Bir yıl küsen, bir yıl meyve veren mandalina ağacının gölgesinin düştüğü pencerenin hemen dibindeki tek kişilik yatakta sakat bir ömür yatıyordu. Sakattı, yarımdı, kimsesizdi. Başı yastığa çukur yapmadan önce tamdı ama, tammış gibi yaşıyordu, ancak yatak ile buluştuğunda o eksiklik gecesine misafir oluyordu. Anımsadığı rüyasının artıklarını, sığ bir gölde yüzüyormuşçasına zihninde gezdirdiği bir vakit, odasının kapısı açıldı. Gözlerini açamadı, annesinin girdiğini tahmin etti; çünkü babası odasına asla girmezdi. Genç bir kızın-ne kadar genç olabilecekse-odasına kapıyı çalmadan girmek babası için ayıptı. Annesinin ihtiyacı olan herhangi bir şeyi alıp çıkacağını öne sürerek uyumaya devam etmek istedi. Öyle olmadı, dakikalar geçti. Bir kaç nefes sesi, ardından gelen kâğıt seslerini duyumsadı. Gözlerini açtı, tahmin ettiği gibi annesini gördü. Babasının kendi elleriyle yaptığı-mesleğinin marangoz olması nedeniyle-lise zamanından beri kullandığı ceviz ağacından yapılma çalışma masanın önündeydi. Elinde günlüğü vardı. O günlüğe her şeyini yazıyordu. Sinirlenmek istedi, aniden ayağa kalkmak, annesinin elinden günlüğünü çekip almak ve bağırmak istedi. Yalnızca izledi.
Karşısında gördüğü yaşlı kadını izledi, altında mavi bir pijamadan elbise vardı. Normalde hep tülbent ile kapalı olan saçları, yeni uyandığını tahmin ettiğinden açıktı. Yazması sırtında değildi, oradan anlamıştı yeni uyandığını. Annesi defterini okurken elleri titriyordu. O defter, onun her şeyiydi. Karşısındaki kadın ise her şeyine göz koyuyordu. Bir kaç sayfa daha gezindi, yazdıklarını okuyordu. Son kez çevirdi, bir yazıyı okudu, ardından yan sayfasındaki çizimi gördü. Gözleri açıldı, bir eli ağzını kapadı, şaşırdı, duraksadı, titredi; ne yapacağını bilemedi. Sertçe defteri kapadı ve yüzünü yatağa çevirdi. O gözlerini kapadı, annesi ona baktı. Göz kapaklarının ardından bile annesinin dehşetini görüyordu. Ve neden böyle bir tepki verdiğini de çok net anlıyordu.
Çünkü günah onların akıl süzgeçlerinde, mandalina ağacının gövdesine tırmanan karıncalar gibiydi. Onlar gövdeyi karıncalar tırmanmasın diye kireç ile boyarken bile karınca bir yolunu bulmuş ve dallara ulaşmıştı. Bunun farkındalığı, onu dehşete düşürmüştü.
Annesinin odadan hızlı adımlarla çıktığını duydu, gözleri yavaşça açıldığında annesinin giderken kapıyı kapatmamasını telaşına verdi; normal zamanda bunu yapsa çok sinirlenirdi. Odasının kapısı her daim kapalı tutmak onun için elzem ve tik haline gelmiş bir durumdu. Yatakta doğruldu, esnedi, ayağa kalktı. Telefonundan saate bakındıktan sonra-saat epey bir erkendi normal uyandığı saate göre-masasına ilerledi ve annesinin pürtelaş attığı defteri kendine çevirerek rastgele bir sayfasını açtı. Defalarca kez okuduğu gibi aklından ezbere okudu o satırları, ardından gülümsemek istedi; gülümseyemedi. Umursamadı da ama, alışıktı gülümsememeye. Defteri kapadı ve masasını düzelterek oradan uzaklaştı.
Rutin hareketlerle banyo ve odasının arasında dokuduğu mekik ardından oturma odasından gelen televizyon sesiyle odaya gitti. Babası uyanmamıştı daha, annesi üzerindeki pijamayı değiştirmiş, yazmasını başına bağlamıştı bile. Televizyondan yükselen sabah kuşağı programına pür dikkat ile bakınıyordu annesi Feriha.
Ev hanımıydı, hayatı boyunca hiç çalışmamıştı, dürüst olmak gerekirse de hiç çalışmayı düşünmemişti de. Hem kocasının cebi boldu hem de eli. Gençliğinde, daha çocukları doğmamışken her istediğini alırdı Feriha'nın Yılmaz. Yılmaz'ın babasının mesleği marangozluk olduğundan aynı mesleği yapmaya devam etmiş, babası ile aynı ekmekten yemişti. Kendi mahallesinde, çevre mahalleler ve ilçelerde epey bir güvenilirliği ve şanı olduğundan iyi kazanıyordu Yılmaz. Zaten yıllar geçtikçe de eli yavaşlasa da çırakları sağ olsun atölyeyi ayakta tutarak işi büyütmeyi de sağlamışlardı. Sayesinde Feriha'da pek bir rahattı o zamanlarda. Ancak çocuklar olduktan sonra o rahatlık artık haneye uğramadı. Kocasının parası artık ona o kadar da süslü hayaller, güzel hayatlar bahşetmiyordu. Feriha'nın karnı paraya epey doymuştu da. Bu yüzden Feriha, ev ve çocuklarına ilgisini verdi, 3 çocuğunun da küçükken hasta olmaları sebebiyle hastane hastane epey gezdi, neredeyse ömür çürüttü oralarda. Aslında Yılmaz'a duyduğu aşk da o sıralarda bitmişti; hastane koridorlarında çocukları kucağında bir başına muayene sırası beklerken. Lakin evlilik yalnızca bir sözden ibaret değildi onlar için, yemindi, kutsaldı. Yalnızca ölüm ayırabilirdi. İyi-kötü yaşadılar, bazen mutlulardı, bazen mutsuz-hem evde hem de akrabalarıyla çalkantılı oldukları zamanlar olmuştu-ancak bir yolunu buldular ki bugünlere kadar gelebilmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİZİK
General FictionHayat karmaşık ve gizemli olmakla birlikte tek düze ve tahmin edilebilir yaşamı da alternatif olarak sunar. Bu düzen kişinin yaşam tarzına, çevresine, tercihlerine ve aldığı kararlara bağlı olabilir. Alınan her kararda insanın karşısına çeşitli yoll...