Bölüm 48

59 3 0
                                    

"Solgun"
Göz kapaklarım yavaş yavaş aralanırken odaya sızan ışıkla irkildim. Çünkü odayı aydınlatabilecek herhangi bir pencere yoktu. Olduğum yerde doğrulup açık kapıda duran Kuzey'e baktım.
"Günaydın" diye mırıldandım elimle yüzümü ovuştururken.
Bir şey söylemek yerine arkasını döndü ve öyle konuştu. Her zaman ki gibi öfkeliydi.
"Gitmemiz gerek çabuk ol!"
Üzerime ne zaman örttüğümü hatırlamadığım siyah battaniyeyi çekip doğruldum. Odaya inat bir renkte olan beyaz spor ayakkabılarımı giydim.
Montumu da giydikten sonra içinde kalan saçlarımı hızla dışarı çıkardım.
Kuzey'in tavrı beni endişelendiriyordu.
Beni beklemeden yürümeye başladığında ardımdan kapıyı kapatıp ona yetiştim.
"Neler oluyor?"
Parmağını dudaklarına götürüp susmamı işaret etti.
"Şşt! Sakın ses çıkarma."
Biraz gerisinde onu takip ederek yürüdüm. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
"Neler oluyor söyler misin?" diye sordum fısıltıyla yeniden.
Geçitin önünde durdu ve sürgüyü açıp etrafı kolaçan etti. Ellerimle saçlarımı kulaklarımın ardına ittim. Ve derin bir nefes aldım. Fakat o bunu hiç önemsemeden o nefesi yarıda keseceğim bir şey yaptı. Elini bana doğru uzatıp onu tutmamı bekledi benden.
Önce uzattığı ele sonra ona baktım. Eğer onunla gidersem başıma yeniden ne geleceğini bilmeyecektim. Ama istediğim de bu değil miydi? Ben öyle çok şeyle uğraşayım ki kendi dertlerimi unutayım istiyordum. Ama yinede bu kadar sorumsuz davranmalı mıydım bilmiyordum. Bu karanlık ve yabancı çocuk bana elini uzatıyordu. İçimden gelen şeyi yaptım ve elini tuttum. Birlikte öne doğru bana adeta ağır çekim gibi gelen birkaç adım attık. Özellikle onun hamleleri ile temkinli yürüyorduk yalnızca bizim olduğumuz gece kulübünde. Neler olduğunu bilmiyordum ve bu her geçen saniye beni daha da meraklandırıyordu.
Gözlerim birbirini tutan ellere kaydı ardından sürüklenirken. Bende uyandırdığı hissi bastırmaya çalıştım fakat bunu bastıracak hiçbir kuvvet yoktu şu anda. Elleri ne çok sert ne de fazla yumuşaktı. Burdan baktığımda damarlarını görebiliyordum. Bu da elini benim için daha çekici kılıyordu. Parmakları uzun ve heybetliydi. Benimkileri öyle güzel sarıyordu ki sanki ona özel yaratılmışlardı parmaklarım. Sıcacıktı bir kere. Bu buz gibi çocuğun teni ellerimin arasındayken sıcacıktı.
Klüpten çıkar çıkmaz gece girişte bıraktığı arabaya yöneldi. Kendi koltuğunun hemen yanında ki koltuğun kapısını açtı ve beni hızla içeri soktu. Bu hareketi ile ellerimiz ayrılmıştı. Saniyeler içinde yerine yerleştiğinde arabayı çalıştırıp sürmeye başladı.
Bir şey söylemek yerine kemerimi taktım. O ise endişeli bir şekilde dikiz aynasından arkasını kontrol etti.
"Kemerini takar mısın?"
Onu uyardım kemerini takması için fakat cevap vermedi. Korkuyla bir kez daha yutkunup seslendim ona.
"Kemerini, takar mısın?"
Yalnızca yola odaklıydı. Birkez daha yutkundum.
"Kuzey, ke.."
Sözümü sertçe kesti.
"Kes sesini!"
Ondan bu karşılığı beklemediğim için önce irkildim. Sonra onu nasıl ikna edebileceğimi düşündüm.
Ona onun bana davrandığı gibi davranak bir şeyleri anlamasını sağlayabilirdim.
Kemerimi yavaşca açtım. Başını hızla yana çevirdi.
"Ne yapıyorsun sen?" diye sordu refleks olarak kızgın bir şekilde.
"Sen takmayacaksan, bende takmayacağım."
Ateş püskürttüğü bakışlarını üzerimden alıp yola döndü.
"Tak şunu!" diye uyardı.
Çok hızlı sürüyordu. Kaza yaptığımız günü hatırladım yeniden.
"Takacak mısın?" diye sordum.
"Sana şu lanet şeyi takmanı söyledim!"
