Hayır, tüm okulun önünde oldukça utanç vericiydi,” dedim. “Yaa,” dedi Tom yine gülümseyerek. Ona baktım. “Beni iyi dinle Tom; sakın bir daha arkadaşlarımı aşağılamaya kalkma yoksa kalbini kırarım.” “Aynı zamanda kafanı da kırar,” diye ekledi Adam. “Sen sussana!” diye azarladı Anna onu. “Hayır, hayır! Ben aşağılamak için söylemedim. Gerçekten. Özür dilerim!” “Bence bu seferlik bizimle otursun,” dedi Anna. “Ama Adam’ın yanına!” dedi Liam beni diğer tarafa çekerken. Anna kıkırdadı. “O zaman sende onların yanına,” dedim. Anna gelip koluma girdi. “Ama bu…” diye itiraz etti Liam. Gülerek oradan ayrıldık. Masada nasıl kaydığımızı konuşuyorduk. “Hayır! Ben bu tarafa doğru giderken ayağını bu şekilde koyduğu için yuvarlandık,” diye sürekli kendini savunuyordu Adam. “Oo anlıyorum!” Jake’in sesini duyunca sustuk. Yanımda duruyordu. Ona bakmadım. “Demek benim yerime bunu buldunuz,” dedi küçümseyici bir şekilde. “Hayır, senin yerine gelmedim. Ben beni…” “Açıklama yapmana gerek yok Tom,” diyerek onu susturdum. Bana baktılar.”Sana eski haline dönene kadar gelmemeni söylemiştim,” dedim. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. “Eski Jake olsa ne olduğunu anlardı. Eski haline dönmeden gelme!” dedim sertçe. Bana öfke ve üzüntüyle baktı. Başımı çevirdim. Bir süre dikildi ve sonra gitti. “Ee neler olduğunu sorabilir miyim?” diye sordu Tom. “Hayır!” dedi Adam’la Liam aynı anda. “Katherine, ben gerçekten özür dileyip dilememesini önemsemiyorum,” dedi Liam. “Sen iyi ol bana yeter.” Gülümsedim. “Ben zaten iyiyim ama ben özür dilemesini istiyorum,” dedim. “Dur biraz sana Katherine dedi! Adın Mary mi, Katherine mi?” “Adım Mary Katherine,” dedim. “O zaman bende sana Katherine diyeceğim,” dedi. “Çocuk Liam’ı taklit ederek bir yere varamazsın,” dedi Adam alaycı bir şekilde sırıtarak. Anna onu dirseğiyle dürttü. “Neden ona Katherine diye seslenemez miyim?” diye sordu Tom. “Aramızda ona o şekilde seslenen bir Liam birde Elenor var,” diye açıkladı Anna. “Bu bir kural mı?” “Hayır, ama alışkanlık,” dedi Liam. Aslında sadece Liam’ın bana Katherine diye seslenmesi hoşuma gidiyordu. Liam’ın telefonunun çalmasıyla konuşmamız bölündü. Liam ekrana baktı sonra telefonu bana uzattı. Ekrana bakınca sırıttım. “Hayır, sen aç.” “Kim arıyor?” diye sordu Adam. Sırıttım. “Dedesi,” dedim. Liam derin bir iç çekip telefonu açtı. “Neden beni bu kadar uzun bekletiyorsun! Benimle konuşmak istemiyorsan telefonu kapat!” “Hayır, hayır dede, ben…” Liam’ın dedesi gene bağırdı. Kıkırdadım. “Yok, yok o Katherine’di. Evet burada. Biz okulla beraber bir kar tatilindeyiz. Hayır! Hayır.” Bana kaçamak bir bakış attı. “Ona kaba davranmıyorum,” dedi. Adam bir kahkaha patlattı. Anna onu susturmaya çalışıyordu ama kendide gülüyordu. “Neden böyle bir şey istiyorsun ki?” Karşı taraftan dedesi bağırınca Liam telefonu kulağından biraz uzaklaştırdı. “Tabi ki sana hesap sormuyorum! Ben sadece… Peki.” Biraz dinledikten sonra telefonu bana uzatmıştı. “Nasılsınız Wilson Dede!” “İşte selamlama böyle olur. Ah o çocuğun seninleyken daha fazla şey öğreneceğini umuyordum ama tam bir umutsuz vaka,” dedi. Kıkırdadım. Yan gözle Liam’a baktım. “Bence son günlerde gayet iyiye gidiyor,” dedim. Bana merakla bakıyordu. “Anladığım kadarıyla şu an kalabalık bir yerdesiniz. Seni duymayacakları bir yere gider misin?” Şaşırmıştım. Ama dediğini yapmak için ayağa kalktım. “Peki,” diye mırıldanıp yemek salonundan çıktım. “Tamam, şimdi yalnızım. Bana bir şey mi söyleyeceksiniz?” “Evet, bu hafta gelmeyi düşünüyorum. Senin turtalarını özledim. Müsait misin?” “Tabi ki ama neden bunu bana söylüyorsunuz?” “O taş kafalıya da söyledim ama itiraz etti. Sanki ondan izin istemişim gibi!” “Ne oldu ki?” “Ben üç-dört günlüğüne gelip sende kalabileceğimi düşünmüştüm. O büyük eve gitmek istemiyorum. Bu yüzden sen müsait misin merak ediyorum. Haftaya Salı günü gelip Cuma günü akşamı döneceğim. Bu yüzden sen müsait misin?” “Tabi ki! Ben evde olmasam bile size anahtarı veririm ben yokken eve göz kulak olursunuz. Zaten bir işim çıksa da çok uzun sürmez.” “Buna sevindim. Salı günü sizin okul başlamadan geleceğim. Ama o taş kafaya okul çıkışında geleceğimi söyledim. Beni senin evine gitmekten alı koymak istediğini biliyorum.” Gülümsedim. “Ben sırrınızı saklarım. Size adresimi versem bulabilir misiniz? Ben sabah sizi beklerim.” “Sana bir numara vereceğim adresini ona gönder. Beni orada alacak olan şoförün numarası,” dedi. Liam’ın dedesi gerçekten inanılmaz bir insandı. “Peki, o zaman görüşürüz,” dedim. Kapatmadan önce bana numarayı verdi. Hemen telefondan adresimi gönderdim. Sonra içeri geri döndüm. Liam’a telefonunu geri verdim. “Ne dedi? Sana ne dedi?” “Senin benimle kalmasına izin vermediğini bu yüzden size gelip ona turta yapıp yapamayacağımı sordu. Salı günü onu karşılamak için gelmeyi önerdim ama bana yarın gelmemi seninle konuşması gereken bir konu olduğunu söyledi. Aslında azarlamakla ilgili bir şeyler söyledi,” dedim. “Sen onun dedesini de mi tanıyorsun?” diye sordu Tom hayret içinde. “Evet, sadece bir gün görüştüler ve dedem onu benden daha çok seviyor,” dedi Liam morali bozuk bir şekilde. “Birileri kıskançlık krizi geçiriyor gibi,” dedi Anna. Gülümseyerek Liam’a bakıyordu. “Hi-hiçte bile!” Güldüm. “Neden bu sefer sizde ziyarete gelmiyorsunuz?” diye sordum diğerlerine. “Gelebilir miyiz?” diye sordu Adam. “Tabi! Neden olmasın,” dedi Liam. “Deden Salı günü okul çıkışı geliyormuş ama biz ertesi gün erkenden geliriz,” dedim. Liam başını salladı. Ve dönüş zamanı geldiğinde hepimiz biraz üzgündük. Burada zaman oldukça dolu ve eğlenceli geçmişti ve hepimiz biraz daha burada kalmak isterdik. Jake bizimle aynı otobüse binmemişti. Daha önce Jake’in oturduğu yerde şimdi Tom oturuyordu. Gerçektende Jake’in yerine onu mu alacaktık? Hayır! Bu mümkün olamazdı. Bir kişiye daha sırrımı söyleyemezdim. Gerçi gerçek sırrımı kimseye söyleyebilmiş değildim. Anna hariç. O da zaten yeni öğrenmemişti. Çocukluğumuzdan beri biliyordu. Tabi bir Ed biliyordu. Aile dostu olarak hocamda sırrımızı biliyordu ve bunları hayatları pahasına saklıyorlardı. Onlar bizim dostlarımızdı. Otobüs harekete geçince gazeteci kız yanımıza geldi. “Sana buraya ilk geldiğimizde bana uğramanı ve sana vereceğim bir şey olduğunu söylemiştim,” dedi Liam’a. Şaşkınlıkla Liam’a baktım. Liam daha yeni aklına gelmiş bir şekilde kıza bakıyordu. Bu kızın Liam’a vereceği şey ne olabilirdi ki? “Ah affedersin. Buraya gelince çok şey oldu. Bu yüzden aklımdan çıkmış.” Kız anlayışla başını sallayıp gülümsedi. “Anlıyorum.” Bilgisayarını Liam’ın kucağına bıraktı. “Birkaç resminizi çektim ve bazılarını pazartesi günü gazetede yayınlayacağım. Herkese fikrini soruyorum. Bazıları resimlerinin gazetede çıkmasını istemiyor. Bu yüzden size de fikrinizi sorayım dedim. Ve isterseniz resimlerinizi alabilirsiniz.” Sadece Liam’a bakarak konuşuyordu. Yoksa bu kız Liam’dan hoşlanıyor muydu? Kalbimin üzüntüyle sıkıştığını hissettim. “Hey Katherine bak burada sen varsın!” Liam heyecanla koluma dokununca şaşkınlıkla ona baktım. Bilgisayara bakıyordu. Ekrana bakınca Liam’ın bana kayak dersi verirken ki resimlerini gördüm. “Ben hepsini istiyorum!” dedim. Belleğimi taktım. “Daha sonra bende senden alacağım,” dedi Anna. Resimler bitince gazeteye baktık. “Ben resimlerimizi yayınlamadan bir sorun görmüyorum,” dedim gülümseyerek. “Bende,” dedi Liam. “Bende,” diye bize katıldı Anna. “Ben değil. Neden benim düştüğüm bir resim var? Oysa o kadar havalı kayma şekillerim vardı!” diye sızlandı Adam. “Onunda bir itirazı yok. Sen ona aldırma,” dedi Anna. Kız gülümseyerek bilgisayarını geri aldı. “Belleğin yanında mı Liam?” diye sordu. Liam ayağının dibindeki çantasından belleğini çıkarıp kıza verdi. Kızın belleğe ne koyduğunu merak ediyordum. Kısa süre sonra belleği Liam’a geri verip bize el sallayarak gitti. Liam belleğe ne koyduğunu sorsa da cevap vermedi. Kalbimin burkulduğunu hissediyordum. İkisinin böyle bir şey paylaşması beni rahatsız etmişti. Yine sabah yola çıktığımızdan ertesi sabah anca evde olacaktık. Yolculukta yine müzik çalıp oynadılar, şarkılar söylediler. Saat gece yarısını geçerken herkes yine sessizleşmişti. Uykum gelmişti. Herkes uymuştu. Anna, Adam, Tom ve Liam. Gözlerimi açamayacak hale gelinceye kadar Liam’ı izledim. Sonunda uykuya dalarken başım hafifçe yana düştü. Başımı bilinçsizce kaldırmak istediğimde bir el buna izin vermedi. Sonra başımın tepesinde bir sıcaklık hissettim. Belki de rüya görüyordum. Bu el ve sıcaklık oldukça güven vericiydi ve beni mutlu hissettiriyordu. Gerçekten mutluydum.

Tender RainHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin