11~Şaka gibi..

134 12 5
                                    

Merhabaa. Bugün cuma ve bende bölümümle geliyorum:) Umarım beğenirsiniz

Arkadaşlar multimeia'ya gif koymaya çalıştım ama olmadı.. Hala deniyorum. Umarım en yakın zamanda başarırım..

........

Eve geldiğimizde odama çıkıp kendimi yatağa attım.. Biraz düşünmeliydim.. Daha ancak bir hafta'dır buradaydım ve yaşamadığım kalmamıştı. Erkeklerle hemen samimi bir şekilde konuşmuş, yellozlarla düşmanlık kurmuş, bir pislik'le ara sıra kavga etmiş, ona güvenip, geçmişimi anlatmış, onunda geçmişini dinlemiş ve hiç gülmediği halde onu güldürmüştüm. Bunlarla kalmadan yeni okuluma gitmiş, okulun son günündeki partiye gitmiş ve partide korkunç anlar yaşamıştım. Bu nasıl olurdu? Ben? Aliya Kanmaz. Hayatında tanımadığı hiç bir erkeğe güvenmeğen ve onlara samimi olmayan bir kızdım. Buraya gelene kadar... Kafam almıyordu! Nasıl olmuştu bunlar? Ben bu kadar çabuk mu değişmiştim? Belki sadece değişmeyi hep bekliyordum ve bu fırsatı kaçırmamıştım? Belki zaten başından beri böyle biriydim ve sadece dönüm noktamı arıyordum? Kim bilebilirdi ki, böyle olacağını? Mankenliği beğeneceğimi? Başkaların hayatını da değiştireceğimi. Bilinçsiz bir şekilde değişmiştim. Umarım iyi yönünden.. Kalkıp aşağıya indim. Bahçeye çıkıp hamağa oturdum. Gökyüzünü gözetlemeğe başladım.. Yıldızlar gözlerimi kamaştırıyor ve huzuru bulmamı sağlıyorlardı. Hepsi sırayla ışıldayıp sana huzuru yollayarak veriyorlardı sanki.. Tekrar düşünmeye başlamıştım. Ben çok değişmişmiydim? Böyle olmam iyimiydi? İyiydi, galiba. Yani, burada mutluyum. Oradada mutluydum ama çok soğuk biri'dim. Burada ise güvenmiştim bile. Deniz bana güvendi, benim sayemde güldü. İnanılır gibi değil ama güldü. Hemde kahkahalarla.
Hamağın diğer tarafının çöktüğünü hissettiğimde, o tarafa baktım. Deniz. O buz mavisi gözlerini bana dikmişti.
"Hey."
"Hey."
"Ne yapıyorsun burada?"
İç çektim. "Hiç, öylece oturuyorum işte. Oturup, düşünüyorum."
"Neyi?"
"Halimi."
"Ne varmış halinde?"
"Bu sefer sen çok soru soruyorsun."
"Nasıl hissettirdiğini anla diye. Şimdi anlat."
"Boyundan büyük işkere karışma,"demiştim mal gibi. Bir espri yapayım dedim var ya. Allah böyle bir espri anlayışı vermiş..
Kaşları alayla yukarı kalktı.
"Öyle mi?"
"Öyle," diyip ayağa kalktıp önüne geçtim. Böylece ondan daha büyüktüm. Ama birden o ayağa kalkınca, yanında ufacık kaldım.
Gözlerindeki alayı görebiliyordum
'He, şimdi ne diyeceksin?' Diye bakıyorlardı. Yapacak birşey kalmadı. Oflayıp tekrar hamağa oturdum. O da gülerek yanıma oturdu.
"Ben çok değiştim," dediğimde kaşlarını çattı.
"Yo, bence yüzün, fiziğin aynı yani."
"Öyle demek istemedim. Yani, davranışlarım, tepkilerim, şey işte, anlatamıyorum."
Bana soran gözlerle bakmayı sürdürdü.
"Ben, sizinle tanışıncaya kadar, böyle değildim. Hep soğuktum. Çok garip. Samimi değildim ama Emreyi ilk gördüğümde kahkaha atarak konuştuk. güvenmezdim ama birden sana güvendim. Neden böyle bilmiyorum ama değiştim ben. Gerçekten.
"Bende değiştim. Senin sayende.. Soğuktum. Gülümsemeyi bile zor başarırken, sen kahkaha attırdın. Güvenmezken, bütün geçmişimi anlattırdın. Hemde sen hariç kimsenin bilmediği bir geçmişimi.."
Gözlerim yanıyordu ama ağlayamazdım. Bana kızardı. Ona acıdığımı zannederdi.
"Şey.." diyip, ensesini kaşıdı. Birşey sormak istiyor ve sormaya cesaret bulmaya çalışıyordu.
"Ney?"
"Imm.. şey.. yani.. baban, yaşıyormu?" Sorusu karşısında donup kaldım ve ne diyeceğimi bilemedim. Yaşıyor mu? Bilmiyorum ki. Açıkçası, bunu hiç böyle düşünmemiştim. Annemi düşünüp, hıçkırıklarımın arasında uykuya dalıp, yaşamaya çalışıyordum. Babamı ne zaman düşünsem, hep öfkeleniyordum. Hepsi onun suçuydu. Ama hiç aramaya çalışmamıştım. Hiç 'o yaşıyor' diye düşünmemiştim.
"Bilmiyorum. Umrumda değil zaten."
Gözlerim yanıyordu. O bizi bırakmıştı. Annemi bırakmıştı. Annem onun yüzünden çok acı çekmişti. Annem ölmüşken, o kesin kendine yeni bir aile bulmuştur. Üzüntünün yanında hissettiğim o his.. öfke.. nefret..
"Ama o, senin baban."
"Beni bıraktı! Hadi, beni boşver ama annem, onun yüzünden hep acı çekti ve onun acısını bile umursamadan onu bıraktı! Annem, onun yüzünden öldü!" artık ağlıyordum. Yaşlar yanağımdan süzülürken, Denizin gözleri pişmanlıkla parlıyordu. Beni kendine çekip, göğsüne bastırıp, sarıldı. Sarılmasıyla hıçkırıklarım daha da şiddetlendi ve ona sarıldım.
"O... o bı.raktı."
"Şş tamam, çok özür dilerim,"deyip beni daha sıkı sardı.
Hıçkırıklarım sanki boş bir odadaymışım gibi yankılanıyordu ve her saniye yeni bir hıçkırık yankıyı şiddetlendiriyordu. Deniz, saçlarımı okşayıp, beni rahatlatmaya çalışıyordu ve ben biraz olsun sakinleştiğimde hıçkırıklarım iç çekişlere dönüştü. Ama bu seferde titremeye başladım. Deniz farketmiş olacakki "İçeri girelimmi?" Diye sordu. Ama istemiyordum. Belki yıldızlar tekrar biraz rahatlatırlardı. Onu unuttururlardı.. Başımı iki yanıma sallayınca, Deniz 'pekala' deyip, hamağın ucundaki, yeni farkettiğim, battaniyeyi alıp, üstümüze örttü. Başımı yukarıya kaldırıp yıldızları izlemeğe başladım. Deniz, baktığım yere baktı ve beraber yıldızları izledik. Teker teker parlıyorlardı.. Onlar özgürlerdi.. Bakışlarımı Denize çevirdiğimde, gözleri ay ışığı sayesinde parlıyordu ama tek önemli olanı bu değildi. Gözlerinde gördüğüm.. huzur. Önceden hep sert bakan gözleri..huzurluydu. Oda bana bakıp deminki konuşmamızı unutturmak istermişcesine gülümsedi. Başıma bir buse kondurup, çenesini başıma yasladı. Hapşırmaya başladım. Böylece bakışları tekrar beni buldu.
"Ben sana dedim girelim içeriye. Bak, hasta oldun."
"Burnum kaşındı sadece." ve tekrar hapşırdım.
"Hı hı." ded ve beni de bileğimden tutup içeri sürükledi. Merdivenleri mızmızlanarak çıktım ve odama girdim. Kapımda durdu ve "Yat." dedi ve kapıyı kapatıp gitti. Odun. Bende bugünün yorgunluğu ile gözlerimi kapattım.
...
Bugün pazartesi. Harika. Okul vardı. Yatağımı düzeltip, duş almaya gittim. Bornozumla çıkınca, kapım açıldı. Gamze.
