Merhaba, arkadaşlar.
Geçen bölüm çok gecikmişti ama bu bölümü inanılmaz bir hızla beş gün içinde yazıp bitirdim ve içime sindi, çok şükür. Herhangi bir yazım ve ya mantık hatası gördüğünüzde bana bildiriseniz çok mutlu olurum. Aynı şekilde eksik ve ya fazla bulduğunuz kısımları bana söylerseniz çok iyi olur. :) Neyse çok uzattım, İnşAllah beğenirsiniz, keyifli okumalar.
Multimedia; Çağatay karakteri.
Şarkı önerisi; Three Days Grace- Get Out Alive. (Benim için çok özel bir şarkı)
♠
Benim buradan kaçmam lazımdı.
Evet, bu fikre, Vural o kağıt parçasını avuçlarımın arasına bırakıp gittikten üç dakika sonra varmıştım. Tamam, birileri beni dövmüştü ve üstüne üstlük hafızamı kaybetmiştim ama hiçbir şey neden Çağatay'ın bahçesine bırakıldığımı açıklamıyordu. Bütün bunlar acı bile olsa gerçekti, Çağatay'ın bana yalan söylüyor olma ihtimali bile vardı ve ben, onun 'eski arkadaşlarına' bulaşmak istemiyordum. Aralarında her ne varsa kendi problemleriydi, beni buna alet etmelerine izin vermeyecektim. Artık kalamazdım burada, onun yanında. Zaten her şey en başından beri doğru gelmemişti bana. O yüzden şimdi aklımda doğru olduğunu savunduğum tek düşünce, bir an önce tabanlarımı yağlayıp buradan tüymekti.
Parmaklarımla çenemi kavradıktan sonra sakinleşmek için zaman tanıdım kendime, pekala, okuldan elimi kolumu sallaya sallaya çıkamazdım kapıdaki görevli yüzünden. Ama okul çıkışını beklersem o zaman Çağatay beni almaya gelirdi ve kaçma planım tamamen suya düşerdi. O zaman, yapmam gereken şey, görevliyi yerinden birkaç dakikalığına uzaklaştırıp kendime zaman tanımaktı. Kısa süre yerimde durup düşündükten sonra aklıma gelen fikirle pişkince gülümseyip derin bir nefes aldım.
Pekala, hadi yapalım şu işi.
Ceketimin ve çantamın sınıfta kaldığı gerçeğini umursamadan her ne kadar üşüyor olsam bile, hırkama sıkıca sarılıp bahçeye adımımı attım. Yağmur bitmişti, geriye toprağın burun deliklerimi mest eden kokusu kalmıştı. Huzur verici bir hava etrafımı bulut misali sararken, soğuğun tüm vücudumu titretmesi gerçeğini umursamadan kapının ağzındaki görevli postuna doğru yürüdüm.
"Allah'ım, lütfen işe yarasın..." diye kısık sesle mırıldandıktan sonra ona doğru baktım, sabah konuştuğum bıyıklı amca, yerinde oturmuş kurabiye yemekle meşguldü. Suratıma, kafamdaki plana uygun olarak endişeli bir ifade yerleştirdikten sonra oturduğu yerin camına yaklaştım ve elimle bir kez tıklattım.
"Bakar mısınız?" diye elimi havada sallayıp dikkatini çekmeye çalıştığımda kurabiyesini kenara bırakmış, yüzünü cama yakınlaştırmıştı.
"Bak kızım, eğer dışarı çıkmak için yalvaracaksan hiç boşuna debelenme. Müdüreden izin almadan hayatta bırakmam." Homurdanma eşliğinde konuşmasına karşılık, böyle söyleyeceğini bildiğim için hiç istifimi bozmadan kaşlarımı çattım.
"Yok, beni Didem hoca yolladı. Çok kızgındı, sizi çağırmamı istedi." diye dizlerimi hafifçe kırarak eğildiğimde tek kaşını kaldırmıştı. Şüpheci tavrının, gözlerine açıkça yansıdığını görmek, planımın işe yaramayacağı düşüncesinin midemi kasmasına neden olsa bile bir kere girmiştik bu yola. Geri dönüş yoktu.
"Bugün iki öğrenci kaçmış okuldan, velileri arayıp okulu şikayet edeceğini falan söylemiş, Didem hoca da her şeyden sizi sorumlu tutuyormuş..." diye aklıma gelen en uçuk yalanları bile sıralarken renk vermemek için yutkundum. "İşte ben de o sırada odasındaydım bir soru sormak için, önce bağırdı çağırdı onu işten atacağım diye. Sonra da bana sizi çağırmamı söyledi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buzdan Ruh.
Teen FictionKadın farkında bile olmadan adamı onardı, ama adam onu her gün daha fazla yıktığını göremedi. Kız da farkına varmadı, öfkesi, gücü, hırsı gözlerinin önüne sis gibi çöktü. Adamı kendisine, gücüne ve azmine hayran bıraktı. Sadece bir enkaza çevrildiği...