Pes etmedim. Hala uyku sersemi hissediyordum kendimi.
"Gebermek mi istiyorsun?" diye sordu başını saniye de bir yola oradan da gözlerimin üzerine değdirerek.
"Ha? Gebermek mi istiyorsun?!"
Yolu ters yöne kırıp gaza bastı. Bu beni beklemediğim şekilde  heyecanlandırmış aynı zamanda  paniğe de sokmuştu.
"Benim için sıkıntı yok, doktor! Ölmek de yaşamak da benim için aynı! Ama sen, sen nefret ettiğin adamla ölüme gidebilir misin? Denedik bir kere. Olmadı! Denemedik mi?"
Yüzümü buruşturup koltuğa tutundum.
"Ne yapıyorsun? Kes şunu!"
Yol boş olduğu için yaptığı belki büyük bir şey değildi ama her saniye gözü dönüyor ve daha çok gaza basıyordu.
"Noldu? Hani risk alacaktın? Büyük büyük laflar ediyordun! Korkuyor musun yoksa? Ben karanlık, korktun mu benden!"
Gözlerim dolarken onun bu deliye dönmüş haline dehşetle baktım.
"Ben buyum işte kızım! Ben zehirim, senin benim zehrimi içine çekmeye nefesin yetmez!"
Midem bulandı o kadar hızlı sürüyordu ki.
"Kuzey dur! Dur diyorum sana!"
Birkez daha bağırdım.
"Dur diyorum, dur!" 
Kafasını öfkeyle iki yana savurdu. Bazen çok sakin bazense çok sinirli olabiliyordu.
"Vaktin varken git. Git kurtar kendini! Yaşamak istiyorsan, hayatta kalmak istiyorsan git! Uzak dur benden!"
Verdiği bir savaş vardı onun. Evet verdiği bir savaşı olmalıydı herkes gibi ama hiçkimse gibi değil. Eşsizdi o. Benzersizdi. Göz kapaklarım aheste aheste bir şekilde açılıp kapandı. Bunun adı büyüklenmek olamazdı değil mi? Yalnızca meraktı benimkisi. Çünkü ilk defa biri benim gibi kırık bakıyordu hayata. Belli etmiyordu belki ama ben onu anlıyor ve görüyordum.
Bunun için veriyordum bu savaşı.
Acımı dinderecek ondan başka kimse olmadığı için seçmiştim bu tahammül edemedigim kişiye. Çünkü o aynı anda kendine merhamet ettirmeyi de kendinden nefret ettirmeyi de nasıl başardığına şaşılacak biriydi.
Gerçekten hastalıklıydı. Hastalık derecesinde öfkesi, kini vardı her şeye. Her ne içinse bu baştan aşağı serseri hali bu yüzdendi. Bu yüzden tamda bu her fırsatta insanların canını yakan adama meydan okumaya hazırdım. Ben onu o fark etmesede iyileştirebilirdim. Bana doktor diyen oydu. Bunu yapabilirdim. Ama kendimin doktoru olamıyordum. Ne kadar denersen deneyeyim yapamıyordum. Bu yüzden de acımı kanla, daha derin kesiklerle yatıştıracaktım.
"Gitmiyorum! Durdur şunu!"
Buna daha çok sinirlendi fakat daha fazla gaza yüklenmek yerine yavaşladı. Hızlı bir şekilde frene bastığında araba yolun kenarında durdu. Küfür ederek indi aşağı. Frenin etkisiyle kemersiz vücudum öne doğru savrulduğu için kendime gelmek adına beklediğim birkaç saniyenin ardından indim onun gibi.
Burnundan soluyordu.
"Hayır, senin derdin ne? Söyle!"
Kaşlarım istemsizce çatıldı.
"Derdim mi ne? Benim bir derdim..."
Cümlemi yarıda kesecek şekilde sertce susturdu beni.
"Kes sesini!"
Hem soruyor hemde susturuyordu.
Boğazımı temizleyip derin bir nefes aldım ve nemlenen yanaklarımı hızla sildim. Şimdi daha sakindim. Çünkü artık tüm bunları canımı acıtmak için yapmadığını biliyordum. Bu yüzden kızıp kavga etmiyordum onunla.
"Ben seninle savaşalım demiyorum Kuzey. Muhattap olmayalım tamam ama bak yine karşı karşıyayız. Hayat işte bir şekilde bizi bir araya getiriyor. İzin ver o geçmeyen yaraların üzerinden birde ben geçeyim. Belki bu sayede nefretimizi yardıma dönüştürebiliriz."
Yeninden sırtını döndü bana.
"Benim kimsenin yardımına ihtiyacım yok! Anladın mı beni, yok!"
Karşısına geçtim ve yüzüne baktım güçlükle. Boyu benden 20 cm kadar uzundu.
Bakışlarını durmadan benden kaçırdığı için onunla kontakt kurmak pek mümkün değildi.
"Ama benim var!"
Söylediklerime dair bir şey söylemek yerine iç çekerek bir emir verdi ve emirine benden önce kendi uydu.
"Bin."
"Ben seninle dönmek istemiyorum." dedim net bir şekilde. Madem teklifime direniyor, korkuyordu. Onunla bir işim olamazdı daha fazla.
"Bin!"
Kollarımı göğsümün altına birleştirdim.
"Binmeyeceğim."
Kendimden emin tavrın onu sinirlendirmiş olacak ki açık olan kapısını kapatmadan indi yeniden.
"Sana bin dedim şu arabaya!"
Derin bir nefes alıp verdim. Kabul ne burdan kendim dönebileceğim miktar kadar param vardı ne de bu durumu anlatıp yardım isteyecek kimse... Ama boyun eğmedim. Bakışlarımı başka bir yöne çevirip gözümün ucuyla baktım kaçamak bakışlar atarak ona.
"Eve gitmek istiyorum diyorum nesini anlamıyorsun." diye söylendim.
Kaşlarını çatıp bir adım öne gelerek aramızdaki mesafeyi kapattı.
"Bana bak, öyle canın her istediğini yapamazsın ha, duydun mu beni!"
Gözlerinin içine korkusuzca baktım.
"Yaparım! Canım ne isterse ben onu yaparım!"
"Yapamazsın!"
Dudaklarımı aralayıp karşı çıkacaktım ki kolumdan tuttuğu gibi arabaya tıkıştırdı bedenimi ve kapıyı sertçe kapatıp kitledi. Kendi koltuğuna oturduğunda ona bağırarak karşı koydum.
"Nerde hata yapıyorum ben ya! Delirdin mi sen? Aç şu kapıyı."
Kuzey anahtarı arabaya sokup çalıştırdı.
"Bende yapıyorsun bende."
Öfkeyle bağırdım.
"Kemerini tak!"
Emir vermiş olduğum halde buna kızmadı ve dediğimi yaptı. Onun böyle bir şeyi yapmasını beklemediğimden bağırmaktan vazgeçerek bende kemerimi taktım. 
"Benden uzak durmanı söyledim sana dimi."
Kavga etmek hoşuna gidiyor gibi davranıyordu. Bizim normalimiz buydu çünkü. Kavga ediyorduk durmadan.
"Ne yani ben mi suçlu oldum şimdi?"
Kaşlarım çatıldı. Az öncekine oranla daha temkinli sürüyordu Kuzey arabayı. Arasıra yoldan bakışlarımı alıp yüzüne baktım.
"Evet sensin, oldu mu?"
Bazen gerçekten çileden çıkmama neden oluyordu.
"Olmadı! Gıcık oluyorum sana."
Direksiyonu tek eliyle tutarken konuştu.
"İyi, duygularımız karşılıklı o zaman."
Uzun süren yolculuğun sonunda evimin önünde durduk.
Kemerimi açıp ona doğru döndüm. Yüzündeki yaralara bakarak sordum. 
"Nereye gideceksin?"
Hesap soruyor gibi olduğunun farkındaydım ama başını belaya sokup sokmayacağını merak ediyordum.
Bir şey söylemek yerine yüzüme dik dik baktı.
"Ne var? Yüzün gözün dağılmış bir şekilde gelip başımı belaya sokma diye..."
Gözlerimi kaçırdım ondan.
"Sıkıntı yok" dedi aheste aheste.
"Hayır çok merak ediyorum nefes aldığımız her yer sana mı ait. Yok yani her seferinde başka bir ev görüyorum da..."
Saçmaladığımın farkında olduğum anda yerin dibine girmek istedim. Bana aptalmışım gibi bakıyordu. Yine de karşılık verdi.
"Her yer sana ait olabilir ama önemli olan, senin nereye ait olduğun doktor."
Daha fazla utanmamı seyretmesini istemediğim için bir şey söylemeden indim arabadan. Kayboluşunu izledim bir süre. Sonunda uzun zamandır rahat rahat giremediğim evime  doğru yürüdüm. Kapıyı çalmak için yeltendim fakat yerde duran beyaz zarfı görünce olduğum yerde durdum. Eğilip aldım yerden kime geldiğini bilmediğim şeyi. Üzerinde adımın yazdığını fark ettim. Kimden geldiği yazmıyordu.
Kaşlarımı çatıp yırttım zarfı. İçinden bir beyaz kağıt çıktı. Üzerinde yazan şeyi okudum.
"Gerçekleri duymaya tahammül edemeyenler yalanları hak ederler..."

KurgunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin