GERÇEK MARCUS

146 16 2
                                    

Zaten iki üç tane okuyucum var ama sizin için bile yazmaya devam ediyorum. Lütfen oy ve yorum yapın :(

Saatlerdir öylece yatıyordum, hiçbir şey yapamıyordum. Polisi mi aramalıyım? Ya onu bulamazlarsa ve bu kez Savaş'ı öldürürse? Ya tamamen yapayalnız kalırsam?

Ani bir kararla kalktım, hazırlandım ve bisikletime atlayıp yola koyuldum. Yurda vardığımda kardeşimi görmek istediğimi söyledim ve beni yanına çıkarttılar. Allah'ım hala aynı şirinlikteydi. Arkadaşlarıyla yeşil halıda oturmuş oyun oynuyordu. Minicikti, ona zarar gelmesine dayanamazdım. Beni görünce büyük bir sevinçle "Abla!" diye bağırarak üzerime koştu. Dizlerimin üzerine çöktüm ve kollarımı iki yana açtım. Minicik bedeni bedenime çarptı ve küçük kolları boynuma dolandı. "Seni çok özledim abla, beni ne zaman alacaksın?"

Kaşık kadar yüzünü ellerimin arasına aldım ve burnuna bir öpücük kondurdum. "Hala iş arıyorum, bulduğumda alacağım bebeğim, söz veriyorum."

"Ama anne," dedi ve sustu. Bana yanlışlıkla anne demişti, kızacağımı düşünüp susmuştu. Sonra bir anda elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. 

"Sorun nedir Savaş, neden ağlıyorsun?" Ben de ağlamak üzereydim ama kendimi tutuyordum. Sanki her şey yolundaymış gibi davranıyordum.

"Annemi özledim," dedi hıçkırarak. "Keşke annem burada olsaydı ya da sen annem olsaydın." Daha çok ağlamaya başladı ve onu kucağıma alıp ayağı kalktım. 

"Bana istediğin zaman anne diyebilirsin Savaş, sen zaten benim küçük oğlum gibisin."

Gözyaşlarını sildi ve dünyada gördüğüm en şirin bakışla bana baktı. "Diyebilir miyim?"

"Evet, diyebilirsin. Yakında iş bulacağım ve seni yanıma alacağım. O zaman da söyleyebilirsin, büyüdüğünde de söyleyebilirsin."

"Ama çabuk al anne, tamam mı?"

"Tamam canımın içi ama ağlamak yok. Mutlu olabildiğin kadar olmanı istiyorum."

Gözyaşlarını sildi. "Ama ben sadece bu kadar mutlu olabiliyorum."

"O zaman kötü şeyleri düşünme ve daha çok mutlu ol. Seni seviyorum bebeğim."

"Ben de seni seviyorum anne." Son kez boynuma sarıldı ve yanağımdan öptü. Ayrıldığımızda yine ağladığını hissediyordum ama yapacak bir şeyim yoktu. Saatlerce bisiklet sürmüştüm ve gecikmeden dönmeliydim. Bir sonraki aya kadar param olmayacaktı, otobüs param bile yoktu. Regl olsam ped alacak param bile yoktu. Gerçekten iş bulmalıydım ama internetten bakamazdım çünkü parasını ödemediğim için kapatmışlardı. Yakında elektrik ve suyu kapatmaları da barizdi.

Eve gittiğimde Marcus televizyon izliyordu. Yani küçük bebeği izliyordu aslında ama benim için o da Marcus'tu. Gerçekten her şeyi mahvetmişti, ailemi, arkadaşlarımı, düzenimi... Her şeyi çok kısa bir sürede mahvetmişti. Kardeşim onun yüzünden acı çekiyordu, ben resmen sürünüyordum. Cedric ve Karen'in aileleri kim bilir ne haldeydiler. Karen'in çocukları olabilirdi, tıpkı benim annem gibi olmuştu sonu.

Büyük bir sinirle porselen bebeği aldım, kafasını masaya vurdum ve parçalara ayrılıp etrafa saçılmasına tanık oldum. Resmen rahatlamıştım, bebeğin parçalandığını görmek bana o kadar iyi gelmişti ki terapi gibiydi. Oysa Marcus böyle düşünmüyordu. Bana resmen çığırmıştı.

"Kuralları çiğnedin Eftelya!"

"Hayır," diye bağırdım ben de. "Kurallar Marcus için geçerli ama bu bebek Marcus değil, Marcus sensin ve ben seni incitmedim. Bebeği incittim." Dayanamadım ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Haftalarca güçlü kalmaya çalışmıştım ama artık patlama noktasındaydım. "Ailemi mahvettin Marcus, tıpkı kendi ailen gibi öldürdün onları. Arkadaşımı, Karen'i herkesi öldürdün. Yapayalnızım ve çok mutsuzum. Böyle giderse bir gün benim cesedimi de bir yerden toplarsın çünkü dayanamıyorum. Anlıyor musun? Ölmek istiyorum."

HAYALET BEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin