bir: on altı yaşındaki donghyuck

1K 84 19
                                    


Donghyuck sabahın köründe kalkıp çantasını hazırlarken oldukça sessiz hareket etti. Annesi uyanırsa nereye gittiğini açıklayamazdı ve planını ertelemesi gerekirdi.

Ama ses çıkarmaması da imkânsızdı. tahtadan, bir rüzgarda uçacakmış gibi gözüken eski kulübelerinde nefes alınsa bile çıtırtılar çıkıyordu. Parmak uçlarında yürüyerek, elinde çantasıyla kapıya gitti. Eğer üvey babasının beş çocuğundan herhangi birini uyandırırsa işi bitmişti.

Her şeye rağmen, hiçbir olumsuz durum yaşanmadan, Donghyuck evden dışarıya adım atabildi. Kırılan bacağı daha geçen hafta iyileştiği için topallıyordu. Destek almak için babasının baltasını kapının yanından aldı ve onu karlara batırarak yürümeye başladı.

İlkbahar gelmiyordu. Tüm yerli halk karların erimesini, etrafın çamura bulanmasını beklerken, her gün kar yağışı daha da şiddetleniyordu. Bileklerinin üstüne kadar kar vardı. Gitmekte olduğu ormanda dizlerine kadar geleceğinden emindi, çünkü şu an bastığı karları annesiyle birlikte temizlemişlerdi. Evet, bu temizlenmiş haliydi.

Evden uzaklaşınca daha hızlı ve sesli yürümeye başladı. Normal birinden daha ses çıkartıyordu çünkü topallıyordu. Ama bacağı o kadar uzun süredir böyleydi ki alışmıştı.

Gittiği yer bir yıl önceden hazırladığı kulübesiydi. Aslında o kulübe önceden vardı. Babasının odun keserken dinlendiği kulübeydi. Ama babası öldükten sonra oraya uzun zamandır uğramamıştı ve kulübe hâliyle mahvolmuştu. Onu eski hâline sokmak çok zor olmuştu, o yüzden kendisini yeni bir kulübe yapmış ilan ediyordu.

Annesini düşünmeden edemiyordu. Babasıyla o, babası eski bir denizciyken tanışmışlardı. Limanda birbirlerini görür görmez aşık olduklarını söylerlerdi. Annesi buraya ilk geldiğinde buranın dilini bilmiyormuş bile.

Açıkçası Donghyuck annesinden biraz da olsa korkardı. Kendi dillerini çok güzel konuşabilmesine rağmen, hep kendi kendine, ana dilinde bir şeyler söylerdi. Bazen ninniye benzeyen, ama kulağa oldukça ürpertici gelen şarkılar okurdu. Donghyuck annesinin ne zaman mırıldandığını duysa sessizleşir, onu dinlemeye başlardı.

Sesi kötü değildi. Çok güzel söylerdi. Ama problem söylediği şarkılardı. Bazen Donghyuck'un tüyleri diken diken olurdu ve bunu annesinden saklaması gerekirdi.

Çoğunlukla, ya susmasını ya da başka bir şey söylemesini dilerdi ama bunu ona hiç söylemezdi.

Çünkü o Lee Donghyuck'tu. Bir hafta öncesinde on altı yaşına girmiş, kasabadakilerin, yüzünden asla düşmeyen, koskocaman gülümsemesinden nefret ettiği, her işin altından çıkan, ama her seferinde kendini gülüşüyle ve sözleriyle kurtaran kişiydi.

-
©fatenfive, aralık 2020

buraya yaz gelmez | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin