Uzun zaman sonra odada birileri varken yazacağım bir bölüm olacak bu. Bir süredir gergin, diken üstünde, duygusal olarak yoğun olduğum bir dönemdeydim ve henüz yeni yeni kendimi topraklayabildim.
Şey çok acı değil mi ya, insanlara karşı göstermiş olduğunuz hoşgörüyü insanların ezebilecekleri bir zayıflık olarak görmesi ve siz onlar rahat etsin diye yer açtıkça onların sizi iyice köşeye sıkıştırıyor olması.
Kendi olduğunuz kişiden bir adım ne ileriye ne geriye atmanız gerekiyor. İnsanların çoğu size saygı duymazlar, onlardan bunu almanız gerekiyor.
******
Son zil de çalıp bugünlük dersler bittiği noktada korktuğum anın geldiğini düşündüm. Çoğu kişi için şu anda bir şey yoktur ama Doruk ve Erdem arasında kalacağımı düşünmek beni çok geriyordu. İnsanlarla her şeyin iyi ilerlediği zamanlarda iletişim kurmak ne kadar kolay olsa da bazı şeylerin ters gittiği zamanlarda nasıl davranacağımı bilemez doğru tepkiyi veremezdim. Ne yapmam, nasıl davranmam gerektiğini bilemezdim.
Ve şu an öyle bir andaydık.
Doruk çantasını topladıktan sonra bana doğru dönüp
"Hadi eve doğru yürürken konuşalım biraz" dedi.
"Benim planım var sonra konuşsak?" dedim. Ses tonum özür diler gibiydi. Hakkı olanı alırken rica eden birinin üzerinde insanlar kontrol kurmak için yarışırlardı adeta, 17 yaşındaydım ve uçmayı da bilmiyordum.
"Ne planın var?" diye sordu. Tamamen iyi niyetliydi. Manipülasyon kurmak değildi niyeti.
"Benimle planı var" diye dahil oldu Erdem.
Konuşmaya öylece, kendi olarak dahi olması benim için hayranlık uyandıran bir davranıştı. Öylece diline geleni ortaya koymaktan çekinmiyordu. Benim gözlerime gelen ışığın dilimden dökülebilmesi için en az iki kez yutkunmama gerekiyordu. ya da kimsenin kemiğine çarpmayacak yumuşak şeyler olması gerekiyordu.
Doruk bana baktığı zaman gerildiğim her anda farkında olmadan yaptığım gibi yapıp baş parmağımın tırnağı usulca alt dudağıma sürtünmeye başladı.
"Öyle mi?" diye sordu Doruk.
"Öyle." diye yerime yanıtladı Erdem.
Benim dile getiremeyeceğimi onun dile getirmesi benim için o anlık bir güç vermişti. Kendim oluyormuşum gücü. Ama başkasının ittirmesine gerek duyarak ayakta kalan her balon gibi benim de gücüm başkasının nefesiyle var oluyordu. Ve kendim oluyorum sandığım her şey başkasının nefesiyle girmiş olduğum bir şekildi. Kendim olamıyordum, oluyormuş gibi hissediyordum. Aradaki farkla ezilecektim bir gün, bunu anlamam için girmişti belki de Erdem hayatıma.
Doruk yüzüme bakıp benden bir yanıt istediğinde ona bir yanıt verebilmeyi isterdim. Ancak Doruk'a verebileceğim orta yolu bulmaya yarayan birkaç sakinleştiriciden fazlası olamazdı. doruk da bunu biliyordu ve istediği kesinlikle bu değildi. Bunun için bir cevap almadan bir cevap vermeden yürüyüp gitti.
Otobüsten inip Erdem'in arkadaşlarıyla buluşacağımız kafeye yürürken bana sordu.
"Güven senin için sırtını yaslayıp gözlerini kapatabileceğin bir duvara sahip olmak mı?"
Okuduğum bir kitapta diyor ki kişiler olduklarını değil olmadıkları yansıtırlar. Gördüğümüz renklerin aslında evrendeki her varlığın içine alamayıp yansıttığı frekanslardan oluşması gibi. Bitkilerin her rengi barındıran beyaz ışıktan yeşil dışında her rengi emebildiği için yeşil renkli olmaları gibi.
Bu yüzden ben de Erdem'e sahip olamadığım ışığı yansıttım.
"Benim için güven bir duvara yaslanmak zorunda olmadığını bilmek."
İnsanlar genelde sizi renklerinizden ibaret görürler. Sadece çok az insan aslında renklerinizin sahip olamadıklarınız olduğunu bilirler. Aslında bunu onlara siz söylersiniz. Yansıttıklarınızla değil, yansıtamadıklarınızla.
**