Esma, erkenden uyandı. Nerede olduğunu algılayamadı.Gözlerini ovuşturdu.Elinin kuru ve çatlak derisi yüzünü çizdi.Cabir! Diye seslenecek oldu. Boğazı düğümlendi. Her sabah buna benzer bir acıyla uyanmaktan yorulmuştu. Yarın da muhtemelen lavaboya yüzünü yıkamak için gittiğini sanıp, çadırın dışına çıkacak ve sersem sersem etrafa bakacaktı. Oturdu, etrafı sanki ilk kez görüyormuş gibi yeniden inceledi. Hemen yanı başında çocukları ,annesi ,babası, uyuyordu. Annesi yaşlı ve hastaydı. Ama olanlardan önce de bu kadar yaşlı mıydı anımsayamadı. Olan tek battaniye çocukların üzerindeydi. Bu yüzden iki büklüm kıvrılmış, kollarını birbirine dolamış uyuyordu.Esma "Ayvaz , Ayvaz " diye seslendi. Çocuğun uykusunda bile dudakları aşağıya doğru kıvrıktı. Üzüntü insan bedenini ele geçiren bir karanlık gibiydi ve onun çocuk dudaklarına çoktan karanlık çökmüştü.Yüzü de başka bir duyguya bürünemezdi. Kumral saçları dalgalı ve uzundu. Beyaz tenli, koyu kahve gözleriyle, kirli tenine rağmen yakışıklıydı. Çelimsizdi, kolları ve bacakları bir gövdeye sonradan eklenmiş gibi duruyordu. Esma oğlunu uyandırmaya çalışırken saçlarını okşadı. Saçları kirden birbirine yapışmıştı, annesi parmaklarını çekerken Ayvaz'ın canı acıdı. Gözlerini araladı. Sabah olmuş dedi. Bir çırpıda ayağa kalktı kendisine oldukça bol gelen pantolonun paçasına takıldı, sendeledi. Pantolonu belinden sıyrıldı. Beline kemer niyetine bağladığı ipi güzelce düğümledi.Çadırdan dışarıya çıktı. Amcasını ve yengesini görüp selam verdi. Yengesi dışarıda ateş yakmaya çalışıyordu. Hava biraz rüzgarlıydı. Amcası,
-Tavuğa mı Ayvaz ? Dedi.
-Ayvaz başını salladı. Eline sopasını aldı. Tavuğun altını eşeledi. Sadece bir yumurta vardı. Annesi bu yumurtayla kimin karnını doyurabilirdi ki? Yardımdan gelen bir şeyler kalmıştır inşallah dedi içinden. Yumurtayı aldı. Çadıra yürüdü. Herkes uyanmıştı. Dedesi gel Ayvaz dedi. Bu gün beraber iş arayacaklardı.Ayvaz heyecanlıydı. Belki ev yapmasına yardım edecekleri birini bulurlardı. Ya daaa belki balık tutmaya çalışırlardı. Hem dedesi çamuru pişirerek tabaklar yapmayı da öğretirdi. Sattıkları, çalıştıkları kendi karınlarını doyurmuyordu. Ayvaz dedesine baktı. Saçı sakalı birbirine karışmış , yüzü incecik, gözlerinin çukuru iyice derinleşmişti. Ayvaz bu yüzü iyice inceledi. Babasının yüzünü tahmin etmeye çalıştı. Aslında Babasına en çok abisinin benzediğini söylerlerdi. Ama Ayvaz bunu kabul etmek istemiyordu.İçinden onlar nerden bilecekler diye düşündü.Babası göklere uçarken Ayvaz'ı dünyaya bırakmıştı.Çünkü Ayvaz'ın kendisi gibi ailesini korumasını istemişti. Hem bu yüzden babasına en çok benzeyen kendisi olmalıydı. Omuz silkti.
Ayvaz ablasına ve abisine baktı. Ablası kendisinden iki yaş büyüktü.uzun kirpikleri ve biçimli dudaklarından fark edilmese kısa saçlarıyla bir erkeğe benzeyebilirdi. Kara çarşafını nadiren çıkarırdı.Ayvaz ablasıyla uğraşmayı çok seviyordu. Onu güldürdüğü anlar kendini hala çocuk hissettiği nadir anlardandı.Amine tam çadırı temizlemeye çalışırken Ayvaz koşarak sırtına atladı. İkisi birlikte yere yuvarlandılar. Amine yarı kızgın,
-"Ayvazzz! yeter artık üzerime atlamayı bırak, küçükken yeterince sırtımda taşıdım ben seni" dedi.
-Ayvaz gülerek ablasını gıdıklamaya başladı. Karnından aşırı huylanan kız ellerini sağa sola savurdu. Ayvaz artık ablasıyla baş edebiliyordu. Eskiden ne zaman şımarsa tokadı basan o eller şimdi Ayvaz'ı korkutmuyordu.Amine'nin karnına oturup ellerini sıkıca tuttu. Dilini kocaman gösterip onu sinirlendirmeye çalışıyordu. Abisi sürünerek yanlarına geldi. Ayvaz kızı rahat bırak diye seslendi. Ayvaz Ahmad'a bakıp bi şartla kardeşini bırakırım dedi rehin almış gibi yaparak. Ahmad gözlerini devirdi.Amine sanki kurtarılması gereken masum bir kurban gibi , aaah yardım et abi nolur diye numaradan yalvardı.Ayvaz, Ahmad'a dönerek eğer bu gün bana bir sapan yapacağına söz verirsen canını bağışlarım bu yakışıklı kızın dedi. Ablası demek yakışıklı diyerek Ayvaz'ı yere yatırdı sımsıkı tuttu. Ayvaz kıkırdayarak bu yakışıklı aynı zamanda güçlü de dedi. Amine Ayvaz'ı yanaklarından ısırdı. Ahmad, tamam söz bu gün bana güzel bir sopa getirirsen sana sapan yapacağım dedi.Ayvaz neşeyle fırladı. Önceki sapanıyla yaramazlık yaptığı için Ahmad ona bir daha sapan yapmamıştı. Aslında yaramazlık sayılmazdı. O pis adama bi taş atmıştı sadece ne vardı ki? İçinden oooh az bile yaptım dedi. Aslında kendisi de çok denemişti sapan yapmayı ama Ahmad'ın yaptığı sapan,taşları çok uzağa atabiliyordu. Sapan sözünü aldıktan sonra sıçrayarak çadırın dışına çıktı. Dedesi taşların üzerinde onu bekliyordu. Çocukların nadiren eğlendiği bu anı bozmak istememişti.El işareti yaptı ve "Ayvaz bu gün şehre ineceğiz. Çadır su alıyor , delikleri arttı iyice yama için bir şeyler almamız lazım" dedi. Ayvaz çok sevindi. Şehre gitmek demek bu gün bi ekmek için akşama kadar kerpiç karmaktan kurtulmak demekti.Hem bir sürü ev vardı orda. Çadır değil gerçek evler.Bir şeyler satan insanlar vardı. Yine de en sevdiği kısmı bunların hiç biri değildi. Yol çok uzundu ve kilometrelerce yürüyeceklerdi. Dedesi ona yolda savaştan önce nasıl bir hayatları vardı babası ,neler yapardı,annesi ve babası nasıl evlenmişlerdi her şeyi anlatırdı. Böyle bir dünyaya doğduğu için bu hikayeler ona masal gibi gelirdi. Dedesine baktı ve sordu ," Dede alınacaklar için paramız var mı? Dedesi "Takas edebileceğimiz bi şey var "dedi. Ayvaz dedesinin elinde beze sarılı şeye baktı."Bu ne ?" Dedi. Dedesi silah diye cevapladı. Bizim bir silahımız var mıydı diye düşündü. Dedesi kafasındakileri tahmin ederek: "Yıllar önce baskılar başladığında herkesin silahlarını topladılar.Bende iki tane silah vardı. Birini onlara verdim.Diğerini bahçeye toprağa gömdüm.her yıl çıkarıp bakımını yapar geri gömerdim.Babanın öl- yani senin doğduğun gün evimizi terkederken yanıma alabildim.Biri görüp almasın diye bir somun ekmek içinde getirdim. Saklamayı başardım." dedi.Ayvaz heyecanla,
-- Dede belkide yeni bir çadır bile alabiliriz değil mi? dedi.Silahın bi çok şeyden daha önemli olduğunun farkındaydı. Ama çocuk aklı güvenceleri olan tek şeyin ellerinden kaymak üzere olduğunu anlamamıştı.Dedesi silahı ellerinde sımsıkı tutuyordu. Bunlar konuşulurken baya yol gitmişlerdi. Kahvaltı da pek bir şey yiyemedikleri için karınları şimdiden midelerine yapışmıştı. Dedesinin turuncu sarığının altında ki alnı terlerle doluydu. Ağzının kuruduğu da konuşurken dudaklarının birbirine yapışmasıyla çıkan seslerden belliydi. Ayvaz aslında oldukça hızlı yürüyebilirdi ama dedesi çok yavaştı. Bazen farketmeden onu geçiyor sonra yavaşlıyor ve yanına gelmesini bekliyordu.Bu suskunluktan yararlanan çelimsiz çocuk, silahın parasıyla kendilerine bir çadır ve güzel yemekler alabildiklerinin hayalini kuruyordu.
Bu çöle benzeyen yollar oldukça sessiz ve sıkıcıydı. Hayal kurmak olduğu yeri değiştirdiği için Ayvaz sık sık hayal kurar, dedesinin ve annesinin anlattığı önceki hayatları düşünürdü. Abisini içten içe kıskanırdı. Babasını hatırlayan bir tek o vardı. Hem gerçek bir evde doğmuş ve bir kaç yıl geçirmişti. Annesinin çeşitli yemekler pişirdiği evde o mis gibi kokuları duymuştu. Ablasının kulağına ezanla beraber ismini de babası okumuştu. Farkında olmadan ayağını yerde sürükleyerek yürüyordu.Yerde ki kumlar havalanıp pantolununu tozlandırıyordu. Ellerini arkasında kavuşturmuş sallanarak ilerliyordu. Keşke ilk ben doğsaydım diye iç geçirdi. Sonra aniden bencillik yaptığını düşündü ve kendine bi tokat attı. Ne zaman aklından kötü şeyler geçirse kendine bu cezayı verirdi. Ahmad'ı düşündü elleriyle sürünerek çadırda bir yerden bir yere sürünüşünü. Tek bir günde hem babasını kaybetmişti hem de bacaklarını. Duyduklarında göre o günden sonraki hayatları çadırlarda geçmişti.Ayvaz ailesine teselli mi olduğunu yoksa yük mü olduğunu kestiremedi. Annesi onu doğurduğunda öleceğini sanmışlardı.İçi burkularak," ölsem aslında birde benimle uğraşmak zorunda kalmazlardı" diye düşündü.Hemen bu düşünceyi aklından kovdu. Hem annesi her zaman ne derdi? Sen bana babanın tesellisisin. Baban kadar güçlü, baban kadar şefkatlisin. Bu sözleri anımsayınca bedenini dikleştirdi. Sanki kocaman bir adammış gibi omzunu geriye attı. Bir ses düşüncelerinden sıyrılmasına neden oldu.Bir şey sürünüyor gibiydi. Dedesini unutmuştu yine. Ardına baktı ihtiyar adam iki büklüm yürüyordu.Geride kalmıştı. O sesin nerden geldiğini anlayamadı. Yeniden bir tıslama sesi işitti. Ve bunun bir yılan olduğunu farketti. Koşarak dedesinin yanına gitti adam. Ne olduğunu anlayamadan elinde ki çomağı yılanın kafasına vurdu. Dedesi korkuyla geri çekildi, sonra bir taş bulup yılanın kafasını ezdi.
- Hayret sana Ayvaz ! Ben dibimde ki yılanı farketmedim. Sen nasıl o kadar uzaktan gördün, dedi. Ayvaz, görmedim ki, duydum dedi. İkisi birlikte yola devam ettiler şehre çok az kalmıştı. Düşünceli olan tek kişi Ayvaz değildi. Dedesi şehre girmeden önce silahın olduğu sargıyı belinde ki kuşağa koydu.
- Şehre girdiklerinde Ayvaz koyun yünlerinden giyecek yapan bir adamı izlemeye koyuldu. Başka bir adam arkasında beş koyunla sokağın diğer tarafındaydı. Evleri inceledi.küçüklü büyüklü, nizamsız bir biçimde sıralı evlerin içinde kimler var hep merak ederdi. Şehre geldiklerinde, dedesi işlerini hallederken genellikle bir köşe de bekler gözlerini kapatır, tüm sesleri dinlerdi. Sonra bir eve gözlerini dikerdi. Gerçek miydi hayal mi ediyordu anlamazdı ama orada yaşayanların konuşmalarını duyardı. Evlerde çocuk ağlamaları olurdu. Ve kafasını dolduran bir sürü ses. Sonra gözlerini tekrar etrafa dikerdi. Çarşıyı, satıcıları, eli silah tutan ve onları korumaya çalışan insanları incelerdi. Kimi kimden koruduklarını, kendilerinin kimden kaçtıklarını anlamıyordu. Küçük olduğu içindi sanırım. Annesi yedi yaşında olduğunu söylüyordu. Dedesi Ayvaz'ı yanına çağırdı.koşarak gitti. "Dede silahı sattın mı ?"dedi. Dedesi kafasına vurdu. "Sus ,ulu orta yerde bundan bahsetme. Hayır onu satamayız. Vazgeçtim ninenin yüzüğünü satacağım."dedi. Ayvaz kafası karıştığı halde anlamış gibi yaparak kaşlarını eğdi dudaklarını büzdü ve kafasını salladı. Bir kaç karaborsacıya uğradılar. Dedesi onlara bu yüzüğün kıymetli olduğunu verdikleri bir kaç deri parçasından fazla edeceğini söyledi. Bir kaç kişiyle tartıştılar.Ayvaz onlar pazarlık yaparken kapıdan izliyordu. Bir yerlerden coşkulu sesler geliyordu. Uzun zamandır gülen birden fazla insan sesi işitmemişti. Elinde olmadan sesi aramaya başladı. Dedesi kapıdan çoktan ayrıldığını farketmemişti. Bir kaç sokak geçti, yürüdükçe yürüdü. Kaybolmaktan korktuğu için her geçtiği yeri ezberlemeye çalıştı. İçinden sürekli tekrarladı,Evet şu köşede bir çan asılı, sola döndüm , yığınlar var.
- ...
- Yeşil kapılı ev.
- ...
- Kazan yıkayan kadın
- ...
- Sesin olduğu yere gelmişti.Ayvaz yardım getiren insanları gördü. Şimdi anlamıştı. Burada çocuklara yeni botlar veriyorlardı. Bazen çadırların olduğu yere de yardım gelirdi.Bu yardımların Türkiye gibi sınır ülkelerden geldiğini biliyordu. Hatta çadırlarda ki arkadaşları arasında Türkçe bilen çok fazlaydı. Biraz Ayvaz da anlamaya başlamıştı. Duyduğu her sesi özümsemesi, içselleştirmesi bunda çok etkiliydi. Hem kendisinden yaşca büyük bir çocuğa iki kez yumurta vermişti annesinden habersiz. O da bunun karşılığında Türkçe'yi bildiğince öğretmişti Ayvaz' a. Ve Türkiye de yaşadığı günleri anlatmıştı. Ayvaz içinden amma da sallıyor diye geçirirdi. Ama dinlemek hoşuna giderdi. Diğer çocukların yanına yaklaştı.Abilerden birisi gel dedi sana da bir bot ayarlayalım mı? Ayvaz anlamadı , sadece el işaretini görünce adama yaklaştı. Adam Ayvaz'ın eline bir battaniye tutuşturdu. Botu giydirdi. Ayvaz her şeyi rüya sandı. Şimdiye kadar aldıkları yardımlar yemek yardımı olurdu. Ekmek, makarna, buğday, lapa... Bu kırmızı botlar o kadar güzeldi ki Ayvaz gözlerini uzunca süre ayırmadı. Adam tepkisini görünce saçlarını oksadı. Gözlerini bota dikip sırıttığını farkedince utandı. Yanakları al al oldu. Arkasını döndü gitmeye karar verdi. Adam ona seslendi :
- -Gel çocuk bak daha burda senin için bir şeyler var.
Ayvaz hevesle geri döndü.
Bir kazak bir iki çikolata verdiler eline. Kucağına bastığı battaniyenin arasına koydu. Ve geldiği yoldan geri döndü. Baya uzaklaşmıştı.dedesinin çoktan gitmiş olmasından korktu.
Kazan yıkayan kadın sanırım kazanı içeri almıştı. Neyse ki evin önünü hatırlıyordu. Kendisiyle gurur duydu. Dedesini bıraktığı yerde otururken buldu. Uzun zamandır tuttuğu nefesini rahatlayarak verdi. Dedesi kızarak nereye kayboldun dedi. Başına bir şey gelebilirdi hem bunları nereden buldun diye bağırdı. Yardımdan verdiler dedi Ayvaz. Dedesi etrafa bakındı buralarda yardım getirmiş insan yok dedi. Ayvaz çok uzak buraya ben onları buldum dedi. Dedesi şüpheyle ona baktı. Bir daha yanımdan ayrılma Ayvaz dedi ve çadırlarına gitmek üzere yola tekrar koyuldular.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOBAY GEN -P53
Science FictionAnka gün geçtikçe gerçek hayattan kopmaktadır. Babası - Profesör Herman- kızına ne olduğunu bulmak için insan üstü bir çaba göstermektedir. Uzun araştırmalar sonucunda Anka'nın genlerinde sıradışı bir dizilime rastlar. Anka'nın sinir sistemi bir çeş...