5 AY SONRA
Günler hatta aylar hızla ilerlemiş, Ceren'in kırılan kalbi biraz olsun durulmuştu. En azından işine doğru düzgün odaklanabiliyordu. Aklından kalbinden bir türlü çıkmayan Arslan ise kadının gidişiyle daha da sinirli bir hale bürünmüş, insanlara daha da kaba davranır olmuştu. Ceren'in haberlerini almasına rağmen o kadını özlüyordu. Sadece tensel bir çekim bu! Diye kavga ediyordu bir yandan iç sesiyle.
Büyük otel anlaşmasını bitirmişlerdi. Arslan şirketini bu beş ayda daha fazla büyütmüş, daha fazla kadınla yatar olmuştu. Ceren'in o harika kokusu hiçbir kadın da yoktu. Bunu biliyordu ama umursamıyordu. Kadını öylece bırakan o değil miydi? Şimdi gitmiş olması onu bu denli üzemezdi. O Arslan Demirbüken'di. Üzülemezdi.
Yeni bir iş gününe daha uyanmıştı. Bugün büyük gündü. Yurt dışından gelecek olan bir şirketle harika bir anlaşmaya imza atacaklardı. O yüzden erkenden şirkette olmalıydı. Her zamanki lacivert takım elbiselerinden birisini giydi ve R8'ine atladı.
Şirkete geldiğinde bütün çalışanları diken üstündeydi. Son beş aydır yapılan yanlışlara müsamma göstermiyordu Arslan. Kafasını son kez anlaşmanın maddelerine gömmüşken kapısı çalınmadan açıldı ve sırıtarak onu izleyen bir Ahmet gördü Arslan.
''Dostum, bu kadar çalışmak bünyene zararlı. '' diyerek Arslan'a ilerledi Ahmet.
''Nerden çıktın sen? Ne zaman döndün?'' diye soran Arslan arkadaşına sarıldı.
''Beni bilirsin bir Amerikadayım bir burada.''
''Bilmez miyim?'' dedi Arslan kendisini Ahmet'in karşısındaki koltuğa bırakırken.
İki arkadaş toplantı saati gelene kadar koyu bir sohbete daldılar. Arslan Ahmet'e Ceren'i anlattı.
''Salaksın sen oğlum cidden. Bakma bana hiç öyle. Çünkü öylesin. Anlattığına göre kadın her seferinde sana gelmiş, gururunu ayaklar altına almış. Bir kadın için gurur ne kadar önemli biliyorsun Arslan. Buruşturma hiç yüzünü.''
''Bilmiyorum Ahmet. Beni biliyorsun. Uzun süreli ilişkiler pek bana göre değil. Becerdiğim bir kadını asla bir daha becermem.''
''İşte senin sorunun da bu ya Arslan. Sen sevişmeyi bilmiyorsun.'' Dedi Ahmet elini saçlarının arasından geçirirken.
Arslan ağzını açıp cevap verecekti ki kapısı çalınmadan açıldı. Arslan bu münasebetsize tam dönüp kızacaktı ki karşısında babasını görmesiyle sustu. Babası Ahmeti görünce kaşlarını çattı. Ahmet kendisinin büyük bir sorguya çekileceğini biliyordu. O yüzden olabildiğince şirin gözükmek adına çabaladı. Hayrettin Bey Ahmet'e kızgındı. Hayta bir görüşürüz demeden pat diye gidiyordu. İnsanlar Ahmet'in birden ortadan kaybolmalarına o kadar alışmışlardı kı bir şey demiyorlardı artık.
''Lan sıpa nerelerdesin sen?'' diye Ahmet'in üstüne yürüdü Hayrettin Bey.
''Beni bilirsin baba.'' Dedi Arslan çarpık bir gülümsemeyle.
''Gülme bana oğlum şöyle, karı mıyım bende beni etkilemeye çalışıyorsun?'' dedi Hayrettin sinirle.
Ahmet gülüşünü toparladı ve ''Kusura bakma baba'' dedi.
''Lan Ahmet babanın emaneti olmasan seni çoktan kapı dışarı etmiştim'' dedi Hayrettin Bey.
''Rakı balık yapar mıyız akşam'' dedi Heyecanla.
''Yaparız sıpa yaparız'' dedi ve Arslan'a döndü. ''Misafirler gelmek üzeredir. İyi bir karşılama sergile'' dedi ve kapıdan çıkacakken ikiliyi parmağıyla gösterdi ve ''Akşam alacağım ifadelerinizi''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeklerin Senfonisi
Roman d'amourSeks miydi bize sadece hayata bağlayan,Yoksa yitip giden kayıplarımız mı?