"Daha gitinmedin değil mi? He, iyi. Bugün etek giyeceksin!" Deyip el çırptı. Ona 'Anan güzel mi senin?' bakışlarımı atıp dolabıma yöneldim. Kesinlikle etek giymeyecektim.
"Etek giyeceksin. Bu kadar."
"Hava buz gibi!"
"Altına külotlu çorap giyersin."
"Hayatta giymem. Ve sende giydiremezsin."
...
Ne demişler: Büyük lokma ye, büyük konuşma.
Şu an üstümde siyah külotlu çorap, siyah etek, bordo-mor kazak, kazağın renginde, üstü kapalı topuklular ve siyah çanta vardı. Oflayarak giydiğim eşyalarla makyaj masama yöneldim ve altın zincir kolyesi ve saat taktım. Hazırdım. Gamze zafer almışca gülümsedi ve beni aşağıya sürükledi.
Kahvaltıya indik ve güzel bir kahvaltı sonrası dişlerimi fırçalayıp çıktım. Tabi topuklularımı evde giyemezdim ve kapının önüne bırakmıştım. Onları ayağıma geçirip üstüme siyah, deri ceketimi aldım. Telefonumu cebimden çıkarıp, mesajlarımı kontrol ettim. Fazla mesaj görünce bir an şok oldum ama sonra teker teker okudum. Arkadaşlarım ilk fotoğraflarım için bana tebrik ediyor ve iltifat ediyorlardı. Ayrıca kız-erkek fotoğraflarımızda Emre, Deniz ve Rüzgarı görünce, ne kadar şanslı olduğumu söylemeği de ihmal etmediler. Korkmaz Holdingin bu kadar takipçisinin olduğunu bilmiyordum ve 60 milyon insandan fazla kişi beğenmişti. Ben ancak 2-3 milyonu geçer diye düşünürken resmen 60 milyon diye bir sayı vardı. Denizin böyle güldüğünü görmediklerini de söylemişlerdi. Aklıma Denizin gülmesi gelince istemsizce gülümsedim. Çok seviniyordum. Artık gülecekti. Telefonumun elimden çekilmesi ile, neye uğradığımı şaşırdım.
"Bakalım huysuzumuz hangi erkekle yazışıyormuş. Aptal gülümsemenden anlaşılıyor.."
"Erkek olduğunu nereden bileceksin?"
"Yoksa lezbiyen misin?"
Ağzım artık 'o' şeklini almıştı.
"Oha ama!"
Gülmeye başladı. Ben neden bunun gülmesini sağladım ki? Sinirlerimi bozmaktan başka birşey yapmıyor.
"Gülme."
Tabii dinlermi? Ahaha.. hayır.
"Ya gülmesene!"
*gülüyor*
"Bak hala gülüyor! Deniz!"
*hala gülüyor*
Oflayarak gözlerimi devirdim. Oda kendini toparlamaya çalışıyordu. Sonunda telefonumu kurcaladı. Mesajları okuyordu ama bildiğim kadarıyla almanca bilmiyor o. Galiba. İnşallah bilmiyordur diye dua ediyorum. Biliyorsa bütün o kızlardan gelen mesajlarımı okuyacaktı egosu, mümkün olmasa bile, daha da yükselecekti.
"Hmm, demek arkadaşların bizi tanıyor.. Onlara bütün iltifatları için teşekkür edersin artık," dedi ve göz kırpıp telefonu bana verdi. Tekrar gözlerimi devirdim ve Emrelerin hala gelmediklerini fark ettim. Deniz'de fark etmiş olacak ki sinirli bir şekilde kapıdan içeriye bağırdı.
"Emre!! Gamze! Biz gidiyoruz, yeter!" deyip kolumdan tutup, arabaya sürükledi. Yolculuk sessiz geçmişti, çünkü ben o mesajları cevaplamakla meşguldüm. Sonunda bittiğimde, sırıtıp "bittim!" diye bağırdım. Ohh, rahatladım..
Okula girdik ve Egemenler yanımıza geldi. Mina ve Miralarda yanıma geldiler ve Gamzeyi sordular.
Emreyle geliyor dediğimde
"Çekimde birbirilerine ne kadar tatlı baktılar, gördünüz mü?"
"Bencede. Ay çok tatlı bence."
Onların bu hallerine gülmeden edemedim
"Bizde ki o şans nerede, değil mi kardeşim?"dedi Mira.
