GİZEMLİ ŞATO

430 22 8
                                    

Merhaba sevgili okuyucularım. Bu yeni romanımda bolca hayalet ve gizem olacak. İzlediğim The Boy filminden biraz esinlendim, bazı fotoğraflarda filmden olacak. İyi okumalar. <3

Benim adım Eftelya Güneş. On yedi yaşındayım ve bir erkek kardeşim var. Adı Savaş ve üç yaşında. Annem Dünya ve babam Cihangir'in işleri yüzünden sürekli seyahat ediyoruz. Onlar eski evleri yenileyip satışa sunuyorlar ve bu kez adını daha önce hiç duymadığım bir kasabaya gitmek için bavul hazırlıyoruz. Kim bilir bu kaçıncı taşınmamız... Artık sayısını bile hatırlamıyorum. Üstelik bu durumdan dolayı doğru dürüst arkadaş bile edinemiyoruz. Bu durumdan dolayı fazla paramız da kalmadı. Yeni aldıkları işin büyük olduğunu ve başarılı olurlarsa yeniden paramızın olacağını söylüyorlar. Bu yüzden biraz idare etmek zorundayız.

"Arabaya yerleşin," diye bağırdı annem, ben düşüncelere dalmışken. "Çok vakit kaybettik.

"Yol ne kadar sürer?" dedim kulaklıklarımı kulağıma takarken.

Direksiyona oturan babam kısa bir hesaplama yaptı. "Sanırım dört saat, navigasyon öyle gösteriyor."

"Biraz uyumalıyım," dedi Savaş ve kafasını dizime koyup gözlerini kapattı. Ben de listemden bir müzik açtım ve yolu seyretmeye başladım. Dakikalar, saatler geçtikçe yol ıssızlaşmaya başlamıştı. Kuşların bile uçmadığı bu yerde bizim ne işimiz vardı? Üstelik ilerledikçe içimi bir korku sarmıştı ama Savaş'ı korkutmamak için sesimi çıkartmamıştım.

Arabadan indiğimizde kalacağımız yer hakkında tek yorum bile yapamadım. Ağzım açık şekilde, oldukça eskimiş şatoya bakakaldım. Bu haliyle bile büyüleyici görünüyordu ama çok ürkütücüydü. Üstelik kraliyet ailesine aitmiş gibi kocamandı. İçinde yüzlerce oda olmalıydı.

"Bu eski bir tapınak," dedi babam valizleri indirirken. "Türkiye'de böyle yerlerin müzeye dönüşmemesi çok tuhaf değil mi?"

"Burada mı kalacağız?" dedi Savaş dizlerime yapışırken. "Çok korkunç görünüyor baba."

"Burası biraz elden geçerse çok güzel görünür ama bayağı bir iş gücü ve para ister. Belki durumumuz iyileştiğinde buraya da el atabiliriz Cihangir."

"Belki," dedi ve merdivenlerden yukarı çıktı.

Ben ise hala girişteydim. Koca bahçeye ve devasa ağaçlara bakıyordum. Arazisi oldukça büyüktü ve bahçeye demir korkuluklarla sınır çizilmişti. Demir kapının hemen yanında eski ahşap bir tabela vardı ve Roswell Malikanesi yazıyordu. "Burasının bir tapınak olduğunu söylemiştin," dedim ben de çıkarak.

"Evet ama daha sonra tapınağın sahipleri bir süre ev olarak kullandı ve daha sonra vefat ettiler. Onlar koyu bir katolikti."

"Katolik ne demek baba?" dedi Savaş alt dudağı titreyerek.

Ben ise korkunç bir ayrıntı fark edip tüm dikkatleri üzerime çekmeyi başardım. "Bunlar mezar mı?" diye çığırdım evin yanındaki mermerleri göstererek Karanlıkta tam göremiyordum ve telefonumun flaşını açmıştım. Rose Roswell, Jack Roswell.

"Baba!" diye bağırdı ağlamaya başlayan Savaş. "Burada hayaletler var."

"Eftelya," dedi annem, kardeşimi kucağına alırken. "İçeri giriyoruz, burada hayalet yok. Ve Allah aşkına Eftelya, burayı şaşırtacak derecede ucuza kiraladık. Lütfen sorun çıkartma."

"Ama ben burada kalamam, bahçede evin sahipleri yatıyor anne."

"Bavulunu al ve yukarı çık. Sağdan ilk kapı senin odan, ben Savaş'ı yatıracağım."

"Pekala," dedim ve ahşap, büyük merdivenlerden yukarı çıkmaya koyuldum.

"Pekala," dedim ve ahşap, büyük merdivenlerden yukarı çıkmaya koyuldum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Asansörden de çıkabilirdin," dedi düğmeye basarken.

"Onun çalışıyor olması bile mucize." Neyse ki büyük zorluklara rağmen çıkabilmiştim. Yerlerde eski kırmızı halılar vardı ve kapıların tamamı eski ama gösterişli kapılarla çevriliydi. Kullanabilmemiz için birkaç oda temizlenmişti ve benim şansıma da sağdan ilk kapı düşmüştü. Burası gerçekten kasvetliydi. Üstelik penceresi mezarlığa bakıyordu. "Harika," diye mırıldandım kulaklığımı yeniden takarak. Yatmadan önce bavulumu yerleştirecek ve duş alacaktım. Eski ve iki kapaklı dolaba her şeyimi yerleştirdim, yatağın üzerine pijamalarımı koydum ve bornozumu giyinip yeni odamdan çıktım. Banyoyu arıyordum ve bu o kadar zordu ki en az on oda gezmek zorunda kalmıştım. En sonunda bulduğumda karşımda duran eski bir küvetti. "Demek artık duşa kabinlere veda edip eski usül yıkanıyoruz," dedim sinirle. Bornozumu çıkarttım ve duşa girdim. Başta çamur akan musluktan nihayet su akmaya başladığında yaptığım ilk şey ayaklarıma bulaşan çamurları yıkamaktı. 

Hızlı banyomu baykuşların ötüşleri eşliğinde bitirdiğimde hızla odama döndüm ve yatağın üzerine koyduğum pijamalarıma yöneldim. Tuhaf... Orada yoklardı ama koyduğuma emindim. Kaşlarımı çatarak tüm odaya göz gezdirdim, yatağın altına bile baktım ama yoktu. Dolabımı açtım ve ilk rafta duran pijamalarımı gördüğümde biraz ürkerek onları aldım ve giyindim. Belki de ben yokken annem gelmişti ve düzeltmek istemişti. Duş aldığımdan haberi olmayabilir. 

Hazırlandım ve son kez pencereden aşağı baktım, mezarların başına iki baykuş tünemiş durmadan ötüyorlardı ama bunun yanı sıra bahçede sanki bir şey vardı. Uzun ve beyaz bir çarşaf gibiydi. Ağaçların arasında dolanıyor ve durmadan uzaklaşıyordu. Biraz daha dikkatli baktığımda çarşafın altında bir çift çıplak ayak gördüm. Bu bir elbise olmalıydı ama bu soğukta ve bu saatte kimdi bu manyak? 

Gözlerimi kırpıştırdım ve daha dikkatli bakmaya çalıştım ama artık orada değildi. Sanırım uykusuzluktan hayal görmeye başlamıştım. Hem hem büyük annemin bana söylediği bir şey vardı; geceleri sakın dışarıyı izlemeyin. Gözleriniz aslında orada olmayan bir şeyler görebilir.

"Sakinleş Eftelya," dedim ve yorganımın içine girdim. Bu gece yeterince uzundu...


Yorum ve oy vermeyi unutmayın lütfen. Sizleri seviyorum. <3 Bir sonraki bölümde olay gelişmeler olacak.

HAYALET BEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin