Jongin sandalyesinin arkasını sıkıca kavradı ve kendini kaybetmemek için tüm gücünü harcadı. Masasının önünde duran sandalyesini böyle ölümüne kavrayarak ve kendini derin nefesler almaya zorlayarak kontrolde kalabiliyordu. Amcası yarım saat önce onu aramış, "bir haber vermek için" uğrayacağını söylemişti. Adam bu gayet sıradan bir ziyaretmiş gibi davranmıştı; muhtemelen Jongin'in kendisini, en büyük mutfak bıçağıyla karşılamasından korkmuştu. Çünkü verdiği haberler hiç de iyi değildi. Hatta iyinin tam tersiydi. Jongin, büyükannesinin pastanesini kaybedecekti.
“Bunu düşündüğüne bile inanamıyorum," dedi dişlerini sıkarak. "Hem de lanet olasıca bir alışveriş merkezi için. Bu daha da beter. Büyükannem pastaneyi satmayı asla istemezdi, bunu biliyorsun. Sen de bu evde büyüdün amca. Tüm geçmişimiz burada."
Amcası omuz silkti, ekşi bir limonu emmişçesine büzdü dudaklarıı. "Annem burayı pastaneye çevirdiğinden beri burası artık benim büyüdüğüm ev falan değil. Abimin -babanın- büyüdüğü evi hiçbir şekilde hatırlatmıyor. Şimdi de bu kasabadaki sıradan binalardan biri yalnızca."
Sıradan mı? Amcasının sesinde öfke mi vardı? Büyükbabası öldükten sonra büyükannesinin, hayalinin peşinden gitmesine mi içerlemişti? Eğer öyleyse, amcasının negatif sıfatlarına bir de “dar görüşlü pislik" eklenebilirdi.
"Cüzdanını biraz daha doldurabilmek için mi satacaksın? Ne zaman için pastaneyi gözün doyacak?"
"Doymak diye bir şey yok, Jongin. Bunu senin anlamanı beklemiyorum. Sen ve annen gibi tipler ellerindekiyle yetinirken, ben kendi durumumu geliştirme peşindeyim. Burayı bu firmaya satmak sen de dâhil herkese pek çok para kazandıracak."
"Yani sana. Pastane teknik olarak hâlâ benim değil."
Ne zaman düşünse Jongin'in kalbini sızlatan bir gerçekti bu. Pastanenin onun olması, büyükannesinden ona kalması planlanmıştı. Ama sonra büyükannesine ileri derecede Alzheimer teşhisi kondu ve birkaç ay içinde de kadının zihin sağlığı öylesine bozuldu ki kendi yetiştirdiği, tek torunu olan Jongin'i neredeyse tanımaz hale geldi. Yaşayan tek akrabaları olan amcası da büyükannesinin bütün mülklerinin vekaletini aldı; buna, büyükannesinin açtığı, Jongin ya otuz yaşına geldiğinde ya da evlendiğinde ona miras kalacak olan Tatlı Köşesi de dahildi.
Jongin henüz yirmi yedi yaşında olduğundan ve evlenmek bir yana, kimseyle çıkma planları bile bulunmadığından hemen hemen sıçmış durumdaydı. "Ben senin amcanım Jongin," dedi adam, bir politikacının vaatleri kadar gerçekçi görünen bir şefkatle. "Sana piyasa değerinden çok daha fazlasını vereceğim. Mülkü satın almak isteyen bu firma en iyi fiyatı sunuyor. Baban burada olsaydı sana demirin tavında dövülmesi gerektiğini söylerdi." Jongin, babasından bahsedince irkildi. Bu da bel altı vuruşlardan biriydi ve amcası bunu gayet iyi biliyordu. Babası on beş yıl önce ölmüştü ama yine de bazen, sanki günler öncesiymiş gibi canını yakıyordu. Babası kardeşinin tam zıddıydı: Alçakgönüllü ve şefkatli biri, bir savaş kahramanıydı. Kalpsiz, gözünü para hırsı bürümüş kardeşi, kime ne zorluk çıkardığını umursamaksızın sadece imparatorluğunu büyütmekten başka bir amacı olmadan ellisine yaklaşırken, babası maalesef otuz ikinci yaş gününü bile görememişti. Bu da Jongin'in, evrende gerçekten herhangi bir denge olup olmadığını sorgulamasına sebep olmuştu. “Yaşam adil değildir" deyişini perçinlediğine hiç şüphe yoktu.
"Jongin," diye devam etti adam, "pastane can çekişiyor. Burası açıldığından bu yana, yirmi beş yıldır bu bölge çok büyüdü. Kent yaşamı ve hızlı hayat tarzı civar banliyölere de sızıyor ve Rose Valley de bundan muaf değil. Üstüne üstlük insanlar, günlük tatlı ihtiyaçlarım Tatlı Köşesi'nin sunmadığı, daha sağlıklı yiyeceklerle değiştiriyor." Jongin adamın bu argümanına itiraz edecek bir şey diyemeden somurttu.
Amcası haklıydı. Doğal ürünler satan marketlerin, eski bakkalların yerini alışını, fast-food zincirlerinin yerine organik kafelerin açılışını izlemişti; üstelik vadide artık adım başı bir spor salonuna rastlanıyordu. Sağlıklı bir yaşam tarzına karşı olduğu falan yoktu. Sadece bu durum işi için kötüydü. Kazancı her yıl daha da düşmesine, mutfak aletlerini yenileyememesine ve daha iyi, daha verimli bir dükkân işletmek adına mutfağı elden geçirememesine rağmen burayı terk etme düşüncesine katlanamıyordu, burası hayatında daimi olan tek yerdi. Evi olan tek yer... Ayrıca bloktaki diğer kiracılar ne olacaktı? Kırtasiye, kreş, hayır kurumu ve daha bir sürü dükkân. Çorba Evi adındaki küçük restoranın sahipleri ellilerin başından beri vadinin demirbaşlarıydı. Sonunda çocuklar için kendi dans stüdyosunu açmak için sahneleri bırakan Vegaslı gösteri kızı, eski bir balerinin stüdyosu hemen köşeyi dönünceydi. Sehun'un spor salonu.
Sehun.
Sehun'un kendisiyle konuşmak istediği şey herhalde buydu. Jongin'in de bu fikre onay verdiğini mi sanmıştı? Ya da belki de amcası üzerinde sözünün geçtiğini falan ummuştu. Jongin bunu düşününce yüksek sesle gülmemek için kendini zor tuttu. Amcasının, fikrine değer verdiği tek insan bir bakımevindeydi ve artık onun annesi olduğunu bile hatırlamıyordu. Adamın fikrini değiştirmek bir şekilde Jongin'e kalıyordu, yoksa hepsi taşınmaya mecbur olacaktı. Ama Çorba Evi'nin sahipleri gibi bazıları muhtemelen bunu yapamayacaktı. O çift yetmişlerindeydi ve hâlâ restoranı işletiyorlardı -bu onlar için bir tutkuydu- ama Jongin, onların başka bir yerde yeniden başlayacak enerjiye sahip olduklarından şüpheliydi. Amcası kurnaz bir işadamıydı; muhtemelen hukuki birtakım laflar ederek avukatlarını onların üzerine salmakla tehdit edip insanlar teklifini kabul edene dek onların gözünü korkutmuştu. Şimdilik bu bir varsayımdı ama yine de Jongin işlerin böyle olduğuna bahse girebilirdi. Amcasının, kendi annesi hariç kimseye bir gram merhamet duymadığını düşünüyordu ve o bile adamın soğuk dış görünüşünün altında, oldukça derinlere gömülüydü. Bazı insanlar etraflarına duvarlar örerdi. Amcasıysa kendisini, aşılması imkânsız, yalçın kayalıklarla çevrili bir adanın en tepesine, elektrikli tellerden beş metrelik çitlerle çevirmiş gibiydi. Adamın sadece iş ilişkileri vardı. Nokta.
Çaktırmadan iç geçirerek adamın karşısındaki misafir sandalyesine oturdu. O anda bacaklarının kendisini taşıyacağına güvenmiyordu, kendi mekânının kontrolünü elinde tutamamasından daha kötü bir şey varsa o da yere devrilmesi olurdu. Her ne kadar içini bir asit gibi yaksa da amcasının içindeki insanlık kırıntısına dokunabilecekse, gururunu çiğneyip bunu yeniden düşünmesi için ona yal varmalıydı.
Çaresiz kalınca böyle şeyler olur Jongin.
“Amca lütfen yapma. Büyükannemin hayalini devam ettirmek için burasının benim olması planlanmıştı. Beni bunun için o eğitti, ben de deli gibi çalıştım."
Jongin, yasal olarak içki içme yaşına bile gelmeden önce pastaneyi içeriden ve dışarıdan nasıl işleteceğini öğrenmişti; bu delicesine zamanını alsa da büyükannesine söz verdiği gibi işletme yönetimi lisans diplomasını alabilmek için hem gece derslerine hem de online derslere katılmıştı. "Son zamanlarda işlerin kötü gittiğini biliyorum ama bunu düzeltmenin bir yolunu bulacağım." Adam gözlerini devirerek "Çocukça davranıyorsun, bunu bir drama çevirme. Fiziki mekân dışında senden bir şey aldığım yok. İşyerini yepyeni bir mekânda, son teknoloji ekipmanla ve bir sürü de parayla birlikte yeniden açabileceksin. İki saniyeliğine şu nostalji saçmalıklarını bir yana bırakırsan bunun ne kadar mükemmel bir fırsat olduğunu göreceksin," dedi. Meselenin sadece pastane olmadığını nasıl göremezdi? "Boş ver gitsin. Umurunda olacağını düşünmem hataydı. Jasper'ı arayacağım." Aile avukatları Jasper, melek gibi bir adamdı ve büyükannesinin en eski dostlarından biriydi. Ayrıca fon metnini seneler önce hazırlayan da oydu.
"Seni durdurmanın bir yolu olmalı." amcası ayağa kalkarken "nasıl istersen" dercesine omuz silkti. "Jasper'la dilediğin kadar konuş ama fonu elinde tutmanın tek yolu meşru bir evlilikten geçiyor."
Amcası eşyalarını topladıktan sonra yılanları andıran bir tebessümle ona baktı. Adamın tek eksiği, avının havaya sinen korkusunun tadını almak üzere uzattığı çatallı bir dildi. “İlişki geçmişine bakınca ikimiz de bunun gerçekleşme ihtimalinin farkındayız."
Jongin irkildi. Bu iğneleyici laf amacına ulaşarak içini kanatmıştı. Kötü ayrılıklarının ardında kalbinde pek çok yara izi kalmıştı, eski nişanlısının bıraktığı o oyuk da bunlara dahildi. Ama amcasının hakarete varan haddini bilmezliği yüzünden teni alev alev yandı ve Jongin, amcasının gitmesini ima edercesine ayağa kalkıp sandalyenin arkasına geçti. Adamın arkasından kapıyı biraz hızlı kapayıp o kemikli kıçına çarptırabilirse de oh ne alaydı.