"Nefretle başladık senle, yediremedim kendime.."
"Alooo?" Şehrazat'ın sesiyle birlikte gözlerimi pencereden ayırdığımda, aynada ki yansımamla ona baktım. Üzerimde ki gömleği düzeltmeye çalışıyor ve beni aynı anda dürtüyordu. "Ne var be? Ne şarlıyorsun esnaf lokantasında yemeği geç gelmiş müşteri gibi?"
"O ne lan? Neyse. Kızım geç kalacaksın. Adam ilk meyvesini verdi aşağıda.
"Aşağıda mı? Aras aşağıda mı?"
"Ne Aras'ı geri zekâlı. Baban. Hani ailecek yemeğe gidiyorsunuz ya?"
"Ha, şey."
"Ney?" Gözlerini soru sorarcasına yüzümde gezdirirken saçlarımı hızla arkaya attım ve ona döndüm. Çantamı elime verdiğinde hala cevap bekliyordu.
"Ne Aras'ı kızım? Hangi torbacıya gidiyorsun anlamıyorum ki. Hadi yürü."
Odadan çıktığımda babam atabilecek en bozuk bakışı bana atıyordu.
"Maskeli balo bu gün müydü yahu? Bu kadar uzun hazırlandın? Alt üstü bir yeni yıl yemeği. Neyse haydi. Geç kaldık zaten yeterince. Adamlar üçüncü turu dönüyor pişirmede."
Bu esprileri ancak Şehrazat yaptığında hoşuma gidiyordu. Uzun zamandan beri görmediğim babamdan duyunca, sanki katilim bana son esprisini yapmış gibi hissediyordum. Babamla ilişkimiz, dışarıdan bakıldığında harika bir baba-kız ilişkisi izlenimi veriyordu herkese. Yolda yürürken kolunu omzuma atar, şakalarla kahkaha atar, saçımdan öper ve daha sonra annemin tuttuğu elini öperdi. Bu, babamın tüm dünyaya gösterdiği muhteşem gösteriden başka bir şey değildi. Eve geçtikten sonra asıl görünümüne geçerdi. Her zaman oturduğu tekli koltukta sessiz, sedasız haberleri izler, arada bir annemle atışıp kadının moralini bozar ve sonrasında sessizliğe yeniden dönerdi. Uluslararası bir taşıma firmasında şofördü ve işinin ehli olduğu için şirket onu emekli etmiyordu. O da evde ki bu neşe saçan (!) ortama fazla geldiğini düşünüyor, cennet canıma minnet zihniyle işten çıkmıyordu. Umurumda mı? Hayır.
Rezervasyon yaptırdığı lokantanın yolundayken annem sessizce yolu izliyor, ben de radyoda çalan şarkıyı dinliyordum sessizce. Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Yıldızlar teker teker ışıldamaya başlıyordu. Sanki sokak lambaları gibi teker teker belli ediyorlardı kendilerini. O an aklıma düştü Aras'ın yazdığı not. Dudaklarım iki kenara kıvrılmıştı ben farkında olmadan. Ve gözlerim gökyüzüne sabitlenmişti bir an da.
Birkaç gün içerisinde ne yaşadığımı asla kestiremiyordum. Şehrazat'ın zoruyla o fuara gittiğim günden beri hayatımda her şey renk kazanmaya başlamıştı. Bunu ilk başlarda istemesem de alıştığımı var sayıyorum kendimce. Portakal reçelinin bile kokusu bana dolu dolu geliyordu. Biri tarafından bu şekilde kabullenebilmek ve bunu kabullenmek benim için yeni şeylerdi. Bu yaşadıklarım nedir bilmiyorum, hepsi bana yabancıydı iki üç gün önce. Şimdi ise, her zaman oturduğum o pencere kenarının bile benim için bir anlamı vardı. Sessizce izlediğim, boş zihinle baktığım gökyüzünün bile bir nedeni olmuştu artık. Tüm bunlar neyin işareti olabilirdi?
"Ne düşünüyorsun Portakal? Nereye daldın öyle?"
"Hiiç baba, öylesine şarkıya kaptırdım kendimi."
Bunun üzerine radyoyu kapattığında neye uğradığımı şaşırmıştım.
"Biraz sohbet edelim. Müzik her zaman hayatında. Bense her zaman yanında olamıyorum. Neler yapıyorsun?"
Derin bir nefes alıp oturduğum kısımda doğruldum ve boğazımı temizledim. Bu günü not olarak almam gerekecekti, babam sohbet ediyordu.
" Evdeyim, Şehrazat ile takılıyorum. Kitap okuyorum, yoga yapıyorum. Okul bitti sonuçta."