Koşarak tuvalete gitmemin ardından üç dakika geçmişti. Neşve, ben klozetin içerisine kusarken saçlarımı tutuyordu pislenmemesi için. Yediğim bir lokmanın bedelini üç dakika boyunca kusarak ödemiştim. Midem rahatladığında nefes nefeseydim. Arda tuvaletin kapısına yaslanmış endişeyle bizi izliyordu. Karnımı tuttum rahatsız hissederek. Klozetin içinde biriken iğrenç sıvıya bakarak yüzümü buruşturunca Neşve sifona bastı akıp gitsinler diye. Kapıya baktım. Arda oradaydı, Neşve yanıbaşımdaydı. Berk yoktu sadece. En azından gelebilirdi, değil mi?
"Bebek kaç aylık?" Arda'nın sorusu beni şoka sokarken hızlıca kafamı ona çevirdim. Arda kapının önünde gülmekten yıkılıyordu.
"Yok artık Arda. Abartma istersen." Ağzımı peçeteyle silip yanına gittim.
"Tamam tamam. Sinirlenme hemen." Omzuna yavaşça vurdum. O an Neşve arkamdan bana sarılıp çenesini omzuma dayadı. Ben de ellerini tuttum. Başıma bir şey gelince ilk onlar koşmuştu. İçime garip bir his doğdu tam o saniye. Yıllar geçse de bizi kimse ayıramayacaktı. Hiç kimse...
Arda ve Neşve'yle birlikte tuvaletten çıkıp masaların olduğu tarafa ilerlerken en azından midemin bulantısı geçmişti. Üçümüz içeriye adımımızı attığımız an şok içinde baktım oturduğumuz masaya. Berk garsonun yakasına yapışmış masaya bastırıyordu sırtını. Öfkeden deliye dönmüştü. Koşarak onların yanına gittim.
"Söyle! Ne kattın içine?" Boğazını öyle sıkmıştı ki garsonun, yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Berk sakin ol..." Varlığımı bile umursamadan devam etti kin kusmaya.
"Kimin adamısın? Hangi şerefsizin? Konuşsana!" Garson acıyla öksürürken Berk'in kollarından tutup zar zor da olsa çektim kendime doğru. Vücudu vücuduma deyince kalbim hızlandı bir anlığına. Tüm ilgisi hala garsondaydı. Çatılmış kaşları yüz hatlarını sabitlemişti.
"O bir şey yapmadı," dedim. Dönüp yüzüme baktı. "Yumurtayı yemeden önce de midem bulanıyordu. Yani koklayınca midem bulanmaya başladı. Zaten yutmadım bile."
"İyi misin?" diye sordu.
"Sakin misin?" diye sordum.
"Sakinim," dedi.
"İyiyim," dedim.
Kollarını sıkı sıkı tutan parmaklarımı gevşettim. Garson kendine gelmeye çalışırken rengi hala kıpkırmızıydı. Korkarak kasaya gitti.
"Al işte. Sinir hastasının teki ile kahvaltı yapmaya gelmişim." Spor salonunda kilitli kaldığımızda söylediğim cümleyi yenileyince dudağının kenarı hafifçe yukarı kalktı.
"Çocuk zaten sinirimi bozmuştu. Bahanem oldu." Teessüf eder gibi bir bakış attım yüzüne. Arda Neşve'nin omzuna kolunu atmıştı. Çok tatlılardı.
"Akşam bir şeyler içmeye gidelim mi?" diye sordu Arda. İçimden bugünümün planını düşündüm. Akşam... Hayır! Akşam Toprak ile yemeğe gitmem gerekiyordu.
"Ben... olmaz. Yani akşama planım var. Birine söz verdim. Gelemem, üzgünüm." Berk'in soru sorar gibi bakan gözlerinden çektim gözlerimi.
"Ne işin var?" Berk'in sorusunu görmezden gelerek Arda'ya döndüm.
"Siz gidin," dedim. Sonra içimdeki bir duygu açığa çıktı. Hiddetli bir duyguydu bu. Asla bastıramadığım, üstünü örtemediğim. İçimi parçalayan bir duygu. "Hem zaten Berk de Ceren'le gelir. İki uyumlu çift takılırsınız. Fazlalık olmayayım ben size." Son cümlemi özellikle Berk'e baka baka, bastıra bastıra söylemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN BİNBİR TONU
RomanceEylül gözlerini karanlık bir dünyaya açmıştı bir kere. Kılıcı kırılmış bir şövalyeydi o. En korkusuzu, en acı çekeni öylece duruyordu savaşın ortasında her an bir bomba patlar, bir tetik çekilir diye. Ölmekten korkmuyordu, verdiği sözü tutabilmek iç...