95 gün kala
"Hadi Sehun!" Jongin ağzına siper ettiği ellerinin arasından bağırdı. "İndir şunu!"
Arenadaki kalabalığın kulakları sağır edici haykırışları arasında adamın kendisini duyabildiğinden oldukça şüpheliydi ama yine de elinde değildi. Kafes dövüşlerini böyle canlı ve ön sıradan izlemenin bu kadar yoğun hissettireceğini hiç bilmezdi. Üstelik sözde kocası-ev arkadaşı-sevgilisi olan dövüşçünün, "Canavar Brütüs" denen bir adamla yumruklaştığını, birbirlerine tekmeler attıklarını ve her türlü vahşi şeyi yaptıklarını izliyordu, Jongin bayıldı bayılacaktı.
Shannon, Jongin'i omuz atarak kulağına doğru bağırdı. "Gözünü nasıl böyle kan bürüdü? Bu halini sevdim." Jongin sağında oturan arkadaşına baktı, kocasıyla birlikte gelmişti. "Billy - kocası- o kafeste Rambo'nun muadiliyle dövüşürken sen sessizce oturabilir miydin acaba?" "Ah, kesinlikle hayır tatlım," dedi Shannon. "Kris'in durduğu yerde çılgıncasına bağırıyor olurdum." Billy de sohbete katılmak için eğildi. "Yaptığım her şeyin yanlış olduğunu söyleyeceğine hiç şüphem yok," diye espri yaptı karısına göz kırparak.
Shannon sağ kolunu Billy'nin sol koluna geçirdi. "Birilerinin sana karşı dürüst olması gerekiyor şekerparem. Diğer kadınlar yanaklarındaki o gamzelere bakınca hemen eriyiveriyorlar."
Jongin arkadaşlarının şakalaşmalarım dinlemeyi bıraktı. Dövüşle onun kadar ilgilenmiyorlardı ve bu anlaşılabilir bir durumdu. Onlar için bu, sporculardan birini tanıdıkları bir karşılaşmadan ibaretti. Jongin bile eskiden dövüşlerden keyif alır, farklı dövüşçülere tezahürat yapar, fazlaca sert veya etkileyici bir darbe yediklerinde "Of!" ya da "Vay!" diyen kalabalığa katılırdı.
Ama bu, Sehun o sekizgen kafese girip kendini tehlikeye atmadan önceydi.
Jongin'in tüm bedeni gerginlikten düğüm düğüm olmuştu sanki. Poposu sandalyesinin ucuna azıcık değiyordu ve ellerini öyle sıkı kenetlemişti ki kan gitmediğinden parmakları karıncalanmaya başlamıştı. Raundun bittiğini haber veren düdük çalınca hakem matın üzerinde birbirlerini yenmeye çalışan iki dövüşçünün arasına girip onlara köşelerini işaret etti.
Sehun eldivenli elleri belinde onlara doğru yürüdü, bedeni terle parlıyordu, göğsü de sık soluklarla inip kalkıyordu. Jongin büyük bir yara alıp almadığını anlamak için onu inceledi ama görünür tek yarası sağ gözündeydi. Gözünün altında bir yara vardı, yara dediği şey üç santim uzunluğunda, kanayan bir yarıktı ve öylesine şişmişti ki neredeyse gözü kapanacaktı.
"Aman Tanrım, yüzüne bak! O ne zaman oldu? Bunu görmemiştim..." Devasa ekranda maçtan bir görüntü belirince Jongin lafını tamamlayamadı. Brütüs üstte, Sehun'un bacakları da adamın belindeydi, sonra da videoyu oynatan pislik ağır çekim butonuna basınca Brütüs'ün dirseğini Sehun'un suratına indirişini izlediler. Jongin bunun bir kayıt olduğunu bilmesine rağmen soluksuz kaldı ve elleriyle ağzını ve burnunu kapattı. Sehun son anda yüzünü sola çevirince burnunun kırılmasından kurtuldu ve dirsek elmacık kemiğine isabet etti. "Yok artık," diye ciyakladı.
Kris'in eşi Lucy yandan sarılmak için kolunu Jongin'i doladı ve sonra da Jongin'i kendine getirmek istercesine kuvvetli bir şekilde sırtını ovdu. "Merak etme Jonginie, göründüğü kadar kötü değil."
Jongin'in ağzı açık kaldı ve yanındaki sakin kadına bakmak üzere döndü.
Kalabalığın hâlâ kükrüyor olması acayip iyi bir şeydi çünkü Jongin, kontrol altında tutmaya çalıştığı histeriden dolayı sesini ayarlayabileceğini sanmıyordu. "Dalga mı geçiyorsun? Nasıl kötü olmaz? Biri onu palayla kesmiş gibi görünüyor. Bu rauntta sağ gözü görürse şanslıdır."