5 yıl sonra
Penceremin kenarında oturmuş, yağan nisan yağmurunu izlerken kahvemi yudumluyordum. Havalar ısınmaya başlamış olsa bile birden bire yağmur yağabiliyordu. Bu da benim en sevdiğim mevsimin ilkbahar olmasının nedeniydi. Dışarıdaki insanlara dikkatimi verdiğimde küçük bir çocuğun annesinin elini bırakıp koşarak bir su birikintisine gittiğini gördüm. Annesi de onun peşinden koşmaya başlamıştı. Yağmura birden yakalanan şemsiyesiz insanlar ise karşıdaki kafeye koşar adımlarla ilerliyorlardı.
Umarım Louis beni dinleyip şemsiyesini yanına almıştır diye düşündüm.
Aklıma Louis'in gelmesiyle gülümsedim ve aşık olduğum adamı düşünmeye başladım. İlk sarılışımızı, ilk el ele tutuşmamızı, ilk öpüşmemizi... Sonra aklıma başta ona gıcık olduğum geldi. Kendisi nedenini hep sorsa da hala sorusuna cevap vermeyi ısrarla reddediyordum. Sonuçta ondan hoşlandığım için ona gıcıkmışım gibi davrandığımı söyleyemezdim çünkü ilk kendisinin benden hoşlandığını sanıyordu. Bu düşüncesini bozmaya hiç niyetim yoktu.
Kapıya sokulan anahtar sesini duymamla ayağa kalktım ve ev arkadaşımı karşılamaya gittim. İçeri kuru bir şekilde girip hemen yana ıslak şemsiyesini bıraktığında ona sarılmak için hamle yaptım ama beni hafifçe ittirdi.
"Ben de sana sarılmak isterdim ama vücudum buz gibi bebeğim, üşürsün." diyip dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı.
"Tamam o zaman sıcak bir duş alıp gel sonra ben seni ısıtırım." göz kırptığımda sırıtıp odamıza doğru ilerledi.
Islak şemsiyeyi pufun üstünden kaldırıp kuruması için vestiyere astım ve sevgilime kahve yapmak için mutfağa gittim. Suyu ısıtıcıya koyup kaynamasını beklerken düşüncelerime kaldığım yerden devam ettim.
Beş yıl boyunca bir sürü şey yaşamıştık. Lise zamanında altılı takılıp bir sürü maceraya atılmıştık. Öğretmenlere şakalar, aileden gizli düzenlenen partiler, geceyarısı buluşmalar derken lise zamanımız da su gibi akmıştı. Saç şekillerimiz, vücutlarımız, giyim tarzımız ve daha bir çok şey değişirken bizim arkadaşlığımız hiç değişmemişti ve aramıza kimse girememişti. Belki de girmeye cesaret edememişti.
Suyun kaynama sesiyle eğilip çekmeceden kahveyi aldım ve suyu bardağa boşaltıp üzerine kahveyi ekledim. Karıştırdıktan sonra mutfaktan çıktım ve kahveyi kendi kahvemin yanına, orta sehpaya koyup yan taraftaki battaniyeyi aldım. Katlanmış battaniyeyi açıp sırtıma örttüm ve sevgilimin duşunun bitmesini bekledim.
Lise bittiğinde üniversitelere başvururken hepimizin bir arada olamayacağı gerçeğine çok üzülmüştük. Ama gerçek arkadaşlar için mesafenin önemli olmadığını da biliyorduk.
Ben ve Louis Londra'da bulunan Royal College of Music'e başvuru yapmıştık ve buraya gelip sınava girmiştik. İkimizin de kazandığını öğrendiğimiz gün dün gibiydi. Arkadaşlarımızla kafede oturuyorduk ve sonuçlar geldiğinde hepimiz birden çığlık atmış, kafeden çıkıp caddelerde koşmuştuk.
Ed, Niall ve Liam ise Doncaster'daki okullara başvurmuş ve doğup büyüdüğümüz yerde kalmayı tercih etmişlerdi. Zayn ise Bradford'daki tanınan bir okulda Edebiyat okumayı seçmişti.
Liam ve Zayn'in bu konudaki kavgalarını hatırlayınca içim tekrar burkuldu. İkisi de birbirlerini kendi şehirlerine gelmeye ikna etmeye çalışırken birbirlerinin kalplerini de çok kırmışlardı. Sonunda akılları başlarına geldiğinde uzak mesafe ilişkisi yürütmekten başka çareleri yoktu. Dört yıl kadar her şey iyi gidiyordu ta ki-
"Napıyorsun bakalım?" Louis'in sesiyle düşüncelerimden ayrıldım ve yanıma gelmesi için battaniyeyi kaldırdım. Ona açtığım yere otururken battaniyeyi ikimizin sırtına da güzelce yerleştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
No Drama // Larry
Fanfictionsizi sinir etmeyecek ama klişelerle dolu bir kurgu (smut içerir!)