Kavuşma (12. Bölüm)

1.9K 73 16
                                    

Önümüzde uzun bir yol vardı. Bizi neyin beklediğini bilmiyorduk. Dedemler yaşıyor mu onuda bilmiyorduk. Gözlerim ovuşturmaktan kanlanmıştı. Kalbim hala hızla atıyordu. Ciğerlerim yorgun düşmüştü. Buna rağmen uyuyamıyordum. Artık rüyalarım bile zombilerle kaplıydı. Yolu izlemek benim için daha cazipti. Yolda enkazlar, tıkanıklıklar vardı. Yolları bu halde görünce belediyenin yarısı yamalı yollarını özlememek imkansızdı. Herkes suskundu. Can abi elini torpidoya uzattı. İçinden bir tane kaset aldı. Buna şaşırmıştım. Torpidodan silahtan başka bir şey çıktığını pek görmemiştim. Kaset toz içindeydi. Can abi derin bir soluk alıp üfledikten sonra tişörtüyle iyice bir temizleyip kaseti teybe koydu. Türkünün adını bilmiyordum ama kulağa çok hoş geldiği bir gerçekti. Dayanamadım ve Can abiye türkünün adını sordum. Can abi ''Merak etmen güzel. En sevdiğim türküdür Karadır Kaşların türküsü. Söyleyende Neşat Ertaş.''  dedi. Ben yine cevabımı almanın mutluluğuyla oturdum dinlemeye devam ettim. Bunca koşuşturma arasında şarkı dinlemeye pek fırsatımız olmuyordu. Şarkılar çalarken göz kapaklarımın kapandığını hissettim.

Daha gözlerimi kapayalı çok olmamıştı ki arabanın sarsılmasıyla gözlerimi geri açtım. Arabanın ön tarafından duman mı buhar mı anlamadığım bir şey yükseliyordu. Ben kapımı açıp inene kadar babamlar çoktan kaputu açmışlardı bile. Araba arızalarından pek anlamasam da babamların yanına gittim. Yüzlerinden arabanın kötü halde olduğunu anlamıştım. Yükselen buhardı ve arabanın su haznesi patlamıştı. Araba böyle gidemezdi. Babam ''Arabada ne eşyanız varsa toplayın.'' dedi. Hemen yanlarından ayrıldım Ayşe teyzeyle Eceye söyledim. Ece hemen sırtına çantasını taktı. Ayşe teyzeyle beraber erzakları topladık. Biz toplanana kadar tır yanımıza yanaştı. Artık yola tek araç devam edecektik. Babamlar arabanın deposundaki benzini hortumla çekip bir şişeye koydular. Son kez işe yarar bir şey olup olmadığını baktıktan sonra hep beraber tırın kasasına atladık. 

Arabaya göre tır daha güvenliydi. Daha çok insandık ve zombilerin girmesi daha zordu. Tırın kasasının etrafı bir, bir buçuk metre yüksekliğinde tahtalarla çevriliydi. Yolculuğumuz daha yeni başlamıştı ve bir kaç gün süreceği kesindi. Aklımda bir çok soru vardı "Benzinimiz yetecek mi?", "Aramızdan başkalarını da kaybedecek miyiz?" gibi bir çok soru. Soruları bir yana bıraktım ve insanların haline baktım. Hala perişan halde ağlayanlar vardı. 

Akşam olmak üzereydi. Tırı tenha bir yere çekip geceyi orada geçirecektik. Bir kaç dakika sonra durduk. Ana yoldan çıkıp toprak yolda bir kaç yüz metre ilerlemiştik. Hepimiz aşağı indik. Hava kapalıydı gece soğuk geçecekti. Odun toplamaya üç kişi gitmişti. İkisi bir kaç dakika sonra geri gelmişti ama Emre hala gelmemişti.

Biz onu beklerken yakınlardan bir silah sesi geldi. Biz harekete geçene kadar ormanın içinden dört kişi çıktı ve geldi. Birisi Emreydi ve kafasına silah dayamışlardı. Bizde hemen silahlarımıza davransak da Emre'nin kafasına silahı dayayan serseri tok bir sesle ''Bence silahlarınıza davranmayın sonuçta arkadaşınıza zarar vermek istemezsiniz değil mi?''  dedi. Göz altları kararmış sıska birisiydi. Yanındaki diğer iki kişide gülüyordu. Sinirlenmiştim. Elimiz kolumuz bağlıydı ve Emre ellerinde olmasına rağmen bir şey yapamıyorduk. Pişkin pişkin ''Sadece benzin ve yiyecek istiyoruz başka bir derdimiz yok.'' demeleriyle sinirlerim iyice gerilmişti. 

Herkesin suratı nefret doluydu. Zombiler fazlasıyla can almışken şimdi zombilerden daha tehlikelisi vardı. Yiyecekleri hazırlarken aralarından birisi elinde büyük bir şişe ve boruyla tırın deposundan şişe dolana kadar benzin hortumladı. Zaten az olan benzin belkide bitmişti. Ben benzini alanı izlerken birden silah patladı. Patlamayla irkilmem bir oldu. Elif yere yığılmıştı. Serseri ''Size silahlara davranmayın demiştim. Bir daha ki kurşun bacağınıza değil kafanıza gelir." dedi. Elif acıdan çığlıklar atıyordu. Hepimiz iyiden iyiye gerilmiştik. Yiyecekleri ve benzini aldıklarında geri geriye gitmeye başladılar. Emreyi bırakmamışlardı. Ağaçlara yaklaştıklarında Emreyi bize doğru ittiler ve birden silahlar patlamaya başladı. Üç serseri birden yere yığıldı.

Emre titriyordu. Adım atamıyordu. Tüm silahlar sustuktan sonra son bir atış sesi duyuldu. Sesin gelmesiyle Emre yüz üstü yere düştü. Ardından bir patlama daha. Hemen Emrenin yanına gittik. Ama yapacak hiç bir şeyimiz yoktu. Kafasından vurmuşlardı. Biz Emre'nin yanına gelirken aramızdan birisi o serseriyi haklamıştı bile. Kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım. O kadar kişiden sonra Emreyi de kaybetmiştik. Üstelik her şey yolundayken.

Bir kaç kişide Elifle ilgileniyordu. Bacağı fazlasıyla kanıyordu. Hemen tampon yaptılar. Kurşun sıyırmıştı ama elimizde fazla tıbbi malzeme yoktu. Elifi tıra bindirdiler. Emre hala yerde yatıyordu. Buradan gitmeliydik. Fazla ses çıkmıştı ama Emreyi bu halde bırakamazdık. Hemen tırdan kazma kürek alıp mezar kazmaya başladık. Ayşe teyze Emre'nin başında dua ediyordu. O dua ederken gözümüzden yaşlar aka aka mezarı kazdık. Kefen gibi kullanacağımız kumaşımız yoktu. Emreyi battaniyelerden birine sarmışlardı. Herkesi çağırdık ve Emreyi sırtlayıp mezara koyduk. Bir kaç saat önce yanımda olan birisini mezara koymak o kadar kötüydü ki. Hepimiz ellerimizi açtık ve duamızı ettikten sonra tekrar tıra bindik. Bu gece durmak yoktu. 

Hepimiz bindik ve yola koyulduk. Hava soğuktu ve ısınmak için dip dibeydik. Ana yoldan gitmiyorduk. Gece tehlikeli ola biliyordu. Yavaşta olsa ilerliyorduk. Ben uyumak için hazırlandım ve başımı koyar koymaz uyudum.

Uyandığımda hala yolculuğa devam ediyorduk. Bir kaç kişi yeni yeni uyanmıştı. Hiç uyumayanlar da yok değildi. Daha kendime gelememiştim. Tır durdu ve arka kapak gürültülü bir şekilde açıldı. "Hadi bakalım herkes uyansın."  sesiyle uyuyanlarda uyandı. Tırdan indim ve direk dereyle karşılaştım. Güldür güldür akıyordu. Hemen kenarına gittim. Diz çöküp elimi yüzümü yıkayıp biraz su içtim. Yapraklar yavaşça dökülmeye başlamıştı. Manzara fazlasıyla güzeldi. Erzağımız azda olsa bir kahvaltı sofrası kuruldu. Hepimiz yedikten sonra şişelerimize su doldurup yola devam ettik. 

Dedemlere fazla kalmamıştı. Yola böyle devam edersek bir kaç saate varırdık. Yolda bazen durup arabaların depolarından benzin hortumluyorduk. Saatler hızla geçti. Neredeyse öğlen olmuştu. Artık ana yollarla işimiz kalmamıştı. Yeterince benzinimiz de vardı. Fazlasıyla heyecanlanmıştım. Dedemlere her gidişimde heycanlanırdım. Takma dişleriyle yanaklarınızı ısıran bir dede, kuzenler ve elinde bastonu sürekli dedeme laf yetiştiren babaannem. Her yaz ailecek dedemlere giderdik. Bu sefer hem mevsim hem durum çok farklıydı. Bir umutla gidiyorduk. 

Köyümüzde kırk bilemedin elli ev vardı ve hepside akrabamızdı. Elbet birileri hayatta kalmış olacaktı. Tır ani bir frenle durdu. Frenle beraber hepimiz üst üste yığıldık. Ben hemen ne olduğunu bakmak için babamla beraber aşağı indim. Birileri köyün girişini tutmuştu ve tıra silah çekmişlerdi. İçimden "Lanet olsun yine mi?" dedim. Hüseyin abi ve yanındakiler çoktan inmişti. Elleri havada bekliyorlardı. Bizde hemen ellerimizi kaldırarak yaklaşmaya başladık. Yaklaştık yaklaşmasına ama ne göreyim. Bunlar akrabalarımızdı. Aralarında amcam Ümitte vardı. Bu sefer başarmıştık.

Arkadaşlar bölüm biraz geç geldi kusura bakmayın. Okuduktan sonra yorum yapıp eksiklerimi belirtirseniz sevinirim. Arabada teypte çalan türküyü medya kısmına ekledim dinlemek isteyen olursa baka bilir. Okuduğunuz için teşekkürler.

İçimizdeki ZombilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin