Ω
Kafede öylece oturuyorduk. Garsonlar aceleyle etrafta koşuştururken Olgu bir tanesini durdurdu. "Bir tane Tuborg ve bir tanede az ısıtılmış vişne suyu ama vişne suyunun kenarına bir parça elma koyabilir misiniz?" Dediğinde şaşırmıştım. Bu gerçekten garipti. Benim oldum olası en sevdiğim içecekti bu ve Olgu en ufak ayrıntısına kadar söylemişti. Babam Sinemle evlenmeden önce yapardı bu içeceği. Söylediğine göre annemde çok severmiş bu şekilde vişne suyunu. Peki bunu Olgu nasıl bilmişti? "S-sen ne-ne-nerden biliyorsun bunu? Olgu sen benden bir şeyler saklıyorsun." Dediğimde gözleri dalmıştı. Bir şeyler sakladığına emindim. Kimse birinin vişne suyunu bir parça elmayla ve az ısıtılmış olarak sevdiğini bilemezdi, tabi medium değilse. Medium olamazdı değil mi? "Olgu ne işler karıştırıyorsun?" Kendine gelmeye başlamıştı ve sonunda bana bakmıştı."Efendim başka bir isteğiniz var mı?" Diyene kadar, garsonun orada olduğunu unutmuştum. Olgu'nun yüzüne baktım ve sonra "Hayır yok, çok teşekkürler." Deyip garsonu gönderdim ve Olguyla yalnız kaldım. "Neyi nereden biliyorum? Ayrıca karıştırdığım bir şey de yok." Dediğinde tabiki inanmamıştım. Kesinlikle yalan söylüyordu. "En sevdiğim içeceği nereden biliyorsun?" Diye ısrarla sormuştum. İnatçı biriydim ve kesinlikle vazgeçmeye niyetim yoktu. "Senin en sevdiğin içeceği mi istemişim? Tuborg sevdiğini tahmin etmemiştim." Dediğinde onun yaşamak için insanların enerjisine ihtiyacı olan ve bu yüzden benim enerjimi emen yaşlı kötü bir büyücü olduğunu düşünmeli miydim? Bu saçma fikir nereden aklıma gelmişti? Belkide fazla bilim kurgu veya animasyon filmi izliyordum. "Keşke aptal numarası yapmayıp gerçekten aptal olsaydın çünkü o zaman daha az yorulurdum." Dediğimde gerçekten yorulmuştum ama ben vazgeçmezdim. "Az ısıtılmış ve kenarında bir parça elma olan vişne suyunu sevdiğimi nereden bildin?" Diye tek tek kelimelere vurgu yapmıştım. Cevap vermezse o içeceği onun başından aşağı dökecektim. Ya da hayır o içeceğe yazık olurdu. Vişne suyumu içecektim ama onun birasını dökmemem anlamına gelmezdi bu.
"Bak şeftali kafa, bilmediğin çok şey var..." Dediğinde sonunda anlatacağını düşünüp derin bir nefes aldım. "...Zaten dünyadaki her şeyi bilemeyiz değil mi?" Ah! Hadi ama! Gerçekten yorulmuştum ve tek istediğim eve gidip animasyon filmi izlemekti. Evet animasyon filmlerini seviyordum ama bu benim suçum değildi, hem mutlu sonla bitirmelerinden dolayıydı hem de kafa dağıtmak için iyi bir yöntemdi. Bir film izlemeden önce onun mutlu sonla bitip bitmediğini araştırırdım. Biliyorum saçma ama mutsuz sonlar beni çok etkilerdi ve günlerce depresyonda kalırdım.
"Söylemeyeceksin değil mi?" Dediğimde pes etmek üzere olduğum için kendimden utanmıştım. "Senin hakkında senden daha çok şey biliyorum şeftali kafa." Sanırım benimle dalga geçiyordu ama benim hakkımda bir şeyler bildiği doğru olabilirdi. "Vişne suyu ve Tuborg sizin mi efendim?" Garson geldiğinde konuşmamız yarım kalmıştı ve ben vişne suyumu bitirmeden kesinlikle konuşmaya başlayamazdım. "Evet bizim teşekkürler." Dediğinde Olgu'nun suratına bile bakmadan vişne suyumu içmeye başladım.