"Aynen ya. Acaba okuldan birilerini mi bulsak?"
"Hey, hey, ben ne olacağım?"diye alınmış gibi yaptım.
"Sende Deniz var."
Gözlerim kocaman oldu.
"Ne?! Ne saçmalıyorsunuz siz?! Tövbe tövbee."
"Kızım siz birbirinize nasıl bakıyorsunuz, farkındamısınız?"
Ben Denizle böyle birşeyi hiç düşünmemiştim. Onu öyle görmüyordum. Biz sadece beraber yaşayan, birbirine güvenen insanlardık. Ne denirdi buna? Arkadaşlık? Dostluk? Evet, öyle bir dostluk.
"Deniz benim arkadaşım. Ona güvendiğim için, gülümseyerek bakmam normal."
Birşey demeden, imalı imalı bakışlarını üzerime diktiler.
"Bakmayın öyle. Gerçekler bunlar.."
Birşey diyecek gibi oldular ama Gamze son anda geldi.
"Aliya, ne diye hemen gidiyorsunuz?"
"Siz on saat hazırlanamayınca..."
...
Dersleri atlattıktan sonra, Denizle arabaya yürüdük. Arabasına binerken bana ölümcül bakışlar atan yellozlara dil çıkardım. Dayanamadım ne yapayım? Deniz gülmeye başlayınca, gördüğünü anladım.
"Gülme, o yellozlar bana hep öyle bakıyorlar.."
Arabayı çalıştırıp, sürmeye başladı ve biraz sürdükten sonra, Denizin telefonu çaldı.
Ekranda kaydedilmemiş bir numara vardı. Bana verip "Araba kullanıyorum, sen açsana,"dedi ve yola bakmaya devam etti.
Bende telefonu açınca tam 'efendim' diyecektim ki, bir kadın sesi benden önce konuşmaya başladı.
"Alo, Deniz? Benim Mine. Belki hatırlamıyorsundur ama ben bir hafta önce olan gecedeki kızım. Bu akşam istersen beraber takılalım?"
Donup kalmıştım? Gece? Bildiğimiz şu filmlerdeki 'geceler' mi? Ne diyecektim?
"A-alo?"diye kekeledim. Denizde kaşlarını çatsada, bana bakmıyordu.
"Siz kimsiniz ve Deniz nerede?"
"Deniz şu an müsait değil."
"Neden miş? Bana bak, doğruyu söyle. Nerede o?!" Tövbe tövbe, ne diye bağırmaya başlıyorsun, kadın? Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp, yüzümü buruşturdum. Tekrar kulağıma dayadım. Sabırlı olmaya çalışıyordum.
"Dedim ya, müsait değil."
"Sen kimsin ya?! Deniz nerede?!"
Allahım! Neden anlamıyor bu?! Sabırı bir yana bırakıp, sinirli bir şekilde konuştum.
"Ya sen sarışın falan mısın?! Müsait değilin neresini anlamadın?! Anlama kıtlığın mı var?!"
"A-a! Terbiyesiz sürtük!" Tövbe tövbe, o nasıl kelime?!
"Sen kime sürtük diyorsun, sarışın yelloz?!?" Deniz telefonu kulağımdan alıp, konuşmaya başladı. Hatta hoparlöre aldı.
"Ne var?" Helal be! Yüz verme!
"Deniiz! Az önceki kız demin bana resmen laf saydı. Yanıma gelseen? Birde Deniz yok dedii." Hah! Az bile demişim!
"Ben öyle demesini söyledim. Numaramı nereden aldın?"
"O gece telefonundan aldım. Yanıma gelsen?"
"Bunun içinmi aradın?"
"Eveet, hadiii geeel."
Deniz telefonu yüzüne kapatınca kahkaha attım. Öyle kalırsın yelloz. Puhahaha. Aslında Mine ismini severim ama bu kız, ismi kirletiyordu. Neyse. Geçelim. Telefon tekrar çalmaya başladı. Mine arıyor sanmıştım ama cadı yazısını görünce gülmeyi bırakıp, ciddi ifademle açtım telefonu. Tabii, Denizin de duyması için hoparlöre aldım.
"Efendim?"
"Alo? Aliya? Sen misin?"
"Benim, efendim."
"Deniz yanındamı?"
"Evet?"
"İyi. Şimdi beni dinle. Cuma günü diğer firmaların başkanları ve mankenleri için bir yemek var. Gamze ve Emreye de haber verin. Cuma günü geç kalmazsınız. Ayrıca facebook, twitter, instagram v.s larınızı da kontrol edin." dedi ve yüzüme kapattı.
Tabi efendim, cuma günü görüşürüz.
Eve geldiğimizde yıkarı çıkıp, eteğimden kurtuldum. Üstümü değiştirdiğimde üstümde siyah bir tayt, üstüne bordo bir 'İ LOVE NY' (kalp yapamıyorum) kazağı giydim ve pofuduk çoraplarımı unutmadım. Saçlarımı yanıma ördüm ve aşağı koştum. Tabi son üç basamakta ayağım kaydı ve birden önümde olan Denizide dolaba itip ona çarptım. Anlayacağınız, Denizi dolaba çarptım.
"Yuh Aliya."
"Ya, pardon. Özür dilerim.."dedim mahçup bir halde geri çekildim
'Rezilsin Aliyaaa'
Bunu bende biliyorum iç ses!
"Sorun değil, huysuz. Sakarlığın işte. Yeni birşey değil."
Sinirlenmeye başladım. "Tutsaydın sende,"dedim ters bir şekilde ve mutfağa yöneldim.
"Sabriye Sultan, yardıma geldiim."
"Sağol, yavrum. Hizmetçilerde erken çıkmalıydılar bugün."
"Başlıyorum o zaman."
"Tamam. Bugün fırında patates yapalım. Yanına pilav yaparız. Çorba hazır. Sen patatesleri kesermisin? Ben bir çamaşırlara bakayım." Amerikadaki türkler..
"Tabii ki Sultanım sen bırak, yemek işi bende," dedim ve başladım. Oda çok teşekkür edip, gitti. Patatesleri keserken sinirden mırıldanıp bıçağı sağ sola sallıyordum.
"Sakarmışmış! Pislik! Sensin sakar! Al sana!"
"Yavrum?" Sabriye Sultan bana şok olmuş bir şekilde bakınca, birşey diyemedim. Yanıma gelip başını alnıma koyup konuştu.
"Başın ağrıyor mu? Yada hocaya mı gitsek? İçine cin girmiş olmasın."
"Yok Sultanım, iyiyim ben. Sadece sinirimi çıkarıyordum."
"Cinde çıkarıyordun, yavrum."
"Yok yok, ben iyiyim. Sen git."
Oda pes etmişcesine gitti. Gittiğinden emin olunca tekrar salladım.
"Pislik! Öküz! Yeni birşey değilmişmiş! Peh.."
"Vahşi huysuz! Wow!"diyen sese döndüm. Deniz. Harika. Rezil olmuştum! Sakin ol, Aliya! Kendinden taviz verme!
"Göstereceğim sana vahşiyi.."diye mırıldandım.
"Seni kızdırmak çok eğlenceli, huysuz."
"Haha, çok komik!"
"Baksana şimdi sana tekrar sarılsam, kıpkırmızı olursun, ben gülerim, sen güldüğümü görürsün ve sinirlenirsin."
"Çok eğlenceli olsa gerek."
"Aynen. Deneyelimmi?"
"Ne?--" birden bana arkadan sarıldığını anlayınca, buz gibi kesildim. Yanaklarım yanıyordu ama fazla sinirlenmiştim, çünkü haklıydı. Arkamı dönüp, bıçağı ona yönelttim.
"Çekil! Pislik!"
Gülüyordu. Şaka gibi. Gülüyordu!?
Bıçağı ona daha hızlı sallayınca, pes edermiş gibi kollarını havaya kaldırdı. Ona sinirli bakmaya sürdürünce, mutfaktan çıktı. Öküz. Bende yemeği hazırlayıp, herkesi yemeğe çağırdım. Yemekte Emre ve Gamzeye cuma gününü anlattık. Yemeğimizi de bitirdikten sonra hizmetçiler masayı kaldırdılar. Bende derslerimin başına geçtim.
.. Derslerim bitince dişlerimi fırçalayıp, yatağa girdim. Cuma gününde olacaklarını sabırsızlıkla bekliyorum..
...

Ummadığım Hayat (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin