''Görüşürüz Taeyong.''
Evden hızla çıkarken, son sözüm bu olmuştu. Kalbim yine acıyla yanarken ben ise hâlâ onun peşimden gelmesini ve beni kolları arasına almasını bekliyordum sanki bu mümkünmüş gibi...
Fakat düşüncelerim yarıda kesilmiş, asansörün düğmesine giden elim havada kalmıştı. Taeyong usulca elimi tutarken, ''Üzgünüm, sadece yorgun ve sinirliyim.'' demişti. ''Gitmesen olmaz mı?''
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırarak bana bakan gözlere baktım sessizce, bana gitme demişti öyle değil mi?
''Gitmeni istemiyorum.''
Bu gerçekti, Taeyong gerçekten gitme demişti. Peki ne değişmişti, sonunda beni kırdığını mı fark etmişti yoksa?
''N-neden?'' diye sordum usulca. ''Kalmamı gerektirecek hiçbir şey yok.''
Yoktu, o beni böylesine kırmışken kalabilir miydim yanında?
''Sadece...'' demişti derin bir nefes alırken, ''Sadece kalsan olmaz mı?''
Kalbim kalmak için can atıyordu bu sözler karşısında. Hemen şu an boynuna atlayıp dudaklarına yapışmam için beni itekliyordu fakat beynim aynı fikirde değil gibiydi. Tekrar kırılabileceğim yönünde sinyaller gönderiyordu.
Sessiz kalmamın üzerine Taeyong'un elimi tutan eli boşluğa düştü. ''Ya da her neyse.'' arkasını dönmüş eve adımlarken dudaklarım benden habersizce aralanmıştı. ''Taeyong.''
Durakladı, bakışlarını tekrar bana çevirirken hızla dudaklarına kapanmam onu afallatmıştı. Kalbim yine galip gelmişti, beynim bana olumsuzca kafa sallarken şu an umursadığım tek şey dudaklarımdaki güzel tat ve belimi kavrayan ince uzun parmaklardı. Taeyong beni eve doğru çekiştirirken nefes almak için bir an duraklamış beni kapattığı kapıya yaslarken tekrar dudaklarıma kapanmıştı. Elleri kalçalarımda dolaşırken, beni kucağına alarak daha çok yasladı kapıya. Öpüşlerimiz derinleşirken Taeyong'un cebindeki telefonunun tanıdık melodisi doldurmuştu ortamı. Taeyong küfür ederek beni yere indirdikten sonra açtığı telefona cevap verdi. Üzgün bakışlarım salondaki büyük pencereye doğru adımlayan Taeyong'da dolaştı bir süre. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarıma dolarken ellerim heyecanla titriyordu.
Taeyong birkaç saniyelik süren telefon konuşmasından sonra yanıma adımladı.
''Kötü bir şey mi oldu?'' diye sordum çekingence. Kafasını iki yana sallarken, adımlarını önümde durdurdu. ''Hayır, nerede kalmıştık?'' Parmakları usulca çenemde dolaşırken, bu defa ben hatırladığım şeyle hışımla geri çekildim.
''Siktir.''
''Ne oldu?''
''Çocuklara haber vermedim dünden beri.''
Elim hızla cebimdeki telefona gitti. Yaklaşık 30 cevapsız çağrı ve bir sürüde mesaj vardı.
''Bittim ben.''
''Dudaklarını öyle yapmasan?''
Bakışlarımı Taeyong'a çevirirken suratında yaramaz bir ifade vardı, o sırada telefonum elimde titrediğinde korkakça ekrana baktım.
''Sıçtım işte Taeil hyung arıyor."
Telefonu çekingence cevaplarken, Taeyong'un gözleri üzerimde dolaşıyordu.
''Amına kodumun çocuğu neredesin sen dünden beri?'' Taeil hyungun bağırması tüm salonu doldurmuştu. Suratım buruşurken, Taeyong duyduğu şeyle sırıttı.
''Hyung ben iyiyim, üzgünüm unuttum haber vermeyi.''
Taeil hyung ardı ardına küfürlerini sayarken araya birkaç da baba nasihatı sıkıştırmıştı. Gözlerimi sıkıntıyla devirirken, Taeyong hızla elimdeki telefonu alarak kendi kulağına götürdü. ''Jaehyun benimle ve bu gecede gelmeyecek bay.''
Taeyong telefonu kapattığında gözlerim şokla aralandı. ''Hey, sen şu an benim cenazemi hazırladın haberin var mı?''
Taeyong rahattı. Tabi, onun başında bekleyen bir Taeil hyungu yoktu. Telefonu koltuğa fırlatırken, ''Ölmeden önce son kez sevişelim bari.'' demişti sırıtırken. Gözlerim daha çok aralanırken, o belimden tutmuş beni kendine çekmişti. Kulaklarım hiç olmadığı kadar yanıyordu şimdi. Onun üzerimdeki etkisi asla değişmiyordu. Kalbim ilk günkü gibi heyecanla çarpıyordu.
''Ne değişti?'' diye sordum aniden.
''Ha?'' Kaşları havalanırken, ''Ne değişti?'' diye sordum tekrar. ''Benimle olamayacak kadar meşguldün hani?''
''Jaehyun...'' derin bir nefes alırken alnıma düşen saçları düzeltti. ''Sana geldiğim ilk gün ne yaptığımın farkında değildim senden çok etkilenmiştim ve sana sahip olma arzusuyla doluydum sadece.''
Bu biraz kırıcıydı ya da gurur verici karar veremiyordum bu yüzden bir şey söylemeden konuşmasına devam etmesini bekledim.
''Benim için sevgi ya da aşk diye bir şey yok.''
Bunu zaten biliyordum. Taeyong'un önemsediği tek şey tenlerin birbiriyle uyumu ve aldığı zevkti.
''Çevrende seni seven bu kadar insan varken nasıl olabilir bu?'' diye sordum merakla. ''Hayranlarını da mı sevmiyorsun?''
Taeyong gülümsedi.
''Tabi ki seviyorum onlara olan sevgim farklı.''
En azından hayranı olarak seviyordu beni bu da bir şeydi değil mi?
''En azından... hayranın olarak seviliyorum.'' Sesim üzgün çıkmıştı. Taeyong bunu fark etmiş olmalıydı. Dudakları aralanmıştı fakat bir şey söylemeden tekrar kapandı. Sessizliğini fırsat bilerek tekrar konuştum. ''Taeyong ben anladım ki beni sevmesen bile yani o anlamda, yine de seninle olabilirim.''
Ondan vazgeçmek istemiyordum. Söylediğim şeyler boğazımda bir yumru oluştururken, Taeyong'un kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı.
''Seni kaybetmek istemiyorum bu yüzden beni sadece bedenim için sevebilirsin.''
Bunu söylemek biraz zordu, kalbimin çatırtısını duymuştum fakat üzgün gözlerimin duyduğum şeyle parıldaması sadece saniyeler almıştı.
''Jaehyun, bana aşkın nasıl bir şey olduğunu öğretir misin?''
⸻ ♡ ⸻
Bu bölümde bir şeyler oldu artık? Diğer bölümü final yapıp yapmamakta kararsızım? Bu arada yeni yayınladığım johnten ficime de bakın öpüldünüz <33
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you are just a fan // jaeyong
FanfictionJaehyun'un, hayranı olduğu kişiye yazdığı şeyler bir gün o kişi tarafından okunursa ne olur? uke jaehyun ! seme taeyong ! #1 jaeyong ©jaeyongmylemondetox