Vişne suyum bitmek üzereyken Olgu birasını çoktan bitirmişti. Ona baktığımda deri ceketinin cebinden sigarasını çıkarıyordu. Ne yani sigara mı içiyordu? Sigara içenleri anlamıyordum, gerçekten zararlıydı. Kendilerini düşünmüyor bile olsalar arkalarında ağlayan insanları düşünmeliydiler. "Neden sigara içiyorsun?" Diye umursamaz bir biçimde sormuştum ama umrumdaydı. Tanrım kim birisinin kendi gözleri önünde eriyerek ölmesini umursamaz ki?! "Seni ilgilendirmeyen sorular sormamalısın şeftali kafa!" Gerçekten mi? Neden bunu yapıyordu? Ben ona kötü bir şey dememiştim. Sadece neden ölmek istediğini sormuştum.
"Ben sıkıldım eve gitmek istiyorum." Dedim ve kasaya doğru yürümeye başladım. Tek kelime bile etmeden peşimden gelmeye başlamıştı. Yine camdan yapılan ödeme yerine geldiğimizde konuşmuyordu. Elini cebine attığında parayı ödemek için cüzdanını çıkartıyordu. Ondan hızlı davranarak cebimdeki hazır parayı çıkartıp verdim. "Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokma demiştim!" Dediğinde bana kızmıştı. Alt tarafı kendi içtiğim şeyin parasını ödüyordum, hem bu beni ilgilendirirdi. "Ne demeye çalışıyorsun?! Kendi içtiğim içeceğin parasını ödüyorum o kadar. Belkide sen burnunu sokmamalısın benim hayatıma!" Bağırarak söylemiştim ve sanırım en nefret ettiği şey ona bağrılmasıydı. Sertçe nefes alıyordu ve cafedeki herkes bize bakıyordu. Lanet olsun yine rezil olmuştum! "Belkide sana karışmamam gerekirdi." Dediğinde kendi içeceğinin parasını ödemişti. Bir daha benimle konuşmayacağını mı yoksa anlayışlı olup benim kararlarımı ciddiye aldığını mı söylemek istemişti? Hiç bir şey demeden arabaya doğru ilerlediğinde sanırım benimle konuşmama seçeneğini seçmişti.
Arabaya bindiğinde binmem için beklemişti. Kapıyı açarsa yorulurdu değil mi! Arabaya bindiğim gibi gaza basmıştı. Tanrım biraz yavaşlamazsa son gördüğüm kişi o olacaktı. "Biraz sakin olmayı denemelisin." Dediğimde yüzüme bile bakmadan radyoyu açmıştı. Çocuk olan bendim değil mi?
Yola çıkalı yaklaşık yirmi dakika olmuştu ama hala tek kelime bile etmemişti. Şarkılardan da sıkılmış durumdaydım. Bir an önce eve gitmek istiyordum.
Birden telefonum titredi. Cebimden çıkarıp ana ekrana baktığımda mesaj gelmişti. Sanırım Aslı'dandı. Mesajı açıp baktığımda nefesim kesilecek gibiydi. Kahretsin! 'Ne yaptın sen Dünya! Can'ı hastaneye kaldırmak için ambulans geldi ve herkes sizi arıyor. Ayrıca bırak disiplini okuldan atılman için Can'ın ailesi çok dil döktü.' Başım dönmeye başlamıştı. Sanırım kusacaktım. Olgu bana bir şey olduğunu farketmişti ve arabayı sağa çekmişti. Bense ağlamaya başlamıştım. Düzensiz nefesi geçtim, nefes bile alamıyordum. "Dünya! İyi misin?" Diye yüzüme bağırıyordu. Onu duyabiliyordum ama cevap veremiyordum.
"Dünya!" Dediğinde kapalı olan gözlerimi açmıştım. Tanrım bayılmış mıydım? "Bayılmadığımı söyle." Dediğimde "Bayılmadın." Dedi ve derin bir nefes aldı. "Sadece kendinden geçtin ve gözlerin kapandı." Hala arabadaydık ve ben başıma büyük bir dert almıştım. "Ben özür dilerim Dünya. S-senin canını yakıyordu ve bende dayana..." Cümlesini bitirmesine izin vermeden onu ensesinden tuttum ve kendime doğru yaklaştırdım. Ne yaptığımı anlamış olacak ki gözleri bir anda irileşti. Doğruyu söylemek gerekirse ne yaptığımı bilmiyordum. Daha dün tanıştığım bir adamla öpüşmek üzereydim. Delirmiş olmalıydım ama bu şu anda umrumda bile değildi. Dudaklarıyla dudaklarımın arasında bir santimden az bir mesafe vardı ve biz sadece duruyorduk. Heyecandan ölmek üzereydim. Dudaklarına ıslak ve küçük öpücükler bıraktım. Karşılık vermemesinden çok korkuyordum ama öyle olmadı. Dudaklarıma ilerledi ve beni öpmeye başladı. Öpüşleri yumuşaktı sanki bana zarar vermek istemiyormuş gibiydi. Birkaç saniye sürmüştü ama o birkaç saniye bana bir ömür gibi gelmişti. Tanrım! Büyük bir hata yapmıştım ve şuan hatamı öpüyordum. Daha fazla devam edemezdim. Yaptığım yanlıştı. Onu kendimden yavaşça uzaklaştırdım. Onunla daha dün tanışmıştım. Bu öpücükler bir şey hissettirmemeliydi. Onu sadece kendini suçlu hissetmemesi için öpmüştüm. Kafam karışmıştı ve susması için iyi bir çözümdü. Zaten bir öpücükle her şeyin düzeleceğine inanan saf tiplerdendim. Bu yüzden onu öpmem normaldi değil mi? Kahretsin ki hiç normal değildi.
"B-ben..." Tanrım konuşamıyordum. Onunsa tek yaptığı yüzüme bakmaktı. Onda yanlış bir izlenim bırakmıştım belki. Belki de benim tanıştığım herkesi öptüğüm aşağılık birisi olduğumu düşünmüştü. "Üzgünüm." Diyebilmiştim sadece. Bu durumda ne diyebilirdim ki? Öylece bana bakıyordu. Üzerindeki şokun etkisi geçmeye başlamıştı sanırım çünkü yan yan sırıtmaya başlamıştı. Kahretsin ben onun bildiği kızlardan değildim, bana onlardanmışım gibi sırıtamazdı! "B-be-beni ya-yanlış anladın sa-sanırım." Kekeliyordum ve o hala pis pis sırıtıyordu. "Seni eve bırakayım." Kesinlikle beni o kızlardan sanıyordu. Koltuğuna düz bir biçimde oturdu ve arkasına yaslandı. Bense kendimden geçtiğimde yatırdığı koltuğumu dikleştirdim. Bana gözünün ucuyla baktığını ve hala o sırıtışı yüzünden atmadığını görmüştüm. Kahretsin!
Bir türlü bitmek bilmeyen yol bittiğinde ve Güneş Sitesi tabelasını gördüğümde sonunda evime gelebilmiştim. Bugün olanları düşünüp toparlanmam lazımdı. Bütün yol boyunca konuşmamak için kulaklığımı takmıştım. Şimdi de arabadan inerken eşyalarımı toparlayamıyordum. Ne yazık ki herşeyim kaldırıma dökülmüştü ve birkaç dakika da onları toplamakla oyalanmıştım. "Sağol." Deyip kapıyı kapattım. Nereye gittiğini sorma yüzünü bulamamıştım ve daha fazla yanlış anlaşılmamak için de sesimi çıkarmamıştım.
Eve geldiğimde tüm eşyalarımı yere attım ve deri botlarımı çıkardım. Bizimkilerle bir Whatsapp grubu açmıştık. Grupta; ben, Nilay, Aslı, Günay ve Buse vardı. Hepsine tek tek haber vermekten iyiydi. Telefonumu çıkardığımda gruptan 320 tane mesaj gelmişti. Mutlaka bugünki olayımla ilgiliydi. Bu yüzden okumayı ertelemiştim. Grubu açıp 'Lütfen bana gelin konuşmaya ihtiyacım var.' Dedim ve telefonu kenara koydum. Umarım gelirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BATAN GÜNEŞİM
Novela JuvenilAnnesini doğarken kaybeden küçük, saf bir kız, karanlık bir geçmişe sahip birisiyle daha önceden tanışmışsa. Sırlarla dolu bir geçmiş. Peki neden kimse bir şey söylemiyor? Yada Dünya neden hiç bir şey hatırlamıyor? Aşk hiç bu kadar sırlarla dolu olm...