Sınıfa döndüğümüzde yerime oturup elimi dudaklarıma götürmemek için elime kalemimi aldım. Baş parmağımın tırnağını alt dudağımda gezdirirken yaşadığım dünyadan uzaklaşırken anksiyetik düşüncelerden travmatik anılarıma sıçrıyor ve yüz ifadem kontrolüm dışında çok endişeli gözüküyordu. Ben de bunun için kalem çevirmeye takmıştım. Çok sevdiğim bir yeşil renkte kalemim vardı ve sürekli elimde ona odaklanmış çevirmeye çalışıyordum. Çevirebiliyor muydum? HAYIR. Genelde yere düşüyor, zor zanaat yere eğilip ona uzanıyor ve kafamı sıraya çarpmadan doğrulmaya çalıştım. Ve korktuğum oldu, kalemim onun sırasının altına düştü.
Arkamı dönüp ona baktığımda onun zaten bana bakıyor olduğundan bakışlarımız kesişti. Dudakları hafif bir gerilmeyle ayrıldı.
Uzanıp kalemi yerden aldı, çantasından bir peçete çıkartıp kelemi ve parmaklarını sildi. ardından kalemi benim asla yapamayacağım kadar çeviklikle döndürmeye başladı.
"Sana ders vermemi ister misin?" dedi gülerek.
Yüzüme bir gülümseme yayıldı, yanaklarımın ısındığını hissedene kadar gayet samimi bir gülümseme olsa da kızarmış olduğumu düşünmek gülüşümü soldurdu.
"Önce ismimi söylemek isterim" dedim sesimi bularak. "Ben Buse." elimi uzattım ve ellerinin arasına elim girdi. Benim kemikli ve buz gibi parmaklarıma göre onun parmakları pamuk gibi ve sıcaktı.
O sırada kızların yanından Doruk benim yanıma döndü ve arkası dönük olacak şekilde sıraya oturdu.
Eren bakışlarını benden kısa bir süreliğine Doruk'a çevirdi.
Ardından dümdüz bana bakarak "Sevgilin mi?" diye sordu.
Böbrek üstü bezimin adrenalini saldığını hissederek adrenaline aynı zamanda yükseldim kısacık zamanda, yüzüme yine büyük bir sırıtma yayıldı.
"Ha-hayır canım" dedim gülerek. Yüz ifademi kontrol etmem ve terlememi durdurmam gerekiyordu. Şubat ayındaydık.
"Sarılıyordunuz?" dedi yine aynı keskin yüz ifadesiyle.
"Hayırdır bilader sana ne" diye söze girdi Doruk. Konuşmasının Adana şivesine dönmüş olmasından ne kadar sinirlendiğini anladım.
"Bana bir şey değil," dedi. "Henüz."
Eren'in elinden kalemimi alıp önüme döndüm.
Gün sonunda okuldan sonra gittiğimiz Kilim kafeye gittik. Her zamanki masamıza oturduk.
Doruk o konuşmadan beri sinirliydi. Kızlar heyecanlıydı.
"Akşam bende kalın, kutlama yapıp aynı zamanda Eren'i stalklarız," dedi.
"Bugün olanı biliyor musunuz," diye söze girip sarılma muhabbetini anlattım. Henüz dediğini söylediğimde kızlardan bir çığlık çıktı ve sessiz olmak için ellerini dudaklarına götürdüler.
"Bu lavuğun böyle davranması hiç hoşuma gitmedi, neyine bu kadar sevindiniz anlamadım"diye sevinmemizin arasına girdi.
"Ya öyle düşünme," dedim. "henüz seni tanımadığı için kıskandı,"
"henüz sen de onu tanımıyorsun, hani ne hakla böyle bir şey diyor." dedi.
Aklım dediklerinden çok başka bir yerdeydi.
"Sence benden hoşlanıyor mu Doruk?" dedim. "Yoksa bir erkek neden bunu desin?"
"Ben ne diyorum sen ne diyorsun Buse ya,"
"Ya Doruk çok hoşlandım diyorum ya, ilk defa aşık olduğumu hissediyorum ya" dedim.
"Ben de sana diyorum ki, bir yavaş. atlı koşturmuyor, önce bir dur bakalım neyin nesiymiş tanı. Zaten bir şey olacaksa olur."
"Ya akışına bırakmak istiyorum, zaten ortada bir şey yok" dedim.
"İyi bakalım, hadi hayırlısı."
O yaşlarda bütün kız arkadaşlarım gibi ben de bir prens bekliyordum buzdan şatomda. Hayatımıza girecek bir insanın bizi kurtarmasını, büyük bir kuşun arkasına alıp bizi bulunduğumuz dünyadan kaçırmasını bekliyorduk. Doğru bir insan vardı, bizim gibi o da yalnızlık çekiyordu. Bazen yağmurlu gecelerde pencereden bakarken onun da benim gibi bir pencerenin önünde sokağa baktığını hissederdim.
Ve içimden bir his onun geldiğini söylüyordu. Elimi tutacaktı, soğuk kış günlerinde. Sırtımı sıkıca saracak ve ona yaslanacaktım. Gözlerimi kapatıp güvenle ona yaslanacaktım. Sonunda o gelmişti.