GİZLİ ODA

147 14 2
                                    

Merhabaa, hikaye hakkındaki fikirlerinizi yoruma yazar mısınız? 

Tüylerim ürpermişti, ne yapacağım ben şimdi? Buradan gitmeli miyim? Nereye gideceğim ki? Ne param var ne de işim... Üstelik kardeşimi almam gerekiyor, beni bekliyor. Marcus'tan nasıl kurtulacağım?

Korku içinde günlüğü masaya bıraktım ve mutfağa gittim. Marcus hala oradaydı, kucağıma aldım ve odasına gidip yatağa yatırdım. Kurallara uymak zorunda olduğum için iyi geceler öpücüğü verdim ve kendi odama gidip kapımı kilitledim. Yorganımın altına girdim ve gözlerimi kapattım. Ailemi özlüyordum, annemi, babamı... Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken istemeden hıçkırdım. Keşke yalnız olmasaydım, yine sürekli seyahat etseydik. Şu durumdan çok daha çekilir bir halde olurdu.

Asla uyuyamadım, yine de korktuğum için gözlerimi hiç açmadım. Saatin farkında bile değildim. Gece yarısı olmalıydı, ufak bir çıtırtıyla irkildim ama yine gözlerimi açmadım. Kapıyı kilitlemiştim, bu ses nasıl odanın içinden gelebilirdi ki?

Kıpırdamadım ve sese iyice kulak verdim. Parkede biri yürüyordu, gıcırdamalardan anlamıştım ve gittikçe bana yaklaşıyordu. Dayanamadım ve gözlerimi açtım, karşımda Rose ve Jack vardı. Yüzleri tıpkı yeni çürümeye başlamış insanların yüzleri gibiydi. Derileri dökülüyordu ve dudakları neredeyse yok olmuştu. Dişleri tek tek parkelere dökülüyordu. "Kalk," dedi Rose acı dolu bir sesle. "Kapının kilidini aç ve bekle. Marcus yanına geldiğinde evini bulmaya çalış."

"Birazdan gelecek," dedi Jack. "Acele et." Ve yok oldular.

Hızla kalktım ve kapının kilidini açıp yeniden yattım. Uyuyor numarası yapıyordum. Çok geçmeden yine parkenin gıcırdama sesleri gelmeye başlamıştı. Marcus eğildi ve oldukça hafif bir şekilde saçlarıma dokundu, beni kokladı ve boynumdan öptü. Parmaklarımı tuttu, onları sevdi. Resmen bayılacaktım, kalbimin atışını duymasından korkuyordum.

Geri çekildiğinde hafifçe gözlerimi araladım. Arkası dönüktü, sanırım gidiyordu. Oldukça uzun boyluydu, hatta fazla uzundu. İki metre olabilirdi, kıyafetleri çok eskiydi ve ayakları yalındı. Siyah dağınık saçları vardı. Yavaşça kalktım ve onu takip ettim. Yukarı çıkıyordu, işkence odasına. Oraya girdi ve üzerine kerpeten, neşter vs. olan masayı çekti. Arkasında küçük bir kapı vardı. Onu araladı ve yere uzanıp sürünerek içeri girdi. Kapıyı ayağıyla kapattı ve yok oldu.

Hızla odama döndüm ve yatağıma yattım. Bir planım vardı. Ertesi gün kalktığımda her şeyi Cedric'e telefonda anlatmak için onu aradım ama açan olmadı. Sanırım hala uyuyor diye düşünürken onun beni aradığını gördüm. Telefonu açtığımda yabancı bir ses olduğunu fark ettim.

'Alo'

'Merhaba, Cedric ile görüşecektim.'

'Cedric bu sabah öldü' dedi telefondaki ses. 'Bisiklet sürerken bir araba çarpmış, onu kaybettik.'

Şok içinde olduğum yere yığıldım. Korkuyla Karen'i aradım, bana yardım edebilecek tek kişi o kalmıştı fakat telefon açılmadı ve bana bir mesaj geldi.

'Sevgili Karen bu sabah bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Cenaze bu öğlen saat 14.00'da gerçekleşecek.'

Titreyerek ağlamaya başladım. Yalnızdım, yine yapayalnızdım. Burayı terk edip sokakta mı yaşamalıydım? Ya bu kez daha çok sinirlenip kardeşime bir zarar verirse? Bunu yapacağından eminim. Dün demek ki bu yüzden hiçbir şey söylemiyordu. Salona gittim ve günlüğü aradım, yoktu. Onu almıştı. 

O zaman planımı kendim yapmalıydım, ya ben kazanacaktım ya da o. Ama kaçış yoktu. Tek meşgul olduğu zaman yemek yediği zamandı. Onun dışında her an beni izliyor olabilirdi. Bu yüzden kahvaltısını hazırladım ama olabildiğinde çok çeşit koyacaktım. Son paramla markete gidip olabildiğince çok şey aldım. Geri döndüğümde peynir, omlet, zeytin, mısır gevreği, kızarmış ekmek, domates ve daha ne bulduysam koydum. Ne kadar oyalanırsa benim için o kadar fazla vakit demekti. "Afiyet olsun," dedim ve mutfaktan çıktım.

Kapı aralığından ona baktım, gelmişti. Yüzünde bir maske vardı ve yemek yerken çıkartmıyor, çatalı maskenin altından ağzına atıyordu. Hızla yukarı çıktım, masayı olabildiğince sessiz geri çektim ve dar tünelden sürünerek içeri girdim. Çok tozlu ve pis kokuluydu. Tünelin sonu bir odaya varıyordu, bu oda tam anlamıyla bir deliye aitti. Bu çok açıktı. Duvarlarda öldürdüğü herkesin fotoğrafı vardı. Bir yatak ve sayısız mum doluydu. Üstelik her yerden odaları görebilecek delikler vardı. Salon, benim odam, banyo, annemlerin ve kardeşimin odası... 

Köşedeki uzun torbaya uzandım ve onu açtım. Korkuyla ve pis kokuyla geri çekildim. Burada iskeletler vardı, Rose ve Jack'in iskeletleri. Vaktim var mı diye mutfağı gören delikten baktım, hala yemek yiyordu. 

Rose ve Jack'i poşetin içinde tutmaya devam ederek sürünerek kapıdan çıktım. Sadece kemikten ibaret oldukları için hafiflerdi. Bahçeyi göremediği için hızla oraya çıktım ve torbayı bıraktım. Yeniden içeri girdim ve Marcus'a seslendim. "Ben çöpleri atmaya gidiyorum, yakında döneceğim." Onun yerine bodruma indim ve kazma kürek alıp bahçeye çıktım. Rose ve Jack'in hayaletleri cesetlerinin başında bekliyorlardı. Bana oldukça minnettar bakıyorlardı.

"Onu öldürmelisin Eftelya yoksa asla kurtulamazsın. Çevrendeki herkesi öldürür, Marcus çok kıskanç biridir."

Cevap vermedim ve toprağı kazdım. Elimden geldiğince derindi işte. İskeletleri içine attım ve yeniden kapattım. Rose ve Jack ilk kez gülümsüyorlardı. Yavaş yavaş yok olurlarken hala aynı şeyi tekrarlıyorlardı. 

"Onu öldür Eftelya, ancak böyle kurtulabilirsin."

HAYALET BEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin