Yoongi'den ayrıldıktan sonra askeriye'ye gitmiş ve kafamı boşaltmaya çalışıyordum. Tabii pek mümkün değildi.
Durmadan gözümün önüne o geliyor, kulağımda sesi yankılanıyordu. Ve bunların etkisinde işime kendimi veremiyorum.
Akşama kadar böyle devam etmişti. Eve gelip kendimi gülerek yatağıma attığımda halimin vahim olduğunun da farkındaydım.
Uykuya dalmam zor olsada bir süre sonra uyumuştum.
Ve uyandıktan sonraki halim bana göre tamamen gülünçtü. Yüzümden solmayan gülümseme ile hazırlanmaya başlamıştım. Tamamen özenli bir şekilde giyinmiş ve tüm dikkatimle saçımı yapmıştım.
Dün dükkana ne zaman uğrayacağım hakkında konuşmadığımız için ikilemde kalmıştım. Erken gidersem fazla belli olur mu diye düşünürken askeriye'de biraz oyalanmaya karar vermiştim.
"Tamam anlıyorum acemi askerleri getirmişler ama kılıç bile tutamıyor bunlar." demişti bıkkınca yanımda duran Namjoon Hyung.
Kendisi demir işlerinde uğraşırdı, o yüzden de fazlası ile yakındık.
Şimdi de söylenmekte gayet haklıydı, çünkü misafir olarak gelen kralın yanında getirdiği askerler cidden berbattı. Onlara baktıkça istemsiz ellerim titriyor, kaşlarım havaya kalkıyor ve ayrıca damarlarım belirginleşiyordu.
O yüzden onlara daha fazla bakmamaya çalışıyordum.
Sabah güne ne kadar mutlu başlasamda şimdi moralim tamamen yerlerdeydi. İşimde oldukça ciddi ve sert biriydim ve karşımda daha kılıcı bile tutamayan kişiler görmek akıl sağlığım açısından hiç iyi değildi.
Bir süre daha onları izledikten sonra buna daha fazla dayanamayacağımı anlayıp birkaç kişiyi yanıma alıp çiçekçiye yönelmiştim.
Kendi kendime acaba ne hakkında konuşabiliriz diye düşünüyordum. Gerçi boş boş yürüsek bile benim için sorun olmazdı, sadece onun sıkılmasını istemiyordum.
Ahşap kapısının önüne gelince derin bir nefes almış ve kapıdan içeriye girmiştim. Dükkanın bir köşesine çökmüş çiçekleri suluyordu. Kendini işine fazlası ile verdiğide büzülü dudakları ve çatılı kaşlarından belli oluyordu.
Bir süre kapıda öylece dikilip o güzel görüntüsünü izlemiştim. Daha fazla da izlerdim ama bir anda kafasını bana çevirince bu mümkün olmamıştı. Hatta ikimizde ürkek bir ceylan gibi yerimizde sıçramıştık.
"S-sen ne ara geldin? Görmemişim üzgünüm." demişti yerinden hızla doğrulurken. Ve yine yanakları kızarmıştı. Elimde olsa gider ve yanaklarını ısırırdım çünkü bir bebek yanağı gibi gözüme çok tatlı geliyordu.
"Sorun değil, kafanı karıştırmamak için işinin bitmesini bekliyordum. Sonuçta her çiçeğin sulanma ölçüsü farklı." şu an yaptığım şey büyük bir oranda yağcılıktı fakat bu umrumda falan da değildi.
Verdiğim cevap üzerine hafifçe gülümsemiş ve yine eliyle kulağına dokunmuştu.
Yoongi şu iki günde tanıdığım kadarıyla utandığı zaman yanakları kızarıyor ve kulaklarına dokunuyordu. Tüm bunları fark etmem ise içime sebepsiz bir mutluluğu salıyordu.
O benim gözümde bir melek saflığı ve güzelliği barındırıyordu. Sanki arkasında kocaman bir beyaz kanatları vardı ve bu görkem beni ona çekiyordu.
Utanışı, gülüşü, dikkatini verişi benim hayatım boyunca görüp görebileceğim en harika manzaraydı. Ve en çokta uyanışını merak ediyordum. Hafif şişmiş yüzünü, boğuk sesini ve minik gözlerini aralayışını düşünüyordum.
"Eşyaları alt kata indirmiştim, oradalar." dedi eliyle merdiveni gösterirken. Ben de sakince başımı sallamış ve askerleri çağırmıştım.
Onlar yine eşyaları alıp önden giderken Yoongi bana doğru geliyordu.
"Kalanşo çiçeğini güzel bir saksıya koydum, al bakalım." demişti çiçeği elime verirken. Ve bende alırken elimizin birbirine değmesi yüzünden pek iyi olduğumu söyleyemezdim.
"Çok güzeller, teşekkür ederim." demiştim tüm samimiyetimle. Bunu gözlerimin tamamen yok olmasından anlamasını umuyordum.
Beni orada bırakıp tekrar elinde çiçekle gelince bana başı ile dükkandan çıkmamı işaret etmişti. Tabii peşimden o da geliyordu.
"Taehyung için Paeonia çiçeği bu da. Çok güzel değil mi?" demişti diş etleri görünecek kadar gülerken.
O an için sen daha güzelsin demek istedim fakat sadece sessiz bir baş sallaması verebildim.
Bundan sonrası ise tamamen sessizdi. Saraya gidişimiz, eşyaları teslim edişimiz ve bir süre sarayın önüne çıkmak için yürüyüşümüz.
Hemen ayrılmak istemiyordum. Çünkü daha doğru dürüst konuşmamıştık bile. Ve sonra ikinci kez düşünmeden bir cümle kaçtı gitti ağzımdan.
"Acaba Shou Mei Çayı içmek ister misin? Tabii işin yoksa." demiştim büyük bir beklenti içinde ona bakarken.
Bir süre durakladıktan sonra hafifçe bana dönmüştü.
"Shou Mei tiryakisi biriyim, reddedemeyeceğim galiba." dedi sonra hafif kıkırdarken.
O gülünce ben de gülmüş ve elimle ona öncelik vermiştim. O önde ben biraz arkasında giderken evime gelmiş ve onu balkonumda duran masaya oturtmuştum.
Fazlası ile heyecanlanmıştım ve hızlıca çayı yapmaya çalışıyordum. Ve beklenen şey olup elimi hafif yaktım.
Yine de yüzümde gülümseme ile karşısına geçmiş ve bardağını ona vermiştim.
Bakışları önce yandığı için kızarmış olan elime inmiş sonrada çatılı kaşları ile bana bakmıştı.
"Biraz dikkatli olsana, en fazla biraz daha beklerdim. Canın acıyor mu?" demişti bakışları hala ellerimdeyken.
"Acımıyor, endişelenme. Ayrıca soğumadan iç o çayı." demiştim kıkırdayarak.
O da iyi olduğuma emin olunca hafif gülümsemişti.
Çayı eline almış ve önce derin bir nefes alıp koklamıştı, sonrasında ise gözlerini rahatlama ile yummuştu.
"Çok güzelsin." ve sonra ağzımdan bu cümleyi kaçırmış ve şaşkınlıkla açılan gözlerine bakakalmıştım.
Hello
-Lorah
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Drugelis ‡ Yoonmin
Romance"Bir kelebek kadar zarifsiniz efendim, ancak tıpkı onlar gibi de kırılgansınız. Size dokunurken, hatta bakarken bile incineceksiniz diye içim gidiyor."