(Bölüm şarkısı: ABBA/Gimme Gimme)
Sirius bir defasında Fyodor Dostoyevski denen Muggle bir Rus yazarın tişörte bastırılsa ancak bu kadar hak vereceği bir sözünü kendine hatırlattı ve sigarasını yakmak için çakmağına uzandı. Yoldaş Dostoyevski şöyle diyordu; 'Akrabalar arasında zorunlu bir sevgi bağı vardır. Oysa ki sevgi öncelikle hak edilmesi gereken şeydir. İşte bu yüzden akrabalar arasındaki sevgi samimiyetsiz ve iğrençtir.'
İki gün önce damdan düşer gibi sıkıcı ve bir o kadar monoton hayatına giren şu karın ağrısı Agatha Rosie'yi kendine dert olarak seçmişti Sirius. Artık bunu kolayca yapabiliyordu; eskiden, çok eskiden on yedi yaşlarındayken bu tarz derin meselelere dalmaya üşenir, bir şekilde hallolacağına kendini ikna ederek James Potter ile bir sonraki kabahatini işlemeye dalardı. On iki yılını dört duvar arasında kapalı geçirdikten sonra öğrendiği en iyi şey zihin sarayındaki eski anılar arasında dolaşmak olmuştu, onlardan başka bir şeye sahip değildi çünkü. Yirmi iki yıllık hayatının hatırlanmaya değer yedi yılından başka...
Bu şekilde bakacak olursak Sirius, otuz dört yaşında yetişkin bir adamın bedenine hapsolmuş yirmi iki yaşında genç bir delikanlı olduğunu söylemek hiç de yanlış olmazdı. On iki yıl boyunca yeni hatıralar, yeni tecrübeler belki de yeni aşklar ve arkadaşlıklarㅡkısacası yaşaması gereken yıllar, penceresiz hücresinin gerisinde acımasızca akıp giderken bunları kaçırmış birinden otuz küsür yaşında birinin bilgeliğine ve olgunluğuna sahip olması da beklenemezdi. Sirius Black, onu yaşamaktan alıkoyan hücresinden firar ettiğinde, onu yüzüstü bırakan dünyasını orada bulamayınca yaşadığı şok ve ihanet elle tutulacak kadar gerçekti. Agatha Rosie kadar gerçek ve somut bir ihanetti bu. Yeni yeni yaratmaya başladığı şu sürekli bahsedilen temiz sayfasındaki anılarına sinsice dahil olmaya çalışan zehirli bir gaz gibiydi sarışın cadı. Sirius yaşına göre fazlaca fevri ve peşin yargılı olsa bile artık bu tarz derin meseleleri daha evire çevire irdeleyebilme yetisine sahipti.
O akşamdan sonra epey hararetli tartışmalar yaşanmış, Tonks hemen yargı mahkemesinin kurulacağını hissedip kaçtığı için Sirius'un tüm laflarına birer karşılık bulma işi Lupin'e kalmıştı. 'Akrabalar arasındaki şu zorunlu sevgi', diye düşündü Sirius, bu sarı cadıyla ilgili bildiği tek şey (hatırladığı kadarıyla da) varlığından haberdar olmaktı. ㅡ('Cygnus'un bir torunu olmuş! 'İyi, hayırlı olsun')ㅡDemek ki, öyle büyük bir mesele haline getirilecek biri değildi. Sonra Dostoyevski şöyle devam ediyordu; 'sevgi hak edilmesi gereken bir şeydir' Sirius hararetle hak verdi. Kesinlikle Agatha'nın Sirius karşısında, hiç değilse topluluk adına borçlu olduğunu hissettiği sükûneti sağlamak adına bir miktar sevgi ve saygı hak ettiği bir gerçekti. Tabii öyle bir şey mümkünse, diye içinden geçirmeden de edemedi.
Bu da pek mümkün görünmüyordu ya neyse, Sirius şimdi ona kafa yormak istemediğinden bu düşünceyi elinin tersiyle zihninin gerilerine iteledi ve o an Agatha'nın varlığını reddetmenin daha kolay göründüğünü farketti. Fakat ne yaparsa yapsın o bir Black'ti; safkan takıntısının etrafındakilere ㅡsadece etrafına değil kendilerine dahiㅡverdikleri zararı zerre umursamayan insanların zihniyeti ve adabıyla yetiştirilmiş yaşayan en genç Black'lerden biri, bu geleneği devam ettirecek en yeni nesilin başlangıcıydı. Genetik güzelliği insanı büyülemeye yeterdi, ama Sirius o yüze bakmaya devam ettikçe bu damarlarında dolanan soğuk mavi kanın yarattığı ve olacağı kişiden bariz bir tiksinti duyuyordu. Sirius, ondan tiksinmeye, Dostoyevski'nin söylediklerine aldırmadan devam edebilirdi; belli ki Fyodor'un Blackler'den haberi yoktu. Sirius bu kadar derin meselelere girdiği için kendini viskiyle ödüllendirmek üzere yerinden kalkarken Şahgaga'nın tüylerini okşamayı ihmal etmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I May Destroy You
FanfictionÖlüm Yiyen olmaktan çok uzak olan Agatha Rosie'nin tek isteği, pudra renkli dünyasında tüm gün Chardonney içip alışveriş yapmaktan başka bir şey düşünmeden, tembel bir kedi gibi Lestrange mirasını akıllıca yöntemlerle yemek ve sevgilisi Evan Rosier'...